20-BELİRSİZ

501 29 8
                                    

20. bölüme geldik ha?
Medyada Lacivert için keşfettiğim şarkı var. Ben beğendim arkadaşlar. Siz de beğenirsiniz umarım.
Şarkının adı: No Doubt - Dark Blue
Hepinize güzel ramazanlar diliyorum. İyi okumalar.

Kulaklarının uğuldaması denilen şeyi daha önce birçok kişiden duymuştum. Ama genellikle ya bomba patlardı ya da yüksek sesli bir şey duyduklarında, örneğin silah sesinden sonra bu olurdu. Şu an benim yaşadığımsa, beynimin temellerini sarsacak türden farklı bir uğultuydu. Neden böyle olduğunu henüz kavrayamamıştım. Beni asıl şaşırtan, benim Berker'i sevmediğimi söylemesiydi. Kaya'nın Ecem'i sevmediğini zaten biliyordum.

Onu sevmiyorsun. Onu sevmiyor muydum? Yoksa sevmediğimi herkese bu denli belli mi ediyordum?

Uğultu kulaklarımın arasında bir köşeye oturup başını avuçlarının arasına aldı ve ne yapacağımı beklemeye başladı. Kahkaha atmamak için dudaklarını birbirine bastırmış gibi gözüküyordu.

"Kaya hadi evine git, sarhoşsun." dedim. Nasıl bir tepki vermem gerektiğini bile bilmiyordum. Beynimin içinde başka taraflara savrulan kağıt sesleri var gibiydi, uygun tepkiyi bulamamıştım.

"Seni ilgilendirdiğimi düşünmüyorum." dediğinde kanım damarlarımda donmuş gibiydi. Verdiği birbirine zıt tepkiler zihnimi allak bullak etmiş ve bir kenara atmıştı.

"Bak Kaya, sarhoşsun. Git evine. Sonra konuşalım olur mu?" Normale döndüğünde böyle bir şeyi konuşmak istemeyeceğini bildiğim için bunu öne sürmüştüm.

"Berker'in yanına gitsene!" diye bağırdığında başımın üzerinden buz küpleri dökülmüş gibi hissediyordum. Bu küpler beynimin kılcal damarlarına süzülmüş ve beynimi istila ederek dev bir uyuşukluğun beynime hakim olmasını sağlamıştı. Gözlerimi sokaktaki evlere çevirdim ve Kaya'nın bağırmasından sonra uyanan insan var mı, diye baktım. Kimseyi görmemek beni sevindirmişti. Ama Kaya'nın hiçbir şekilde hiçbir şey umrunda değildi. Zaten sarhoşken insan ne dediğini bilemezdi ve söylediği şeylerin büyük bir çoğunluğu doğru olurdu. Yani, öyle duymuştum sadece. Duyum işte. Hem sarhoşken gördüklerimiz gerçek yüzlerse, Berker'den korkmam kaçınılmazdı. Gözleri saf bir nefretin perdesi altında gözlerime değmişti ve bakışlarıyla kavrayamayacağım şeyler anlatmıştı.

"Berker gitti." dedim. Diyebileceğim tek şey buydu. Ne yapmalıydım ki? Kaya beni soyut dört duvarın arasına koymuştu ve duvarlar giderek üzerime yaklaşırken yaptığım tek şey, başımı ellerimin arasına alıp ağlamak olmuştu. Şu an karşısında ağlamak istemiyordum. Bu, berbat bir şeydi. Belki de arkamı dönüp çoktan gitmeliydim. Ne diye burada, yanında olacaktım ki?

Beynim gitmek ve gitmemek kalıpları arasına sıkışıp iki büklüm olurken kaşlarım çatılmıştı ve yüzümde hislerimin ortaya saçılmasının verdiği bir dehşet rengi olmalıydı. Ayaklarım adım atıp atmamak konusunda kararsızken, bir an onlara emir vermeyi düşündüm. "Hadi, gidelim!" demeyi. Ama bir yanım bunu delicesine isterken, diğer yanım aptal bir düşüncenin kollarının arasından gitmememi istiyor ve deli gibi çırpınıyordu. Beynim, ruhum, zihnim, bedenim. Hatta... Kalbim. Hiçbirine söz geçiremiyordum. Bu bariz bir şekilde capcanlı halde ortadaydı ve bana alayla bakıyordu.

"Asya git." İki kelime olurdu bazen hislerini ortaya dökecek şey. Ortama zehir gibi yayılan, her yeri çepeçevre saran ve seni oraya sıkıştıran iki kelime. Gitmeni söyleyen ama seni iki büklüm edip kararsız kılacak iki kelime.

"Tamam. Eve gir, gideceğim." dedim. Direnmek konusunda inatçı olduğum inkar edemeyeceğim bir gerçekti. O eve girmeliydi, ben de öyle gitmeliydim. Karşımda duran sarhoş bir Kaya Özer'di. Normalde olsa arkama bile bakmadan defolup eve giderdim ama şu an onu bu halde bırakmamalıydım. Bırakamazdım.

LACİVERTHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin