Kaya karşımda çatık kaşlarla beni süzerken şahını alıp parmaklarımın arasında sallamaya başladım. "Ne oldu? Hani rakip arıyordun kendine, önce kendin rakip ol."
Kaya gözlerini devirip bıkkınca soluduktan sonra "Dalgınlığıma geldi." dedi. Ona söylediğim şeyleri tarttım. Demek ki kafasını karıştırıp oyunu kaybetmesini sağlayacak şeyler söylemiştim.
"Sonuçta yendim!" dedim büyük bir sevinçle. Sandalyeden sevinçle doğrulduğumda bana bıkkınca baktı. Elimdeki şahı önüne doğru savurup "Şah, mat." dedim tekrar büyük bir sevinçle.
"Abartmasan artık?" deyip gözlerini tekrar devirdi. Pekala, abartıyor olabilirdim; ama turnuvalarda birinci olan bir kişiyi yenmek, gururumu okşuyordu. Benim onu yenmemle, o da içinde bir şeylerin devrildiğini ve yıkıldığını hissediyor olmalıydı. Belki de bir şeye karşı olan engeller yıkılmıştı. Kalın tuğlalar yoktu artık istediği şey ile arasında.
Usulca gülümsedim.
"Özrünü kabul edeceğim, ama bir şartım var." dediğinde gözlerimi devirdim. "Ah şu bitmeyen şartlar..."
"Bugün birlikte dolaşacağız." dediğinde kaşlarımı çattım. Neden böyle bir şey istemişti ki şimdi?
"Bu kadar basit bir şey mi istiyorsun?" diyerek şaşkınlığımı belli ettiğimde, bakışlarını kaçırdı ve dudaklarını araladı. Kelimeleri önüme düşerken irkildim.
"Senin yanında iyi hissediyorum."
Kelimelerin tüm gücü tenime yayılırken birkaç sözcük aradım kullanacak, ama hepsi hızlıca yutkunduğum için mideme düştü. Sonunda kendimi toparladım.
"Tamam." dedim. "Bana uyar."
"Hadi o zaman. Okulda durmamızın bir anlamı yok." Sandalyeden tamamen kalktım ve masanın yanında dikildim. O da beni taklit ederek yanımda dikildi. Montum hala üzerimdeydi. Kaya sandalyenin arkasına astığı ve benim daha önce fark etmediğim deri ceketi üzerine geçirip fermuarını serice çekti. Kapıya yöneldiğimde asker botlarının kalın tabanlarının çıkardığı tuhaf sesi duyuyordum. Kapıyı açtım ve adım attım dışarıya.
Kaya da yanıma geldiğinde başımı ona çevirip sordum. "Nereye gideceğiz?"
"Okulun dışındaki her yer olabilir." dediğinde gülümsedim ve "Katılıyorum." dedim.
Birlikte merdivenleri indik ve son günler olduğu için rahat bir şekilde dışarı çıktım. Güvenlik görevlisi bile artık çok fazla umursamıyordu kimin çıktığını. Kaldırımda yürümeye başladığımızda kendimi soğuğu dinlemekle görevlendirdim. Soğuk bana bulamadığım harfleri getiriyordu sanki. Ya da uğultusuyla hatırlatma görevini üstleniyordu. Soğuk, bana beni hissettiriyordu. Soğuk acı gibiydi. Beni bana getiriyordu.
Okulun hemen altındaki kaldırım boyunca yürüdük. Sonuna yaklaştığımızda Kaya'nın cebinden telefonunun melodisi yükseldi. Hızlıca elini cebine sokup kısa bir hareketle telefonunu çıkardı. Ekranda yazan 'Anıl Abi' yazısını gördüğümde duraksadım. Benim tanıdığım biri değildi.
"Alo?" Bir süre karşı tarafı dinledi.
"Okuldan çıktım şimdi. Bir gelişme mi var?" Yine uzunca bir süre karşı tarafı dinledikten sonra yürümeyi kesti. Bakışları bana dönerken dudaklarını araladı.
"Yanımda şimdi, beraberiz. Gelelim mi bürona?" Yine sessiz bir dinleyişin ardından cevap verdi.
"Tamam, geliyoruz şimdi." Telefonu kapattıktan sonra cebine soktu tekrar. Sonra bana döndü ve cesaret vermek ister gibi gülümsedi.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
LACİVERT
Teen FictionAŞK... Üç harf, tek heceye sığdırılmış iki koca hayat... Sadece aşk mıdır, her şeyi zorlaştıran? Ya da sadece aşk mıdır, her şeyi kolaylaştıran? Her şeyi unutmak mı daha kolay? Yoksa yaşadığın her saniye hatırlamak mı? Peki ya AŞK?...