23-YORGUN

300 19 0
                                    

Medya: Enrique Iglesias&Nicole Scherzinger- Heartbeat

Ayrıca bir gif de var. İyi okumalar.

""Yorgunluk ne demek baba?" Dudaklarımın arasından süzülen soru babamın önce gülümsemesine, sonra da bakışlarını anneme çevirmesine neden olmuştu. Gözlerinin kenarlarındaki yeni oluşmuş kırışıklıklar meydana çıkarak kendilerini belli ettiler. Dudakları belirgin şekilde kıvrılmıştı. Gözlerini tekrar bana çevirdiğinde dudakları kıpırdadı.

"Bir şey, bir iş yaptıktan sonra hâlsiz hissetmektir kızım." Anlamış gibi başımı salladıktan sonra başımı babamın kucağına koydum. Sertleşmiş parmaklarını saçlarımın arasına yerleştirdi, birkaç saç telim nasırlı eline takılmıştı. Nazikçe onları kurtardıktan sonra saçlarımı okşamaya başladı."

Zihnimin tozlu raflarında topluca duran anı bir anda hareketlendi ve koşturarak yanıma gelip kendini gösterdi. Yavaş yavaş siliniyordu bedeni. Arkasını görebiliyordum şeffaflığından. Çığlık atıyordu öleceği için, korkuyordu. Onun için yapabileceğim hiçbir şey yoktu. Zihnimdeki her anı silinecekti bir gün böyle, belki de çürüyecekti. Sonra zihnimi ölümün kokusu saracaktı ve ben kaçacaktım, kendi zihnimden. Kendimden. Geçmişimden. Belki de varlığımdan. Varlığımdan kaçacaktım.

Yorgunluk ne demek, diye sormuştum babama. Hayır, yorgunluğun tanımı bu değildi. Bir iş yapmamıştım; ama yorgundum. Kelimeler, cümleler sanki çok ağır yüklermiş gibi bacaklarımı titrediyordu.

"Sen İstanbul'a mı gidecektin Berker?" diye sordum. Kaşlarım çatılmıştı. Zihnim arşivleri karıştırarak buna uygun bir içerik bulmaya çalıştı. Ama hiçbir sonuç elde edememiştik.

Berker sandalyesinde sırtını dikleştirdikten sonra eliyle yanaklarını sıvazladı. Kaya başka şeylerle ilgilenmeye başlamıştı bile. Mesela kenarda duran peçetelik. Eminim ona daha eğlenceli geliyordu. Babası da kaşlarını çatarak kahverengi gözlerini Berker'e çevirdi. Berker gözlerini annesinden almış olmalıydı. Bakışlarım tekrar onu bulurken boğazını temizlediğini ve gülümsemeye çalıştığını gördüm. Ama sadece çalıştığı o kadar belliydi ki. Sonuç olarak sadece dudakları kıvrılmıştı, gözleri başka duygulara yataklık ediyordu. Şu durumda duygularının ne olduğunu çözemiyordum. Gözleri buz kütlesinin altında saklanıyor gibiydi. Mavi bir buz kütlesi.

"Sen gelmeden birkaç gün önce İstanbul'a gitmekten vazgeçtim. Kayalar'ın okuluna da yeni gelmiştim o sıralar." dedi sonunda sesini bulduğunda. Kaşlarım çatılırken dudaklarım zihnimin dilimin üzerine kaydırdığı sözcükleri dışarı ittiler.

"Nasıl yani, sen de mi yeni gelmiştin?" Gözlerini yanında duran uzun paket tuzların bulunduğu porselene çevirdi. İçinden bir tanesini elin aldıktan sonra parmaklarının arasına alıp tırnaklarıyla oynamaya başladı. Gözlerini bilerek benden kaçırmış gibiydi. Kalbim her saniyede tekrar kan pompalarken sıcak sıvının arasına sözcükleri de karıştırıp beynime yolluyordu. Beynim gelen, kana bulanmış harfleri bir araya dizerek o cümleyi ortaya çıkarıyordu. "İyi de, neden?"

Berker başını hafifçe salladığında kaşlarım daha derin çatıldı. "Hiç bahsetmemiştin." dedim kollarımı birbirine bağlayarak. Tam geri yaslanacaktım ki Berker elindeki paketi patlattı ve içine koyulmuş tuzlar ikimize sıçradı. Tuz az miktarda da olsa havaya fırlayınca minik bir tanesi de gözüme girmişti. Böyle bir şey olacağı aklımın ucundan bile geçmemişti. Nasıl tutuyorsa artık paketi. O kadar saçmaydı ki her şey.

Her saniye birbirine zincirlenmiş gibi peş peşe takılmış, hızla ilerlemişti. Berker'in "Unutmuşum." demesiyle tekrar kendime geldim. Gözümün kenarında hissettiğim minik tuz tanesinin yükünü hissettiğimde sağ elimin işaret parmağını kaldırıp oraya götürdüm. Parmağım değdiğinde soğukluğundan dolayı biraz irkilmiştim. Berker saçılan tuzları yere silkeledikten sonra ayağa kalktı ve garsona el kol işareti yapmaya başladı. Babası şaşırmış bir şekilde onu izliyordu. Kendi oğlu ona yabancı gelmişti sanki.

LACİVERTHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin