Merhaba, lütfen sondaki yazıyı okuyun. Geleceğimizle ilgili.
Ve de twitter hesabımın adresini 10. Bölümün sonunda vermiştim. Orada Kaya Özer betimlemem var. Dilerseniz, bakabilirsiniz.Dudaklarım minik bir hava zerreciğini yakalamak için delicesine çırpınıyordu. Koca salonda birsürü hava zerreciği olmasına rağmen nefes alamamam da ayrı bir çelişkiydi. Bana özgü bir şeydi bu.
Parmaklarımın ucundaki son umut taneciklerini de kullanarak kapıya bir kez daha vurdum. Hiçbir şey yoktu. Ne bir ses, ne bir hareket. Hiçbir şey.
Umut taneciklerimin sonuncularını da gönderdikten sonra kendimi yere bıraktım. Sırtım o koca, tuhaf kapıya yaslı, dizlerimi bedenime çekmiş oturuyordum. Göğsümün üzerinde tuhaf bir baskı vardı. Aslında olmayan ama beni mahveden hayali baskı.
Biraz sonra ellerimi saçlarıma geçirdim ve bunu yapmamla birlikte ellerimin de titrediğini gördüm. O beyaz ama kapkara günden sonra böyle olmuştu. Kapalı alanlar, özellikle böylesine basık olanlar, benim dar ağacım hâline gelmişti. Boynuma dolanacak o kalın ipi bekliyordum ölmek için. Belki bir gün ölümüm böyle olurdu, kim bilir? Kapalı, basık ve yalnız olarak nitelendirebileceğim bir yerde, bu şekilde.
Titreyen parmaklarımı zorlukla kullanarak çantamdaki pet şişeyi çıkardım. Zorlukla kapağını açtım ve dudaklarıma götürdüm. Ne yazık ki elim titrediği için suyun bir kısmı üzerime dökülmüştü. Ama şu an umrumda değildi.
"Hayır, hayır. Çıkmam lâzım buradan." Kendi kendime konuşmaya başlamıştım bile.
"Bu kadar abartmana gerek yok. Ararız, açarlar kapıyı." dedi soğuk sesiyle Kaya.
"Elimde değil, kapalı alan fobim var benim." dedim gözlerim kapalı bir şekilde. Bu şekilde sakinleşebileceğimi düşünüyordum.
"Yalnız değilsin, ben de varım. Korkmana gerek yok." dedi yine soğuk.
"Sen kendinin şu an burada var olduğuna inanıyor musun? Ben inanmıyorum. O kadar yoksun ki, o soğuk sesin bile seni göstermeye yetmiyor. Varlığınla yokluğunun bir farkı yok. Belki soğukluğun ve kötü karakterinle şu an burayı daha yaşanmaz hâle getiriyorsundur. Kim bilir?" Dudaklarımdan çıkan o uzun cümleler nefes alışverişlerimi daha da hızlandırmıştı.
"Hakaret mi ettin sen?" dedi şaşkın. Tıslarcasına gülmeye çalıştım ve zorlukla konuştum.
"Şu an seninle o aptal karakterinin bozukluğunu konuşacak değilim." Korku, cesareti de davet ediyor olmalıydı yanına. Yoksa bunları, normal bir zamanda söyleyebileceğimi sanmıyorum.
"Tamam ama. Abartma sen de. Peki. Peki. Ne yapmamı istiyorsun?" diye sordu öfkesini yansıtmaktan çekindiği bir ses tonuyla.
"Bilmem. Ege hep sarılırdı bana." dedim zorluk çekerek.
"Ege kim? Sevgilin mi?" diye sordu sesinin tınısını değiştirerek.
"Hayır, abim." dedim. Bunları konuşurken gözlerimi kapalı tutmaya özen gösteriyordum. Belki de gözlerimi açtığımda cesaretimin binbir parçaya ayrılacağından korkuyordum.
"Ailenin kıtalarla, denizlerle bir sorunu mu var?" diye sordu aptal esprisini sergileyerek.
Karşılık olarak cevap vermemekle yetindim. Gözlerim hâlâ kapalıydı.
"Peki. Ne yapayım? Sarılmamı beklemiyorsundur heralde." dedi sorarcasına.
"Tabiki sarılmanı falan istemiyorum. O buzdan çeneni kapat, yeter." dedim soluklarımın arasından.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
LACİVERT
Teen FictionAŞK... Üç harf, tek heceye sığdırılmış iki koca hayat... Sadece aşk mıdır, her şeyi zorlaştıran? Ya da sadece aşk mıdır, her şeyi kolaylaştıran? Her şeyi unutmak mı daha kolay? Yoksa yaşadığın her saniye hatırlamak mı? Peki ya AŞK?...