Merhaba arkadaşlar, hikayemi kütüphanenize eklemeyi ve arkadaşlarınıza, sevdiklerinize tavsiye etmeyi unutmayın lütfen...
Hikayemde olayların biraz yavaş ilerlediğinin farkındayım. Ancak her şeyin ince ayrıntılarına kadar inmem gerekiyor. Çünkü ileriki bölümlerde şu an küçük olarak gözüken ayrıntılarımız çok işimize yarayacak ve bazı şeyleri anlamanızda kolaylık sağlayacak. Bu bölümde erkek karakterimiz ortaya çıkıyor. İyi okumalar...
Teyzemin "Hadi kızlar, uyanın." temalı serenatından sonra göz kapaklarımı yavaşça kaldırdım ve başımda dikilen teyzeme gülümsedim. Kahvaltının hazır olduğunu ve çaylarımızın soğumaması gerektiğini söylüyordu.
Buse henüz uyanmamıştı ve kolay kolay uyanacağını da sanmıyordum. Uykusu ağırdı. Ama benim uykum çok hafifti. Annem gece beni uyandırmaktan korktuğu için üstümü örtmeye bile çekinirdi.
Teyzemi daha fazla yormamak için İstanbul desenli yorganı yavaşça üzerimden çektim ve çıplak ayaklarımı halının örtmeye yetmediği soğuk parkenin üstüne indirdim. Bu hareketimle birlikte biraz irkilsem de kendimi toparladım ve teyzeme rağmen hala uyumaya devam eden Buse' ye imrenerek baktım. Buse' ye bakınca aklıma birden otobüsteki teyze geldi. Keşke onlar gibi olsaydım diye düşünmeden edemedim. Yavaşça doğruldum ve ayağa kalktım. Bugün benim için ilk okul sabahıydı, heyecandan ölecek gibiydim ve beni yatıştıracak olan annem şu an burada değildi. Bunu düşünmemle kalbimin derinliklerinde bir yerden acı dolu bir çığlık yükseldi. Ama onu bastırmayı başarabilmiştim.
Kapıyı açıp dışarı çıktım ve banyoya yöneldim. Her zamanki adetimi bozmadım ve yüzüme yine soğuk su çarptım. Bu sefer aynaya bakmadan yuvarlak askıdaki havluyu alıp yüzümü kuruladım. Banyodan çıktım ve tekrar odaya döndüm.
Okullar açılalı bir ay olmuştu ve ikinci aya başka bir okulda devam edecektim. İlk sınavları olmuştuk ve Buse' nin dediğine göre onlar da olmuştu.
Odaya girdiğimde Buse' nin de yatakta doğrulduğunu ve esnediğini gördüm. Esnemek bulaşıcı olduğu için ona hemen kısaca bir "Günaydın." deyip gözlerimi başka yere çevirdim. Okula serbest kıyafetlerle gittiklerini biliyordum. Bu yüzden dün Buse' nin dolabına sıkıştırdığımız kıyafetlerden siyah dar bir pantolon ve üzerine de pudra rengi kışlık bir gömlek seçtim. Zaten ilk günüm olduğu için bir şey diyeceklerini sanmıyordum. Buse odadan çıktığında geceliklerimi çıkardım ve seçtiğim kıyafetleri giydim. Saçlarımı açık bırakmaya karar vererek Buse' nin düzleştiricisini aldım ve birkaç kez saçlarımdan geçirerek tekrar çekmeceye koydum. Ne dümdüz olmasını istiyordum, ne de çok kıvırcık. Ortası en iyisiydi. Buse odaya girdi ve ben dışarı çıktım.
Hangi sınıfta olduğumu ve dolayısıyla ders programımı da bilmediğimden yanımda küçük bir çanta götürecektim.
Buse dışındaki herkes masadaydı. Ağır hareketlerle kahvaltımı yaptım. Heyecanlı olduğum zamanlar yemek yemekten nefret ederdim. Birkaç lokma daha aldıktan sonra ayağa kalktım.
Teyzeme "Eline sağlık teyzecim." diyerek tekrar odaya döndüm ve gardırobun boy aynasında kendimi izlemeye koyuldum.
Buse içeri girdi ve "Hadi gidiyoruz canım." dedi. Hızlıca lacivert kaşe montumu üzerime geçirdim ve saçlarımı zorlukla gün yüzüne çıkardım. Kalbim de deli gibi çarpmasa hazır sayılırdım aslında.
"Babam bırakacakmış bizi." dedi Buse hafif bir memnuniyetsizlikle. Başımı ağır ağır aşağı yukarı salladım. Şu an bunun ne anlama geldiğini bile bilmiyordum. Buse de montunu giydikten sonra odadan çıktık. Teyzem yanaklarımıza küçük birer öpücük kondurup başarılar diledi. Düşmemeye çalışarak biraz dik olan merdivenleri indim. Malum dünyanın en sakar insanları arasında sayılabilirdim. Markete gittiğimde bozuk paraları alayım derken bütün paraları yere düşürürdüm ve sonraki yarım saatim yerlerde sürünerek para toplamakla geçerdi.
Doğukan öne oturduğu için Buse' yle ikimiz arkaya oturduk. Eniştem arabayı çalıştırdı ve eve yakın olduğunu bildiğim yeni okuluma sürmeye başladı. Birkaç dakika sonra okulun önüne gelmiştik ve İstanbul' daki okulumdan çok daha havalı olduğunu söyleyebilirim. Okula arabasıyla gelen birkaç öğrenciyi de gördükten sonra seslice yutkundum. Buraya uyum sağlayabilir miyim, bilmiyordum.
"Çocuklar, ben işe geç kalıyorum.Siz halledebilirsiniz, değil mi?" diye sordu eniştem.
Buse ve ben başımızı aşağı yukarı sallayarak onayladık. Doğukan zaten başka bir okuldaydı. Kapıyı açıp aşağı indim ve arkası kıvrılmış lacivert montumu düzelttim. Buse de indikten sonra okulun büyük demir kapısından içeri girdik. Ben Buse' nin aksine yavaş yürüyordum ve bu yüzden biraz gerisinde kalmıştım.
Az sonra en az Buse kadar güzel bir kız yanımıza geldi ve Buse' ye hararetli hararetli bir şeyler anlatmaya başladı. Ne konuştuklarını dinleme düşüncesi şu an için bana saçma geliyordu.
Biraz sonra Buse bana döndü ve "Canım, ben gitsem sorun olur mu?Kendin halledebilir misin?" dedi.
Endişemi ona belli etmemeye çalışarak "Ta-tabi." dedim.
Buse verdiğim cevaba sevindi ve arkadaşıyla birlikte bulunduğumuz yerin sağında bulunan büyük çardağa doğru yürümeye başladılar. Arkalarından birkaç saniye hüzünle baksam da kendimi toparlayıp bulmam gereken bir okul müdürü olduğunu anımsadım. Okulun kapısını ittirip içeri girdim ve merdivenlere yöneldim. 'Müdür Ahmet ÇELİK' yazısını gördüğüm odaya doğru yürüdüm. Kapıyı tıklatıp kulpunu indirdim ve tam da beklediğim gibi olan kır saçlı ve gözlüklü müdürü birkaç kağıda imza atarken buldum.
"Merhaba, ben yeni geldim, yani nakil." dedim.
Gözlüklerinin üstünden bana bana baktı ve "Asya EYMEN, değil mi?" dedi.
"Evet." diyerek aynı zamanda başımı sallayıp onayladım.
"10-B kızım, numaran da 589." dedi. Teşekkür edip arkamı döndüm ve kapıyı açıp dışarı çıktım. 10-B...Neredesin acaba?
Birinci katta yoktu. İkinci kata çıktığımda koridorun en sonunda olduğunu fark etmemle daha hızlı çarpmaya başladı kalbim. Sınıf kapısının önüne geldiğimde içeriye bir göz attım. Her sınıfta mutlaka olan birkaç zeki arkadaşımız muhtemelen bir matematik sorusu üzerinde tartışıyordu. Bazıları kulaklığı takmış ve kendilerini dünyadan soyutlamışlardı. Titrek adımlarla içeri girdiğimde dünyadan soyutlanmış olarak nitelendirdiğim arkadaşlar da dahil olmak üzere tüm ilgi bende toplanmıştı. Sıralarda göz gezdirdikten sonra çanta olmadığı için boş olduğunu tahmin ettiğim sıranın cam kenarındaki tarafına oturdum. Az önce üzerime toplanan ilgi şimdi dağılmıştı. Ben de her heyecanlanıp utandığımda yaptığım gibi ince ve uzun parmaklarımla oynamaya başladım.
Ne kadar geçti bilmiyorum ama az sonra yanımda bir hareketlenme hissettim. Gözlerimi bahçeyi gözler önüne seren camdan alıp sağa doğru çevirdiğimde koyu kahverengi, dağınık saçlı, çok da tanıdık gelen bir yüzle karşılaştım. Daha 1-2 gün önce alaylarına maruz kaldığım bakışlarla.
"Ne işin var senin burada?" dedim. Allah' ım n'olur birisi aynı okulda, aynı sınıfta olmadığımızı söylesin. Ve şu an aynı sırada oturmadığımızı, n'olur...
Gözleri yine alaycı havasına büründü ve ince dudakları yukarı doğru kıvrıldı. Ama cevap vermeye niyeti yok gibiydi.
"Ya kalkar mısın sıramdan? Git başka yere otur." dedim sinirli gibi çıkarmaya çalıştığım sesimle. Söylenenler sanki ona değilmiş gibi daha rahat bir havaya büründü ve ellerini ensesinde birleştirip geriye doğru yaslandı.
"Kusura bakma da burası benim sıram. Gitmesi gereken ben değilim.". Bu sözlerinin ardından tam kalkacaktım ki öğretmen olduğunu tahmin ettiğim orta yaşlı bir kadın içeri girdi. Ümitsizce geriye yaslandım ve ofladım, yine.
Sınıfa giren öğretmen yoklama almaya başlamıştı bile. Az sonra "Kaya ÖZER." diye seslendi ve yanımdaki şahsiyet "Buradayııım." diye karşılık verdi.
Başımı cama çevirdim ve kendi kendime mırıldandım. "Kaya' ymış, 'Çakıl Taşı'."...
Umarım beğenmişsinizdir. Okunma sayısı, vote ve yorumlara göre yeni bölüm tarihi değişebilir. Bir de üstüne ek sınavlarım ve performans ödevlerim ekleniyor tabii. Sizi seviyorum, kendinize iyi bakın, hoşçakalın...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
LACİVERT
Teen FictionAŞK... Üç harf, tek heceye sığdırılmış iki koca hayat... Sadece aşk mıdır, her şeyi zorlaştıran? Ya da sadece aşk mıdır, her şeyi kolaylaştıran? Her şeyi unutmak mı daha kolay? Yoksa yaşadığın her saniye hatırlamak mı? Peki ya AŞK?...