1-AYRILIK VAKTİ

2.4K 80 6
                                    

Medya: No Doubt-Dark Blue

"Ya anne ben sizi özlerim ama.".

"Kızım biliyorum ama yapacak bir şey yok ki." dedi annem zaten çatık olan kaşlarını mümkünmüşçesine biraz daha birbirine yaklaştırarak.

"Baban 'eğer rahat, huzurlu bir şekilde okumak istiyorsa, gitmek zorunda' diyor. Biliyorsun, İstanbul' da okumak daha da zorlaştı. Geçen, okulun önünde olan bıçaklı serseri kavgası da cabası. Başka çaren yok.".

Evet ,birkaç gün önce bir karar alınmıştı. Hem de benim hayatımı şekillendirecek bir karar. Evet, annemin de dediği gibi İstanbul, zor bir şehirdi. Okuduğum lise her ne kadar iyi bir anadolu lisesi olsa da, son zamanlarda meydana gelen kavgalar ve sapıklık olayları babamın sabrını taşıran son nokta olmuştu. Fazla arkadaş çevrem olmadığı (hatta hiç) için okuldan ayrılmayı sıkıntı etmiyordum ama ailem... Onları çok özlerdim.

Annemin "Hadi Fatih, sofra hazır!" diye babama seslenmesiyle babam ve Ege de mutfağa geldiler. Ben de düşüncelerimden sıyrılıp masada annemin sağı olan yerime oturdum. Ege de tam karşımda oturuyordu. Düşünceli olduğu yeni çıkmaya başlamış sakallı yüzünden belliydi. Benden bir yaş büyüktü, ama ona abi demiyordum.

Bakışlarımı annemin önüme koyduğu tabağıma indirdiğimde tarhana çorbasından çıkan dumanlar, zaten ağlamaya hazır olan gözlerimi biraz daha yaşartarak birkaç damlanın yanağımdan süzülmesine zemin hazırlamıştı. Kimse görmeden yanaklarımdaki damlaları elimin tersiyle ittim.

Sofradaki herkes düşünceliydi ve kimseden çıt çıkmıyordu. Sıcak çorbanın boğazımı yakarak aşağı inmesine izin verdim, acıya ihtiyacım vardı, sanırım. Babam boğuk çıkan sesiyle tuzu istedi. Her ne kadar belli etmemeye çalışsa da üzgün olduğunu anlayabiliyordum, hissediyordum. Gözlerinin tam içine bakarak tuzu uzattığımda bakışlarım da yalvarışlara eşlik ediyordu. Babam sadece benim anlayabileceğim bir şekilde başını çok küçük hareketlerle sağa sola salladı. Evet, bu 'hayır'anlamına geliyordu. Belki de daha fazla ısrar etmemeli, kabullenmeliydim. Teyzemlerde kalacaktım, Ankara'da. Buse, kuzenimdi ve aynı yaştaydık. Onunla aynı okula gidecektim. Babam enişteme sonsuz güveniyordu ve beni gözünü bile kırpmadan ona emanet edecekti. Teyze, anne yarısıdır, evet. Hem eğer rahat bir şekilde okumak istiyorsam, buna katlanmalıydım, değil mi?

Annem tabakları üst üste koyup daha sonra mutfak tezgahına bıraktı. Zaten birkaç yıllığına da olsa son günümüzdü, yardım etmeliydim ona. Ayrı kalacağımız birkaç yılda da beni tembel kızı olarak hatırlamasını istemiyordum. Normalde mutfak işlerinden nefret ederdim. Ege erkek olmasına rağmen mutfakta benden daha fazla zaman geçiriyordu. Marifetli çocuk Ege... Kıskanmıyor değildim, ama yaptığı yemeklerin tadına baktıktan sonra bu kıskançlığın yerini hayranlık duygusu alıyordu. Onunla evlenen kız yaşamıştı, gerçekten.

"Asya, buna koyalım istersen eşyalarını. Bu daha büyük." dedi annem elinde sağını solunu çevirerek baktığı kırmızı, tekerlekli bavulu göstererek.

"Olur." dedim. Boğuk çıkmıştı sesim. Bavulu tek kişilik yatağımın üstüne koydu ve fermuarını açıp kapağını geriye yatırdı.

"Ankara soğuk olur, kazaklarının hepsini koyalım.". Hızlı hızlı başımı aşağı yukarı salladım gözyaşlarımın yer çekimine yenik düşmemesi için.

Annem, iki kapılı gardırobumu açtı ve içinden en sevdiğim, beyaz, yakası taşlı kazağımı çıkardı. İnce ve uzun parmaklarıyla katı hafif bozulmuş olan kazağı aşağıya doğru sarkıttı ve tekrar katlamaya koyuldu. Esmer olduğum için açık renkli şeyler giymek işime geliyordu. Ve sonra bir kazak, kadife bir pantolon ve pudra rengi şalım da bavuldaki yerlerini aldılar. Annem hepsini özenle katlayarak yine aynı özenle bavula yerleştiriyordu. Bilmiyordu ki bir iki güne kalmadan o bavul talan olacaktı. Fermuarın gürültülü bir şekilde çekilme sesi  kulaklarımı doldurduğunda gözlerimi çiseleyen yağmur damlacıklarının olduğu pencereden alıp anneme çevirdim. İçeriden televizyon sesleri geliyordu. Muhtemelen babam ve Ege oturmuş, maç yorumlarını izliyorlardı.

"Ben de kitaplarımı buna koyayım." dedim, masamın üstündeki çiçek desenli büyük çantayı göstererek. Annem başını aşağı yukarı sallayıp onay verdikten sonra odamın çıkışına yöneldi.

Annem çıktıktan sonra kapıyı kapattım ve masamdaki kitapları birer birer çantaya yerleştirmeye başladım. Cebimde titreyen telefonu fark edip elimi cebime attım. Telefonu çıkardığımda 'Deli Şey' yazdığını ve boncuk mavisi gözlerin koca bir gülümsemeye eşlik ederek ekranda yanıp söndüğünü gördüm. İstemeden de olsa sırıttım, ne de olsa artık bu 'Deli Şey' ile aynı evde yaşayacaktım.

"Söyle 'Öpücük' "diyerek telefonu açtığımda karşıdan ofladığını duydum. Adı Buse olduğu için ona 'Öpücük' diye hitap ediyordum. Sinirlenmesi daha da hoşuma gitmişti.

"Vazgeçmeyeceksin, değil mi?" diye sesi duyulduğunda,

"Cık!" diye cevap verdim.

"Eee, geliyorsun değil mi yarın?" dedi.

"Evet." dedim donuk olduğunu hissettiğim sesimle.

"Ayy, süper! Çok eğleneceğiz seninle kızım." dedi yine telefonun karşısındaki ses.

"Eminiiim." diye karşılık verdim alaylı tutmaya çalıştığım sesimle.

"Teyzeme selam söyle, hadi öptüm, yarın görüşürüz." dedi.

"Tamam canım sen dee." diye karşılık vererek telefonumu kapatıp tekrar dar olan pantolonumun cebine sokuşturdum.

Tüm kitapları çantama koyduğuma emin olduktan sonra gürültülü bir şekilde fermuarı çekip, aynı kiloda olduğumuzu tahmin ettiğim çantayı ağır hareketlerle yere indirdim. Masamın sol köşesinde duran aile fotoğrafımızı da alıp bavulun dış gözüne koydum. Eveet, teknik olarak hazırdım aslında.

Saatin 10'a geldiğini fark edip yatmak için üzerimi değiştirdim. Bu, evde birkaç yıllığına da olsa son gecemdi. "İyi geceler, çocukluğumun en güçlü tanığı olan odam, iyi geceler." diye mırıldandım kendi kendime. Göz kapaklarım yavaş yavaş ağırlaştı ve kendilerini taşıyamaz oldular. Uyku bir son muydu, yoksa başka bir yolun başlangıcı mıydı, bilmiyordum, bilemiyordum...

LACİVERTHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin