26 - BOŞ

275 21 2
                                    

Medya: One Republic-Counting Stars
Kimseyi umursamamayı öğrenebilmekti asıl mesele. Yapamadık.
Berker'in kulaklarıma batan harflerinden sonra kaşlarım istemeden de olsa çatılmıştı. Saçımı kulağımın arkasına itekledikten sonra dudaklarımı araladım. Harfler dilimin ucuna birikmişti.
"Bu da nereden çıktı?" diye sorduğumda bedenimden uzaklaşıp gözlerini benimkilere hizaladı.
"Onunla birlikte şarkı söylemeni istemiyorum." dedi. Kelimeleri soğuk ve sertti. Buz kalıpları kadar.
"Neden?" diye sordum. Harfler kırgın ve güçsüzdüler. Berker'in kulaklarına tıkadığım harfler yorgundu.
"Çünkü..." dedi. Ne diyeceğini sabırsızlıkla beklerken bir adım gerileyip görüş alanımı genişlettim.
"Çünkü seni kıskanıyorum."
Kelimeler sitemin serinliğiyle yoğrulmuş gibiydi.
"Sadece şarkı söyleyeceğiz Berker. Ne var ki bunda?" dedim. Bu sefer güç aşılanmıştı harflere ve dolayısıyla da kelimelere. Derince yayılmıştı güçlülük harflerin üzerinde. Uçlarından damlıyordu.
"Bilmiyorum; ama rahatsız oluyorum." dedi başını ayaklarına eğerken.
Sol elimi uzattım ve çenesini kavrayıp başını kaldırarak gözlerini gözlerime hizaladım. Aslında boyu uzun olduğu için kaldırmama gerek bile yoktu.
"Berker bunu düşünmeni gerektirecek hiçbir şey yok. Sonuçta müzik hocası söyleyeceğimizi biliyor ve karşı çıkamam bu saatten sonra. Beni anla lütfen."
Cümleler sıcak havaya karıştı, yerleşti iyice taneciklerin üzerine. Hava tanecikleri harflerimi taşır oldular şimdi. Yere düşmek üzere uçuştular havada. Harflerim ağırdı.
"Tamam. Senin hatrın için bir şey demeyeceğim." dedi sakinliği kelimelerine ataşla tuttururken. Kelimeleri sakinliğin renklerine bürünmüştü. Belki biraz beyaz. Ya da belki de... Siyah?
"Tamam." dedim gülümserken. "Hallettik o zaman."
Tereddütün minik bir itişiyle dudakları ince bir çizgi hâline geldi ve gülümsedi, incecik, kırılgan.
Mavi gözlerinde yavaş yavaş, damla damla biriken gülümseme isteğini gördüm o anda. Sonra ilk kez bir şey yaptım.
Gülümsemesi için cesaret verdim ona.
Dudakları yukarı doğru kıvrıldığında ben de gülümsedim ve ikinci kez yapacağım bir şeyi yapmak için bedenimde cesarete dair bir şeyler aradım. Dilimin altından dilime batan kırıntılar yukarı yükseldi ve istediğimi yapmamı sağlamak ister gibi mideme düşüp ardından damarlarıma yayıldı. Cesaret kırıntıları damarlarımda dolanıyordu şimdi.
Ve ben, ikinci kere bunu yaparak uzanıp Berker'in yanağına usulca bir öpücük kondurdum.
Gözlerindeki gülümseme genişlerken mavi gözleri daha açık bir tona büründü. Ama gözlerinin üzerinde bakışlarının kirliliğinden kaynaklanan koyu renkteki lekeler belirgindi.
"Gideyim artık. Görüşürüz." dedi Berker açık kapıdan dışarıya bakışlarıyla uzanırken. Bakışları soğuğu hissetmiş gibi geri içeri çevrildi ve üzerimde durakladı. "Hoşça kal." dedim. İlerlemeye başladı ve bahçeden çıktığında kapıyı ittim arkasından.
Mutfağa doğru yürüdüm. Adımlarım kırılgandı, sanki her an yere yığılacakmış gibi.
Tezgahın üzerindeki manzara bana karşı sırıtırken bakmamaya çalışarak masaya yaklaşıp bir bardağa su doldurdum. Suyu tek dikişte içtikten sonra mecbur olma durumuyla kendimi ve adımlarımı tezgaha doğru ittim. Yemek işi hallolmuştu; ama yemek yaparken çıkan bulaşıklar bana kalmıştı. Usulca sokuldum tezgaha ve mutfağı toparlamaya başladım.
*
Elimdeki karton bardaktaki çayı hızlıca içtikten sonra çöp kutusuna atıp hızlıca masadan kalkarak merdivenlere yöneldim. Dinginlik adımlarımla zemine bulaşırken birinin omzuma sertçe çarpmasıyla bocalayıp bir adım geriledim.
Şimdi fırsat benim elime geçmişti. Sesimi yükseltmek için boğazımı temizleyip dudaklarımı araladım.
"Özür dilemene gerek yoktu hayatım, bir dahakine daha yavaş yürürsün."
Sözlerimden sonra birkaç yüz bize döndü ve başarmanın verdiği sevinci damağımda hissettim. Ecem biraz afallasa da hemen kendini toparladı ve alaycı bir şekilde gülümsedi.
"Ne oldu sana? Beni idol mü edindin kendine?" dediğinde alayla bir kahkaha attım. Sonra işaret parmağımla onu gösterip "Seni mi?" dedim ve tekrar güldüm.
"Gülüşlerinle bir şeyleri kapatmaya çalışıyorsun; ama boşuna tüm çaban. Zavallının tekisin."
Sözcükleri tenime saplanırken yutkundum. Yüzümdeki olumlu ifade parçalara ayrılıp havada uçuşmaya başlamıştı. Gülümserken bir şeyleri kapatmaya mı çalışıyordum ki? Gülümsemek kapatır mıydı acizliklerimi?
"Burada senden başka zavallı göremiyorum ben." dedim soğukluğu da kelimelerin arkasından itelerken.
"Berker'le bana inat olsun diye çıkıyorsun değil mi?" dedi sonra dişlerinin arasından konuştu. "Kimin zavallı olduğunu tartışmayalım istersen."
Sessizde kalırken başımı ayaklarıma eğdim. Siyah botlarımın altın rengindeki fermuarları kenarda sırıtıyordu.
"Doğru değil mi? Berker'le benden intikam almak için çıkıyorsun." Gülümsedi ve bu kez o, parmağıyla beni gösterdi. "Busun işte sen."
Dişlerimi birbirine bastırırken onun tersine gidecek birkaç kelime aradım; ama tüm kelimeler damarlarımda tıkanmış gibiydi. Kelime bulamamanın verdiği eziklikle ellerimi omuzlarına yerleştirip ittim onu. "Senin ne olduğun konusuna girmeyelim istersen." dedim tıslar gibi.
Ellerim şimdi havayı yararak bacaklarımın yanına düşmüştü. Bu sefer de o, yine beni taklit ederek ellerini omuzlarıma yerleştirdi ve beni itti. Bir iki adım sendelerken dengemi sağlayıp kendimi toparladım. Ellerimi omuzlarına yerleştirip bir kez daha ittim. Sözcüklerim de havaya karışırken Ecem dengesini bulup durmuştu. İtişlerim çok da şiddetli değildi zaten. "Gerçekleri hazmedemedin mi?" dedim. Birkaç yüz bize çevrilmişti ve merakla bekliyorlardı.
Elleri yine omzumda bir yer bulurken beni daha şiddetli itti ve bu kez daha kötü sendeledim. Adımlarım zeminde tekrar yer bulamazken kendimi düşmenin eşiğinde titrerken buldum. Zemine temas edeceğim vakti beklerken kollarıma yapışan parmaklar düşmemi engelledi ve dengemi sağlamamda yardımcı oldu. "Neler oluyor burada?"
Kaya'nın şaşkınlığın tonlarında dalgalanan sesi kulaklarımı doldurduğunda arkamı döndüm. "Sevgilin çıldırmış." dedim inanamazmış gibi. Başını hafifçe öne eğdi ve sadece benim duyabileceğim kelimeleri bana yuvarladı.
"Sevgilim olmadığını söylemiştim."
Kaşlarım çatılırken Ecem bizim yanımıza yaklaştı. "Kaya söylemem gereken şeyler var."
Kaya delici bakışlarını Ecem'e yönlendirdi. "Dinlemek istemiyorum Ecem."
"Kaya ne diyorsun sen? Gerçekten önemli şeyler. Bu kız var ya-" Kaya bir adım öne çıktı. "Ecem." dedi uyaran bir sesle.
"Ne Kaya, ne? Ne Ecem'i?" Kaşlarını çatıp başını sağa sola salladı yavaşça. Sonra tiksinir gibi işaret parmağını beni göstermek için kullandı. "Bunun," dedi yüzünü buruştururken. "Berker'le benden intikam almak için çıktığını bilmiyorsun."
Kulaklarım harflerle tıkanırken yutkundum. Kulaklarım uğuldamaya başlamıştı. Uğultu o kadar derindi ki, kulaklarımı sağır etme yolunda hızlı adımlarla ilerliyordu. Harfler kulaklarıma kazınıyordu ve buralar kan sızdırmaya başlamıştı. Ecem ters bir bakış attıktan sonra arkasına dönüp merdivenleri çıkmaya başladı. Kaya gözlerini bana çevirdiğinde yutkundum. Bakışlarım başka bir köşeye doğru çekilirken Kaya kolumu tuttu. Parmakları kazağımın üstünden tenimi kavrarken yürümeye başladı ve ben de peşinden sürüklenmeye. Ama itiraz edebilecek gücüm yoktu, sanki gücümün hepsi parmaklarıma toplanmıştı ve Ecem'i itmemle de onun omuzlarına bulaşmıştı.
Okuldan hızlıca çıktığımızda bahçede birkaç kişinin olduğunu gördüm. Öğle arası olduğu için öğrencilerin çoğu kantinde veya yemekhanedeydi.
Kaya'nın parmakları hâlâ kolumda gömülüyken okulun arka kısmına doğru çekiştirmeye devam etti. Parmakları yavaş yavaş gevşerken hiç kimsenin olmadığı bir duvara yaklaştığımızda durdu. Duvarı gözden uzak tutan şey köşedeki kirişti. Bedenlerimizi gizliyordu bu kiriş.
"Neden buraya geldik?" dedim sakince. Kelimeler dudaklarımda yavaşça kıpırdanmıştı. Harfler her zamanki gibi yorgundu yine.
"Doğru mu söylüyor?" dedi kaşlarını çatarken. Sakinliği tüylerimi ürpertecek kadar soğuk ve dondurucuydu. Sertçe yutkunup bakışlarımı kaçırdığımda kelimeleri önüme sıraladı. "Doğru mu söylüyor, dedim." Dişlerinin arasından kopan harfler tenime saplanmıştı. Canım acıyordu şimdi.
"Cevap vermek istemiyorum." dedim tek kaçışım olan bu kelimeleri avucumda sıkı sıkı tutarken.
"Öyle bir seçeneğinin olduğunu söylemedim." dedi sakinliğinde boğulacak kadar ruhsuz bir biçimde.
"Bilmiyorum." dedim sonunda. Harfler dudaklarımı çizerek uzanmıştı dışarı. Dudaklarım acıyordu.
"Bilmeyecek bir şey yok ki bunda." dedi hafifçe sinirli bir ses tonuyla. "Berker'i..." dedi. Dili söylemeye varmıyordu sanki. "Kullanıyor musun?"
Kulaklarıma çarpan harflerin alevlerinden saçılan kıvılcımları beynime sıçramıştı. Hakkımda bunu mu düşünüyordu? Ya da ben... Bunu düşünmesi için uygun bir zemin mi hazırlamıştım?
"Hayır." dedim korkuyla. Başımı hızlıca iki yana salladım. "Hayır."
Dişlerimi birbirine bastırdığım için çenemdeki kaslar sıkılaşmıştı ve adımlarım da titrek değil; aksine kararlı ve yeri sarsacak türdendi. Zeminde yer bulan ayaklarım ilerlerken Kaya bileğimi kavradı bu kez. Bedenim ona doğru savrulurken alt dudağımı dişlerimin arasına aldım. "Ne istiyorsun?" dedim sakince. Ürkütücüydü sükûnetim.
"Dur." dedi. "Neden öyle söylüyor Ecem?"
Kelimeler kalbimin üzerine yerleşen ağır çuvallar gibiydi. Belki Ecem'li bir cümle olduğundan, belki Kaya'ya yalan söylediğimden.
"Bilmiyorum." dedim bakışlarımı ayaklarıma indirirken. Siyah botlarım gözlerimin önüne tırmanmıştı.
"Şu banka otur." dedi hızlıca. Eliyle gösterdiği banka yaklaştım ve oturdum. O da yanıma oturduğunda gözlerim çevrede ağına takılacak birkaç yabancı yüz aradı; ama kimse yoktu. Dudaklarım Kaya'nın bir şey söylememi beklediğini hisseder gibi aralandı ve kelimeler başlarını dışarı uzattılar.
"Berker. O gün söylemişti bana benden hoşlandığını. Seninle konferans salonunda kapalı kaldığımız gün eve dönerken." Derin bir nefes aldım. Kaya sadece başını ellerine eğmiş ve parmaklarıyla oynuyordu. "Hiçbir şey söylemedim ona. Eve gittim koşarak. Sonra... Sonra doğum günümde bana kırgın olduğunu biliyordum ve o bütün sürprizi hazırlamıştı. Saçma gelecek, ama suçluluk duydum ona karşı. Kendimi suçlu gibi hissettim." Harfler soğuk havaya nefesleriyle ısı yayıyorlardı. "Sonra ona kabul ettiğimi söyledim. Sevinmiş gibi gözüküyordu. Sonra onunla bir ton şey yaşadık. Ama onun hep bir gölgede kaldığını hissettim. Sanki bir şeylerin ardında gizleniyordu ve ben onun gerçeğini görememiştim henüz. Ona hep sahtece gülümsediğimi fark ettim. Oysa sıcak geliyordu bana. Samimi. Sanırım alışmaya başladım ona." Nefesim küçük ve anlamsız bir desenle havada kendine yol çizdi. "Onun garip arada bana tuhaf gelen davranışları vardı. Ama bu da benden kaynaklandı sanırım. Karanlığım kelimeler de bulaşmış olmalıydı." Duraksadım. Kelimeleri toparlamaya çalıştım. O sırada Kaya kelimeleriyle bariyer kurdu önüme.
"Karanlık olduğunu sanıyorsun. Karanlık gözükmeye çalışıyorsun, ama masumiyetinin beyazlığı bulaşıyor kelimelerine. Karanlığın ortasına düşen inci tanelerini hayal etsene. Kendilerini çok belli etmezler mi? Sen busun işte. Karanlığa sığınmaya çalışan, ama karanlığı delen inci tanesi."
Kelimeler tane tane döküldü zihnime. Duvarlarına çarptı zihnimin. Harfler kopup tekrar bir araya geldiler. Her bir kopuşlarında yeni bir anlam kazandı cümleler.
"Beyazlık ve ben ha?" dedim çarpık bir şekilde gülümserken. "Masum olmadığımı kaç kez daha söylemem gerekecek?"
"Ondan..." dedi duraksarken. Sonra hızlıca yutkundu ve ekledi. "Ondan hoşlanmaya başlıyorsun."
*

LACİVERTHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin