36-SINIRLAR

159 15 8
                                    

Bölüm şarkısı: Low-Lullaby

Sınır.

Aynı zamanda birçok anlamı yansıtabilecek bir güç.
Sınırlar.
Kimi zaman kendimizi engellediğimiz, kimi zaman bir çizgiyle soyutlandığımız gerçeği.
Yaşadığım süre boyunca önüme bir hedef koymuş ya da bir yol belirlemiş değildim. Hayatımı belirleyen gücün ince bir dal parçasıyla önümdeki toprağa bıraktığı izi takip ediyordum. Bu gücün nereden geldiğini kestiremiyordum.
Belki acıdan, belki nefretten.
On yedi yılık yaşantım boyunca en çok bu iki duygudan pay almıştım. Önüme sunulan koca birer dilimlerdi sanki. Dilimin üzerinde bıraktıkları tat aynıydı. Damarlarımda dolandırdıkları zehir aynıydı.
Ama nefret ve acı aynı şeyler değildi.
Nefret, acıdan besleniyordu.
Hayatımın karalandığı anı defterlerini karıştırdım. Her bir sayfada gözyaşının ıslak bir dokunuşu vardı. En kötüsüyse, her sayfada acı ya da nefretin parmak izlerinin bulunmasıydı.
Acı ve nefret her anıma, her dakikama işlemişti. Saniyelerin üzerine hızlıca dökülmüş ve onları boğup kendini beslemişti.
Acı ve nefret, zamandan besleniyordu.
Zaman, benim hayatımın ilacı değil, zehriydi.
Gözlerimin odaklandığı karanlık ekranda beliren soluk ten, ruhumu dürterken aklımı geçmişimden çekip filme yönelttim.
Geçmişten kurtulmak imkânsızdı. Her unutmaya çalıştığımda sinsice yanıma yaklaşıyor ve en zayıf yerimden ısırıyordu.
Keskin dişlerinin ruhumda bıraktığı onulmaz yaralar kan sızdırarak tazeliğini korurken onları yeniden sarmak için gereken gücü kendimde bulamıyordum.
Gücüm tükenmeye başlamıştı. Ben, yok oluyordum.
"Asya, mutfaktan bir şey istiyor musun?" İçine gömüldüğüm düşüncelerden zorlukla sıyrıldıktan sonra bakışlarımı Buse'ye yöneltip başımı olumsuz anlamda iki yana salladım. Yanımda oturan Tuğçe, ayağa kalktıktan sonra bağdaş kurarak yeniden oturdu. Tekli koltuktaki Beren, filmin durdurulmasıyla birlikte telefonunu eline almıştı. Bakışlarım, ekrandaki soluk yüzde durakladığında yutkundum. Sehpanın üzerine uzattığım ayaklarımı kendime çektikten sonra çenemi dizlerime yasladım. Bu pazar gününü Buse kız günü olarak ayarlamış ve beni de buna katılmaya mecbur etmişti.
Buse birkaç dakika sonra geri döndüğünde sabit gözlerle donuk ekranı seyrediyordum. Elindeki meyve suyu bardağını sehpaya bırakıp tekli koltuğa yerleşti. Kumandaya uzandıktan sonra filmi tekrar açtı. Ekran hareketlenirken sıkıldığımı fark etmiştim. Filmin sonu gelmek üzereydi ve çok büyük bir ihtimalle kız kendini öldürecekti.
Ayaklarımı aşağı indirdim ve ayağa kalktım. Salonun çıkışına yönelirken Buse'nin bakışlarına maruz kalmıştım.
"Nereye?" dediğinde arkamı dönmeden cevap verdim.
"Boşuna izlemeyin," dedim sakin bir sesle. "Kız intihar edecek."
Kimseden ses çıkmadığında ağır adımlarla yürümeye devam ettim. İçimden ondan geriye sayıyordum.
"Üç, iki, bir ve..." Kendi kendime fısıladadım.
"Bam."
Televizyondan gelen tek el silah sesi tahminlerimi doğrularken gülümsedim ve merdivenlere yöneldim.
Her şey bu kadar basitti.
*
Başımı gömdüğüm roman sayfalarının bilindik kokusu burnumu doldururken gözlerim satırlarda geziniyordu. Her bir satırda yazarın duyguları vardı. Her bir harfte hisleri kokuyordu.
"Selam." dedi tiz bir ses yanımdan. Bakışlarım yanımdaki kişiye çevrildi. Gözlerimin önündeki kişi adını yanlış hatırlamıyorsam Mine'ydi.
"Selam." dedim kuruca.
"Bugün sınıfın maçı var. Desteklemek için derse girmeyeceğiz. Sen de gelsene." dediğinde kaşlarımı çattım. "Ne maçı?"
"Futbol." Düşünürken alt dudağımı dişlerimin arasına almıştım.
"Ders edebiyat. Girmek isteyeceğini sanmam. Bence gelmelisin."
Haklıydı, sırf derse girmemek için maçı izlemeye gidebilirdim.
*
Masanın üzerine koyduğum telefonumu elime aldım ve siyah kotumun arka cebine sıkıştırdım. Kazağımı üzerine indirdikten sonra sınıftan çıkan kız grubuna yetişip arkalarında yürümeye başladım. Kalabalık bir şekilde spor salonuna iniyorduk. Dersten kurtulmak için sözde tezahürat yapmaya gidiyordum ama bir köşede sessizce oturacağımı adım gibi biliyordum.
Spor salonunun önüne geldiğimizde duraksadım. Gözlerim üzerlerinde forma olan çocukları tarıyordu. Kaya'yı gördüğümde gülümsedim. O da çarpık bir şekilde gülümsedikten sonra arkasına dönüp spor salonuna girdi. Önümdekilerin ilerlemesinden sonra ben de içeri girebilmiştim. Oturma yerlerine kısaca göz gezdirdikten sonra tenha bir yer buldum ve oturdum. Bizim sınıfın oyuncuları birkaç ısınma hareketi yapmaya başlamıştı.
Önüme oturan Mine arkasına dönüp yapay bir şekilde gülümsediğinde onunkinden daha sahte kokan bir gülümseme gönderdim. İstediğim zaman yapay olmayı oldukça iyi başarıyordum.
Gözlerim boş salonda gezindikten sonra sahanın ortasında duraksadı. Diğer sınıfın oyuncuları girmeye başlamıştı.
Bakışlarım içlerinden birinin üzerinde duraksadığında yutkundum. Maç, Berker'in sınıfıylaydı
Berker'in gözleri bana kalktı ve munzırca gülümsedi. Donup kalırken gözlerimi kaçırıp ifadesiz kalmaya çalıştım.
"Prenses!" Kaya'nın sesini duyduğumda duraksamadan gözlerimi ona çevirdim. Bu şekilde bana seslenirdi.
Gözleri mesafeye rağmen benimkilerin içine yöneldi ve iç ısıtan bir şekilde gülümsedi. Beni rahatlatmaya çalışıyordu. Bakışları bedenimi güvende hissettiriyordu.
Dudaklarım tedirginlikle beraber kıvrıldı. Kaya takım arkadaşlarını takip ederek sahanın bir bölgesine yerleşti. Futboldan pek anlamazdım ama Kaya'nın defansta oynadığını düşünüyordum.
Berker de kendi takımının aynı bölgesine yerleştiğinde sertçe yutkundum. Birbirlerine karşı yarışacaklardı.
Tüm oyuncular yerlerine yerleştikten sonra üst sınıflardan seçilmiş bir hakem geldi ve düdük çalıp maçı başlattı. Top iki kaleye de belli aralıklarla yaklaşsa da gol olmaktan kurtuluyordu.
Yaklaşık on dakika boyunca iki takım da gol atamadı. Gözlerim Kaya ve Berker'in üzerinde dolanıyordu. Tedirgindim. Kaya, ayağına gelen topu rakip takımın kalesine yakın bir yerde bulunan çocuğa pas attı ve çocuk topu kaleye gönderdi.
Gol olmuştu.
Berker'in gerildiğini buradan hissedebilmiştim. Bu kadar basit şeyleri bile gözünde dev yapacak kadar takıntılıydı. Topa karşı hücumu sertleşirken Kaya'ya yöneldiğini gördüm. Kaya topu kaçırırken Berker almaya çalışıyordu. Berker'in attığı çalımlardan birkaçı Kaya'nın dizine sert darbeler bıraksa da Kaya bir şey belli etmedi ve topu kaçırmaya devam etti. Diğer oyuncularsa müdahale etmek yerine izlemeyi tercih etmişlerdi. Hakem olan çocuğun telefonda konuştuğunu gördüğümde sertçe yutkundum. Bütü saha onları izlemeyi tercih ediyordu ve biri müdahale etmezse bu maçtan çok da sağlıklı çıkacakları söylenemezdi. Kaya topu Berker'e kaptırdığında yüzünden ani bir gölge geçse de topun peşini bırakmadı ve topa sert bir çalım atarak Berker'in ayak bileğine sağlam bir darbe indirdi. Berker yüzünü buruştururken topun kontrolünü kaybetmişti. Topu yeniden alan Kaya hızlıca kaleye ilerledi ve tüm sahanın şaşkınlığından faydalanarak topu filelere gönderdi. Bizim sınıfın kızları alkışlar koparırken ben endişeli bir şekilde Kaya'ya baktım. O ise bana kısa bir bakış atıp Berker'in yanına ilerledi ve kulağına yaklaşarak bir şeyler söyledi. Berker aniden kasılırken Kaya alayla gülümsemişti. Takım arkadaşından topu alan Berker hızla bizim sınıfın kalesine yöneldi. Önüne geçen Kaya onu engellemeye çalışırken Berker sert çalımlar yapıyordu. Oturduğum yerden biraz daha öne çıktım. Birbirlerine attıkları sert tekmeler alttandı ve fark edilmiyordu. Hakemin hala telefonda konuştuğunu da göz önünde bulundurursak gidişat hiç iyi değildi.
Berker topu Kaya'dan kurtardığında hırsla kaleye doğru ilerledi. Gözünü bürüyen hırs hareketlerine o kadar yansıyordu ki buradan bile hissedebiliyordum. Kazağımı avucumun arasında sıkıştırdığımı fark ettiğimde belimi gevşetip derin bir nefes aldım. Bir şeyler yapmam gerekiyordu.
Gözlerim topu kaleye gönderen Berker'in üzerinde duraklarken kaşlarımı çatmış ve yüzüme endişeli bir ifade oturtmuştum. Alt dudağımı dişlerimin arasına aldım ve kemirmeye başladım.
Berker topu başka bir takım arkadaşına bıraktıktan sonra yüzüne yerleşmiş bir ifadeyle Kaya'nın yanına geldi. Hareketleri insanı sinir edebilecek boyuttaydı. Kendisiyle aynı boydaki Kaya'nın kulağına eğildi ve keyifli bir şekilde bir şeyler mırıldandı. Kaya'nın saniyesinde değişen yüz ifadesine bakılırsa kötü bir şey söylemiş olmalıydı. Belki de benim hakkımda bir şeyler.
Oturduğum yerden doğrulduktan sonra hızlıca ayağa kalktım. Müdahale etmem gerekiyordu. Bundan adım kadar emindim. Birkaç basamağı hızlıca indikten sonra gözlerimi onlara çevirdim. Kaya'nın yumruk yaptığı elinin parmak boğumları kızarmıştı. Yanlarına yöneldim. Berker keyifle sırıtırken Kaya aniden harekete geçti ve yumruk yaptığı eline bütün gücünü toplamışçasına Berker'in yüzüne bir yumruk indirdi. Adımlarımı hızlandırıp sahanın ortasına koşmaya başladım. Aldığı darbenin etkisiyle yere düşen Berker'in yüzünde defalarca kez patlayan yumruklar bedenime paniği depolamıştı. Saniyeler endişeyle beslenirken sonunda etraflarına toplanmış kalabalığa ulaşabildim. Kimse bir şey yapmıyordu. Elimle onları itmeye başladım. Yardığım kalabalığın arasından yakınlarına ulaştığımda ellerimi hızla Kaya'nın havaya kalkan koluna yapıştırdım. Yumruğu Berker'in yüzüne bir kez daha inecekken durdurmuştum.
"Kaya..." dedim nefeslerimin arasında. "Dur ne olur."
Kaya kolunu hırsla çekip yeniden havaya kaldırdığında beni dinlemeyeceğini anlamıştım. Berker hala sırıtmaya devam ederken kolunu daha sıkı bir şekilde bir kez daha tuttum. Kaya kızgın bir şekilde bakışlarını gözlerime pençeledi. Yalvarırcasına baktım. "Dur... Lütfen."
Çenesi kaskatı kesilen Kaya bana sert bir bakış atıp kolunu elimden kurtardı. Bedeni o kadar kasılmıştı ki sinirlendiği her halinden belli oluyordu. "Allah kahretsin!" diye bağırdı.
"Allah kahretsin!" Adımları yeri sarsacak kadar güçlüydü. Kale direklerine doğru ilerleyip birkaç kez tekme attı. Maç ortada kesilmiş, çoğu kişi meraklı bakışlarla bizi süzüyordu. Hakem sonunda kapattığı telefonundan ayrılmış ve seyirciler arasına katılmıştı. Kural bu olmalıydı. İzlemek.
Gözlerim yerde yatan Berker'e kaydığında kaşlarımı çatmıştım. Dudağının kenarı kanıyordu ama o hala sırıtmaya devam ediyordu. Alaylı bir şekilde bana baktı.
"Ve prenses sahte prensi kurtarır." Ona attığım bakışın ardından dudaklarımı aralayacaktım ki vazgeçtim. Değmezdi. Salonun çıkışına yönelen Kaya'nın peşine düşecekken konuştu.
"Konuşmaya bile değmeyeceğimi düşünüyorsun değil mi prenses?"
Duraksarken yutkundum ve Berker'e kısa bir bakış atmakla yetinip Kaya'nın peşine düştüm. Arkamdan gelen ses, adımlarıma çelme takmaya çalışıyordu.
"Bir gün konuşmaktan da ötesini, yalvarmayı seçeceksin."
Bir anlık duraksasam da dinlemeyi ters bir köşeye fırlatıp soyunma odalarının olduğu kısma koştum. Odanın önüne geldiğimde kapı kapalıydı. Görebileceğim şeyleri düşünmemeye çalışıp kulpu indirdim. Ama kilitliydi.
Kapıya daha çok yaklaşıp seslendim. "Kaya?"
İçeriden ses gelmiyordu. "Kaya? Orada mısın?"
Elimi kapının üzerine koyup birkaç kez vurdum. "Ses ver, lütfen."
Sesim güçsüzlüğünü acizce ortaya sererken fısıltılarım kulaklarımı yakıyordu. "Kaya? Cevap ver, lütfen."
Başımı kapıya yasladım. Çevrede hiç kimse yoktu. Oyun, bir kez daha oynanmış ve perdeler kapanmıştı. Seyirciler çoktan yok olmuştu. Belki de Kaya bile burada değildi.
Kapının önüne diz çöktüm.
"Çakıl taşı?" dedim gözlerimden minik bir damla süzülürken. "Hatırlıyor musun Çakıl Taşı?"
Dilimin ucuna biriken onlarca sözcük vardı. Hepsi artık dışarı çıkabilmek için yalvarıyorlardı.
"İlk gün böyle demiştim sana. Neden biliyor musun?"
Belki de içeride hiç kimse yoktu. Boşuna konuşuyordum. Ama artık kelimeler dökülmeye başlamıştı.
"Adın Kaya. Ama sen... Sen..." Nedensizce çeneme süzülen sıcak damlayı sildim.
"Kaya gibi değilsin. Yani... Kaya sert olur. Ama sen öyle değilsin. Kaya gibi görünüyorsun ama için bir çakıl taşından farksız."
Burnumu çektim. Gözlerimden akan yaşların sebebini bilmiyordum. Ya da itiraf edemiyordum. Saniyeler bir şeyleri anlatmam için hem çok kısa hem de asırlar kadar uzundu. 

LACİVERTHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin