Firuze bir an ne söyleyeceğini düşündü, karşısındaki mavi gözlü çocuk tek bir hareketiyle aklını başından alıyor, kalbinin ritmini değiştiriyordu. "Unutmuşum..."
Hep böyle oluyordu işte, hevesli hevesli bir şey söylemek için Cihangir'i çağırıyor, Cihangir kendisiyle uğraşınca da unutuveriyordu. Aklını başından alıyordu...
Derin bir iç çekti Cihangir. "Unutmuş... ısıracağım şimdi seni." Der demez genç kızın omzu ile boynunun arasına dişlerini geçirmesi bir olmuştu. Firuze ilk önce yüksek bir kahkaha atmış ardından da hemen parmaklarıyla dudaklarını kapatmıştı. "Cihangir!" Dedi sahte bir kızgınlıkla.
Eskiden de çok yapardı bunu Cihangir, Firuze kendisini kızdırsın hemen tuttuğu gibi ısırırdı. Seviyordu Firuze'yi sinirlendirmeyi. Yeşil gözlerini çatıp, dudaklarını birbirlerine sımsıkı bastırarak tüm siniriyle bakardı Cihangir'e. Sonrasında da saçlarını sırtına vura vura giderdi yanından.
Cihangir aklına gelen anılarla belli belirsiz bir tebessüm etmişti.
"Çok mu acıttım?" Dedi. Firuze nazlı nazlı baş salladığında dudaklarını yaladı Cihangir.
Yıllardır Firuze'nin yeri kalbinde bambaşkaydı. Firuze küçücük yaşına rağmen Cihangir ne zaman üzgün olursa yanında olur, o küçük kalbiyle destek çıkar, derdine derman olmaya çalışırdı.
Bir yandan olacaklardan, Firuze'yi üzmekten korkuyor. Diğer yandan da henüz çok yabancı olduğu bu hisleri yaşamak istiyordu. Elini güzel kızın yanağına götürerek hafifçe okşamaya başladı.
"Öpeyim de geçsin bari." Dudaklarını biraz önce ısırdığı yere götürüp ufak ufak öpücükler kondurmaya başladı. Öpücüklerini duvarla kendi arasına sıkıştırdığı kızın boynuna getirdiğinde derin bir öpücük kondurmasıyla ikisinin de kalbi yerinden çıkacak gibi atmaya başlamıştı. Kalbine yabancı olan bu hisler, başını döndürmüş yeri ve zamanı unutturmuştu.
Cihangir yavaşça geriye çekildiğinde pembeleşmeye başlayan yanaklara gülümsedi. "Güzelim." Genç kızı kollarının arasına alarak saçlarına bir öpücük kondurdu. Hiç olmadığı kadar huzurlu hissediyordu Firuze'nin kollarının arasında.
*
Göktürk, Yılmaz'ın ensesinden yakalayarak hızla yüzünü duvara çarptı. "Ah! Manyak ne yapıyorsun?" Yılmaz, kollarını sert bir şekilde tutan çocuktan kurtulmak için birkaç kere kere sertçe çırpındı. Anlaşılan yine kuyruğuna basmıştı.
"Ne oldu hoşuna gitmedi mi, sen yaparken iyiydi ama?" Yılmaz dirseğini arkasındaki çocuğun karnına kendisine göre yavaş fakat Göktürk için sert olacak şekilde vurduğunda Göktürk sızlanarak çekildi. "Ne zaman seninle buluşsak, eve üzerimden kamyon geçmiş gibi gidiyorum. Sal beni artık." Yılmaz'ın çenesinden tutmuş kusursuz yüzüne bakarken söylediği cümleyle Yılmaz tekrar güldü. "İyi gideyim ben o halde?" Dudakları yukarıya doğru kıvrılmış, gözlerini de yukarıya çevirmişti. Kendisini Göktürk'ten kurtararak bir kaç adım atmıştı ki Göktürk'ün sesiyle durdu. "Dur ya sen olmadan da canım çok sıkılıyor."
"Allah'ın dengesiz herifi. Sen küçükken de böyleydin. İnsan hiç mi değişmez!" Göktürk aklına gelen çocukluk anılarıyla tebessüm etmişti. "Çocukken ne güzeldi her şey."
İlkokulu beraber okumuş, askerliği de tesadüfi bir şekilde aynı yerde yapmışlardı. Askerden kısa bir süre önce gelmişlerdi. Çocukluk anıları aklına geldiğinde o zamanları çok özlediğini fark etti genç çocuk.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
FİRUZE
General Fiction"Çünkü kalple istenilen, mantıkla yapılandan daha mutlu ederdi." 1985 yılında köyde geçmektedir. *yetişkin içerikler barındırır.* Not: üstü kapalı bir şekilde yan rolde eşcinsel bir çift vardır!