2-VEDA

1.5K 67 11
                                    

"Asya, hadi bi'tanem. Otobüse geç kalacağız.".

Gözlerimi açtığımda benim aksime beyaz tenli olan güzel annemin çarpık bir gülümsemeye eşlik eden ela rengi gözlerini gördüm.

"Tamam." dedim, fısıltı gibi dökülen sesimle.

Kapının kulpunu sanki kırılacak bir vazoymuş gibi narince tutarak açtı ve yine aynı şekilde yavaşça dışarı çıktı. Evet, arkasında dolgun dolgun bakan bir çift göz bırakmıştı. Pembe yorganımı ağır bir hareketle üzerimden çekip çıplak ayaklarımı yere indirdim ve bıraktığım gibi duran, yine pembe terliklerimi giydim. Annemi taklit ederek yavaşça kapı kulpunu indirdim ve yine aynı şekilde yavaşça dışarı süzüldüm.

Yüzüme her zaman soğuk su çarpardım sabahları. Uykuyu dağıtmada işe yaradığı inkar edilemez bir gerçekti. Başımı kaldırıp aynaya baktığımda yüzümden aşağı koştururcasına süzülen damlacıklara gülümseme isteğime karşı koyamamıştım. Aynaya bakıp kendi kendine gülen bir kız. Evet, deli olarak görünebilirdim. Ama aynayla kavga dahi ettiğim zamanları düşünürsek bu hiçbir şeydi. Açık yeşil havluyu yüzümde gezdirdikten sonra banyonun kapısını açarak tekrar odama döndüm.

Yolda giderken de rahat olması için yanlarından iki  şerit halinde inen beyaz çizgili, bordo eşofmanımı giydim ve üzerine lacivert örgü kazağımı geçirdim. Koyu kestane rengindeki saçlarımdan gece yatarken basitçe topladığım tokayı çıkarıp uzun saçlarımın omuzlarımdan aşağı dökülmesine izin verdim. Aynanın karşısına geçip saçlarıma baktım ve her zamankinin aksine durgun olan saçlarımı iki tel tokayla tutturdum, gözlerime bakmamaya özen göstererek. Kendi gözlerine bakamamak da bu olmalıydı herhalde...

Odamın içine şöyle bir göz gezdirdikten sonra ağır adımlarla kapıya doğru yürümeye başladım. 16 yılın özetiydi bu oda resmen.

Herkesin yüzünde sahte bir gülümseme vardı kahvaltı masasında. Yüzlerine yapışmış gibiydi ve bugün çıkacak gibi gözükmüyordu.

Herkesin aksine sessizce kahvaltımı yaptım. Sandalyemi geriye doğru ittirip masadan kalktım. Evet, ne tesadüf ki bugün de anneme yardım etmeyecektim, masayı toplamasında. Odama girdim ve unuttuğum bir şeyin olup olmadığına baktım. Her şey tamamdı. Yatağımın ucuna oturdum ve pencereye baktım. Her sabah dinleyerek uyandığım serçelerin sesleri doldu kulağıma. Çarpık bir gülüş attım ve yanağımdan yer çekimine meydan okumak istercesine süzülen damlayı sildim.

"Asya, hadi kızım geç kalacağız.". Evet, uyarı sesleri gelmeye başlamıştı.

Odamın kapısının arkasında asılı olan ve eşofmanıma uyması için spor olan gri montumu üzerime geçirdim. Ege içeri girdiğinde ona dolgun gözlerle baktığımı üzgün suratına baktığımda fark etmiştim.

"Hadi fıstık. Gidiyoruz.". Ellerimi beline koydum ve başımı göğsüne yasladım. Benim aksime uzun boyluydu.

"Tamam."dedim, etkileyici parfüm kokusunu içime çekerken,zevkli çocuk. Ondan ayrıldım ve hemen arkamı dönüp gözyaşımı sildim.

Yerdeki kitap çantasını kaldırmaya çalıştığımda "Hıh, hem çirkin, hem güçsüz." dedi. Çarpık bir gülümseme eşliğinde yakışıklı abime baktıktan sonra bavulu tuttum ve yavaşça kendime çektim. Tekerlekli olmasa onu da götüremezdim.

Evet, tam 20 dakika sonra otogara ulaşmıştık.

"Geç kalmışız.Otobüs kalkıyor, hadi!".

Kollarımı ilk önce anneme doladım, en zor ayrılacağım kişiye. Gözyaşları eşliğinde beklediğimin aksine sessiz bir şekilde ondan ayrıldıktan sonra babama dolandı kollarım. Evet, sıra Ege'ye gelmişti. Sıkıca sarılıp kulağına uzanarak fısıldadım,

"Erkek olmak isterdim.". Ayrıldıktan sonra alaycı bir gülümseme eşliğinde bana baktığını gördüm.

"Bu çirkinlikle anca erkek olursun zaten, çirkin.".

Ona dil çıkarıp otobüsün basamaklarına yöneldim. Yavaşça çıktıktan sonra son kez el sallayıp koltuğuma oturdum. Otobüsün hareket ettiğini fark ettiğimde dayanamayıp cama baktım ve üç kişinin el salladığını gördüm. Ve ben de elimi sağa sola hareket ettirdim, el salladım.

Uzaklaştıktan sonra önüme döndüm ve gözyaşlarımı sildim. Yanımda oturan teyze ise çoktan uyumaya başlamıştı. Önümdeki koltuğun arkası o kadar yakındı ki, zor oturmuştum. Gitarımı da bagaja koymalarına güvenemediğim için yanıma almıştım. Öndeki kimse biraz kaldırmalıydı koltuğunu.

"Şey, biraz kaldırır mısınız koltuğunuzu?" dedi 'şey' demeden konuşamayan kız.

Önde ne bir hareketlenme oldu ne de başka bir şey. Oflayıp iki büklüm ayağa dikilip öndeki koltukta oturana baktım. Koyu kahve saçları dağınıktı, gözleri kapalı olduğu için renklerini görememiştim ve kulaklığı takılıydı. Duymamıştı sanırım.Ve en çok dikkatimi çeken ayrıntı ise oldukça yakışıklı olduğuydu. Bu işimi daha da zorlaştırmıştı. Konuşamazdım. Tekrar koltuğuma oturup geriye yaslandım. Sanırım zayıf olmanın en iyi yanı buydu, bence. Sığmıştım koltuğa.

Camdan dışarıyı izlemeye başladım. Yolun kenarındaki ince beyaz şeritleri takip ederek geçirebilirdim tüm yolculuğumu.

Herkesin hikayesi İstanbul'a gelince başlardı. Otobüsten inince "Yeneceğim seni İstanbul!" falan diye bağırırlardı. Benimkiyse tam tersiydi, olması gerektiği gibi. İstanbul'dan ayrıldığımda başlayacaktı benim hikayem, tam tersine. Çoğunun hikayesi vedalarla biterdi, ama benimki farklıydı işte. Vedalarla başlıyordu benim hikayem, olması gerektiği gibi, tam tersine...


Arkadaşlar,umarım beğenmişsinizdir bölümü.Beğeni ve yorumlarınız bekliyorum

Hepinize mutlu yıllar!... :)

LACİVERTHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin