SÜRPRİZ BÖLÜM 1: LACİVERT

869 37 14
                                    

Öncelikle selamlar, bir iki hafta oldu heralde yazmayalı. Bu bir iki hafta içinde ne doğru düzgün vote geldi, ne de yorum. Artık gerçekten çok üzülüyorum, bilmenizi istedim. Sanırım bu hikayeye başlayalı iki aya yakın bir süre oldu ama hâlâ tahmin ettiğim, hayal ettiğim şeyleri yakalayamadım. Üzülüyorum, çok. Bir facebook sayfası açmaktan söz etmiştim ama hiç kimseden ses çıkmadı. Benim de umudum tükeniyor ne yazık ki belli bir süreden sonra...
Bu bir sürpriz bölüm. Böyle başlayarak hissettiklerimi paylaştığım için üzgünüm. Sürpriz bölümlerde ne olacak? Sürpriz bölümler yaza kadar paylaşacağım minik parçalar olacak. Karakterlerin özellikleri falan, her şey aynı. Sadece ana bölümlerden bağımsız olacak. Zaman kavramını sileceğiz. Neyse çok konuştum, iyi okumalar...
İpek, bölümün ithafı senin.

Cama çarpıp aşağı süzülen minik yağmur damlalarının, yine minik seslerini duyduğumda başımı okuduğum kalın romandan kaldırdım. Başına oturduğumda kesintisiz olarak saatlerce kitap okuyabiliyordum. Yine bir sonbahar günüydü. Sonbahar, en sevdiğim mevsim... O tuhaf kişiliğimin tam olarak yansıdığı tek mevsim.

"Asya?" dedi Buse o tatlı mı tatlı sesiyle.

"Efendim?" dedim ben de hayattan bıkmış olduğunu binbir türlü ifade edebilecek bir ses tonuyla.

"Hâlâ kitap mı okuyorsun sen?" dedi hem şaşkın, hem alaylı.

"Evet." dedim kısacık.

"Ne buluyorsun şu kitaplarda, anlamıyorum." dedi sonra.

Kitaplarda ne buluyorum? Ne buluyorum?... Belki de yaşayamadığım şeyleri orada tadıyorum, imrendiğim hayatları gözden geçiriyorum. Bir an olsun, onlara özenip kendimi kendi acılarımdan soyutluyorum, kim bilir?

Buse'ye cevap vermemiştim. Verememiştim.

"Ben dışarı çıkıyorum. Berenler'le buluşacağım."

Yine tepki vermedim. Kendi aptal düşüncelerimin hırsını Buse'den çıkarmam da ayrı bir aptallıktı. Sonunda Buse dayanamadı ve başını, uzattığı kapı aralığından çekip kapıyı kapattı. Buse'yle konuştuğum süre zarfında başımı, bir saniye olsun kitabımdan kaldırmamıştım. Birileriyle göz göze gelmek, en büyük fobilerimden biri. Gözlerimi, bir başkasınınkiyle birleştirdiğimde, düşündüğüm ve düşünebileceğim her şeyin o bir başkasına akacağını düşünüyordum. Belki aptalcaydı. Ya da... Çocukça. Ama inanıyordum işte. Gözlerinizde gösterebileceğiniz güzel bir bakışınız yoksa, başkasının gözlerinin içine bakmaya çekinirdiniz.

Kitabın o renksiz kapağını yavaşça kapattım ve başımı dayamış olduğum serin duvardan çektim. Vücut hücrelerimin her biri, kendi uyuşmuşluğunu ilân etmişti. Ellerimi yumruk yaptım ve kollarımı havaya kaldırıp esnedim, her ne kadar tuhaf gözüktüğümü fark etsem de.

Sahi, bugün hangi tarihti? Kaçıncı aydaydık ve o bilmediğim ayın kaçıncı günündeydik, hiçbir şey bilmiyordum. Tek bildiğim, haftasonunda olduğumuzdu ve bu da yaşamak için gayet yeterli bir ipucuydu.

Bacaklarımı yataktan aşağı sarkıttım ve zemine dokunduklarında ayağa kalktım. Üzerimdeki uçuk pembe kazağın, kıvrılmış olduğunu fark ettiğim arka kısmını düzelttim. Bacaklarımda, onları saran, dar ve siyah bir kot vardı. Oturduğum için pantolonumun bazı yerleri kırışmıştı. Ama umursayacak bir durum değildi. Evdeydim ve dışarı çıkacağımı da sanmıyordum.

Odamın gümüşî renkteki kapı kulpunu indirdim ve başımı dışarı uzattım. Evde kimse yoktu. Teyzem ve eniştem işteydiler. Doğukan da futbol antrenmanına gitmişti. Buse zaten Berenler'le buluşacaktı. Bir an keşke onun gibi olsam diye düşünmeden edemedim. Böyle bir arkadaş çevremin olmasını ben de isterdim, ne yalan söyleyeyim. Ada'yı kaybettikten sonra, her şey bitmişti benim için. Açan yeni bir çiçek ya da her gün doğan güneş, hiçbir şeyi değiştirmiyordu benim hayatımda. Her gecenin sonundan bir gün doğar, derdi herkes. Evet, yeni bir gün, pırıl pırıl bir güneş doğardı. Ama kimse sabahın nasıl olduğunu, o ötesiz gecenin nasıl bittiğini sorgulamazdı.

LACİVERTHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin