Bölüm şarkısı: Skylar Grey-Final Warning (Klibi izlemenizi öneririm.)
Göz kapaklarım yavaşça kalkarken dilimin üzerindeki metalik tadı yok etmek için yutkundum. Gözlerimin önünde sürüklenen görüntü parçalarının uçlarını kavrayan acı, birbirlerine ekledi ve duvara çiviledi. Bütün parçaların birleşmesiyle oluşan korkunç görüntü duvarda tekrar yaşanırken defalarca yutkundum. Ağzımın içindeki kan tadını yok edemiyordum. Gördüğüm rüyanın etkisiyle dilimi ısırmış olmalıydım. Yatakta doğrulduktan sonra ellerimi saçlarımın arasına geçirdim. Parmak uçlarımın neme bulanmasıyla birlikte dudağımın kenarına bulaşan kanı da fark etmiştim. İşaret parmağımı dudağımın kenarına dokundurdum. Parmağıma bulaşan koyu kırmızı renge karşı midem bulanırken karanlık odada gözlerimi gezdirdim.
Kabusların artık devam etmesini istemiyordum. Yutkunmamla birlikte boğazımdan kayan berbat tat etkisini yitirmezken ayaklarımı aşağı indirdim. Parkeye temas eden tenimi dolanan ürperti karşısında tepkisiz kalırken ellerimle saçlarımı çekiştirdim. Canımın yanmasını istiyordum. Ya da bu şekilde kendimi mahvederek her şeye bir son verebilirdim.
Ellerimle yorganı avuçlayıp tüm gücümü akıtmak istercesine sıktım. Gözlerimden süzülen yaşlar artık gücümün tükendiğinin bir göstergesiydi.
Kabullenmiştim. Artık güçsüzdüm.
Ağlamaya devam ederken kendimi yatağa bırakıp sessiz hıçkırıklarımı duvarlara kazıdım.
Sıvaları dökülen duvarın yerdeki kırıntılarından çaresizliğimin kokusu yükseliyordu. Çaresizliğimin berbat kokusu midemi bulandırmaya yeterken fısıldamaya başladım.
"Yeter. Lütfen..."
Kapalı kapının altından süzülen ışık gözlerimi acıtırken kapıyı açmak yerine daha çok karanlığa sokuldum. Karanlıkta bulduğum parçalar ruhumun kırıntılarını temsil ediyordu. Ruhum, kırıntı sayılabilecek kadar parçalanmış ve döküktü.
Başımı ellerimin arasına alıp kulaklarımı kapattım. Yalnızlığın ve yorgunluğun korkunç tınısı kulaklarıma doluyordu. Notaların çaresiz fısıltıları zihnimde can verirken geriye güçsüz birkaç harf kalmıştı.
Tükenmiş harfler kana bulanırken onları kurtarmam için yalvarıyorlardı. Ama onlara yardım edemezdim. Çaresizlik benim düşmanım, acının kardeşiydi.
Yanaklarımın art arda akan göz yaşlarıyla birlikte ıslanmasıyla acı, sinsice kemirdiği ruhumu bıraktı ve önüme serildi. Görüntüsü çaresizliği fısıldıyordu kulağıma.
Göz kapaklarımı kapattığım an önüme biriken harfleri birleştirmeye çalıştım. Kelimeler bana ihanet ediyordu.
Ölüm.
Harfler beni beklemeyi bırakıp kendileri bir araya geldiler ve kan sızdırarak oluşturdukları kelimeye gülümseyerek baktılar. Harfler beni korkutuyordu.
Kelimeler ve hatta cümleler zihnime batıyor, saplanıp kalıyordu.
Gözlerim kapalı aynanın karşısına yürüdüm. Gözlerimi açmaya korkuyordum. Karşımda göreceğim beden, ifade, ruh, beni uçurumun dibine itecekti.
Gözlerimi yavaşça açtım. Karanlığa gölge düşürme zaferine erişemeyen sokak lambasının cılız ışığı yüz hatlarıma korkuyu işlerken duraksadım.
Karşımdaki beden yorgundu. Bedenimin içindeki ruhsa, kendini karanlığa iliştirmeye çalışıyordu.
Kulağıma dolan titreşim sesiyle birlikte bakışlarımı komodinin üzerine yönelttim. Ekrandaki isim, yutkunmama neden olmuştu. Telefona uzandıktan sonra parmağımı açma simgesine dokundurdum ve telefonu kulağıma götürdüm.
"Alo?" Sesim tahmin ettiğinden daha güçsüz çıktığında sertçe yutkundum.
"Asya? Uyuyor muydun?"
Saat gece ikiye geliyordu.
"Hayır. Bir şey mi oldu?" dediğimde yutkunduğunu hissettim.
"Bu saatte aramak istemezdim ama bekleyemedim."
"Kaya?" dedim. "Ne oldu?"
"Davayla ilgili önemli bir şeyler var. Evden çıkabilir misin?"
Kaşlarım çatılırken alt dudağımı dişlerimin arasına aldım.
"Tamam." dedi. "Çıkıyorum."
Odanın kapısını sessizce araladıktan sonra ağlamamı durdurup koridora çıktım. Ortalık karanlığı ağırlıyordu. Elimi duvarda gezdirdim ve düğmeyi bulduğumda ışığı açıp görüşümü netleştirdim. Yanaklarımı sildikten sonra basamakları indim ve kapının önüne geldim. Askılığa uzanıp montumu aldıktan sonra kapıyı sessizce açtım ve botlarımı ayaklarıma geçirdim. Anahtarı aldıktan sonra bahçeye çıktım ve kaldırımda gördüğüm Kaya'ya doğru ilerlemeye başladım. Soğuk hava tenimi yalarken bir kez daha iyi hissettiğimi fark etmiştim. Soğuk hava tek panzehirimdi.
Yanına ulaştığımda ellerini ceplerinden çıkardı ve saçlarını karıştırdı.
"Ne oldu?" dedi sonunda sesimi bulduğumda.
"Az önce Anıl abi aradı." dedi Kaya dudaklarını ıslattıktan sonra. Avukat olan kuzeninden bahsediyordu.
"Ne dedi?" dedim. Dudaklarımdan soğuk havayla birlikte sürüklenen harfler, güçsüzlüklerini fısıldadılar.
"Atladığın bir nokta var." dediğinde duraksadım. Benim üzerinde durmadığım bir nokta olabilirdi.
"Nasıl?" dedim kalp atışlarım hızlanırken. Nefesim soğuk havaya beyaz bir desen çizerek kayboldu.
"O gün... Yani kazanın olduğu gün, sizin oturduğunuz sokakta yol çalışması varmış."
"Bu neyi değiştirir ki?" dedim yorgunca. Sadece suçumu biraz daha hafifletebilirdi.
"O adam yüzde yüz suçlu. Hem alkollüyken araba kullanmış, hem de yapımda olan bir yola kafasına göre girmiş. Anlasana. Senin bir suçun yok." Gözlerim yavaşça aşağı düşerken kendimi toparlayıp birkaç kelime oluşturdum.
"Kaya..." dedim. "Eğer ben onu korkutmasaydım yola çıkmayacaktı." Kurumuş göz pınarlarıma minnet duyarken bir adım geriledim. Kaya başını iki yana sallayıp ellerinin arasına aldı. "Anlamıyorsun. Bir düşünsene."
Bir adım daha yaklaştı. "Eğer o gün, o piç herif alkol almayıp çalışma olan bir yola girmeseydi şu an kardeşini kaybetmemiş olacaktın."
O gün... Belleğimden bir saniyesi bile silinmeyen o lanet gün. Doğru mu söylüyordu?
O gün, o adam, alkol almayıp o yola girmeseydi Ada şu an yatağında uyuyor mu olacaktı?
Böyle bir ihtimal bile içimi ısıtırken ruhuma su serpildiğini hissettim. Buna alışık olmayan ruhum, çığlık çığlığa bağırıyordu.
"Kaya..." dedim. "Bilmiyorum."
Kaya'nın yüzünde beliren ifade beni anladığını gün yüzüne çıkarıyordu. Yüz hatlarıma işlenen bilinmezlik beni uçurumun kenarına çekerken çaresizce adım atıyordum.
Birkaç adım kala durakladım. Gözlerim dipsiz çukura ilişirken boğazıma kadar yükselen korkunun tadı genzimi yakıyordu. Gözlerimi karanlık gökyüzüne kaldırdım. Tamamen siyah yerine lacivertti gökyüzü. Araf'ı son zerresine kadar temsil edebilecek kadar karışık. Gökyüzü bana yardımcı olmuyordu. Arkamı dönüp kaçsam cennete mi ulaşacaktım? Ya da cennet uçurumun dibinde miydi?
Gözlerim bir kez daha dipsiz karanlığı süzdü. Korkunç gözüküyordu. Ya da cehennem uçurum olabilir miydi?
Öldüğümde, bir adım atıp dibe çöktüğümde mutlu olacak mıydım?
Lacivert... Araf'ın en iyi temsilcisi. Ruhumun kararsızlığa araladığı kapıdan içeri süzülen çaresizlik, beni uçuruma bir adım daha yaklaştırdı.
Lacivert... Bilinmezlik. Arada kalmak. İkilem.
Lacivert... Siyah ya da beyazın ortasında kalmak. Ya da siyah ve mavinin. Acı ve umudun.
Lacivert... Kan kusturan kelimeler. Çaresizlik. Nefret.
Lacivert... Kan. Korku.
Lacivert... Acı.
Lacivert... Araf.
Lacivert Araf'tı.
Soğuk havanın daha güçlü bir biçimde tenimi yalamasıyla birlikte ürperirken içinde bulunduğum düşüncelerden sıyrılmaya çalıştım. Ruhuma yapışan duyguları sıyırıp atmak istiyordum. Onlardan kurtulmak istiyordum.
Nefesim soğuk havada daireler çizerek kaybolurken ruhumu esir alan soğuğa minnet duymaya devam ediyordum.
Alt dudağım titrediğinde dişlerimin arasına aldım ve yanağımda yol çizen gözyaşını elimin tersiyle sildim.
Kaya kolumdan tutup beni kendine çekti ve kolunu belime doladı.
Fısıltısı kulağımı yakarken ürperdim.
"Masumsun prenses."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
LACİVERT
Teen FictionAŞK... Üç harf, tek heceye sığdırılmış iki koca hayat... Sadece aşk mıdır, her şeyi zorlaştıran? Ya da sadece aşk mıdır, her şeyi kolaylaştıran? Her şeyi unutmak mı daha kolay? Yoksa yaşadığın her saniye hatırlamak mı? Peki ya AŞK?...