Her zamanki gibi elimdeki çay bardağıyla komutanın odasına girerken beklediğimin aksine oda boş değildi.
Şık giyimli bir kadın sandalyeye oturmuş ve bacak bacak üstüne atmıştı. Eteği de bu nedenle fazlasıyla yukarıya çıkmıştı. Pürüzsüz, beyaz bacakları bir anlığına dikkatimi çekse de şimdi bu herifin belamı sikmemesini isteyerek hızlıca önüme dönüp çayı masasına bıraktım.
"Başka bir emriniz var mı komutanım?" diye sorduğumda mavi gözleri yüzümü incelemiş ve, "İçeriye kimseyi sokma." demişti. İlik gibi hatunu almıştı yanına, tabii kimseyi sokmak istemezdi.
"Anlaşıldı komutanım." derken selamımı verdim ve odadan çıktım. Tam da tahmin ettiğim gibi birkaç dakika sonra odadan değişik sesler gelmeye başlamıştı.
Tamam, bir şeyler yapıyorlardı da... Sessiz olmaya çalıştıkları bile söylenemezdi.
Serdar'ın boğuk iniltilerine eşlik eden şapırtı sesleri efsane bir saksonun keyfini çıkardığını belli ediyordu.
Etrafıma bakıp koridorda kimsenin olmadığına emin olduktan sonra kapıya iyice yaslanıp sesleri dinlemeye başladım.
Şehvet dolu, erkeksi ve kalın sesi kulaklarıma çok daha net bir şekilde ulaştığında gözlerimi kapatıp şu an o kadına yalattırdığı sikinin görüntüsünü hayal ettim.
Büyük, kalın ve damarlı olduğuna o kadar emindim ki... Gelen şapırtı seslerine o kadar dikkat kesildim ki farkında olmadan kendimi orada hayal etmeye başladım. Kamuflaj desenli pantolonun fermuar kısmından çıkardığı sert erkekliğine dokunup onu ağzıma aldığımı, boğazıma kadar alırken suratının aldığı o zevk ifadesini, mavi gözlerinin tüm keskinliği ve sertliğiyle doğruca gözlerime baktığını...
Nefesim boğazımda takılı kalırken gözlerimi açıp hızlıca eski yerime döndüm.
Bu adama kendimi siktirtmek için her şeyi yapmaya razıydım. Ama maalesef ki gerçek hayatta böyle şeyler olmazdı.
Elimi erkekliğime götürüp sola yatırdıktan sonra kafamı duvara yasladım ve bir duvar ötemde olanları değil de başka şeyleri düşünmeye çalıştım. Mesela yarım kalan GTA görevini tamamlayabilecek miydim?
Yarım saat kadar bir süre odadaki sesler kesilmedi. Bu sürede komutanı görmek isteyen iki kişi oldu ama ikisini de odaya beş metre bile yaklaştırmadan postaladım.
Yarım saatin sonunda içeriden bana seslenildiğinde ifadesiz bir şekilde odaya girdim.
"Bunları Hakan teğmene imzalattır." diyerek birkaç kâğıt uzattı bana. Bir şey demeden kâğıtlara uzanırken gözleri doğruca üzerimdeydi. Bir kusurumu aramak ister gibi.
"Ne duydun?" diye sorarken sırtını sandalyesine dayamıştı. Aynı şekilde ben de okyanus mavisi gözlerine bakarken amacının ne olduğunu anlamıştım.
"Bunları Hakan komutana imzalattır dediniz komutanım." Kemikli, büyük elleri masanın üzerindeydi. Boynundaki damarlar belirgindi, kan toplanmasından dolayı açık pembe bir renkteydi ayrıca. Az önce sakso çektirdiğini çok rahatlıkla belli ediyordu.
Sağ elini yavaşça masadan çekip pantolonunun kemerini tutarken, "Ondan önce?" diye mırıldandı. Soluğum kesilmiş bir şekilde kemerini tutan elinden bakışlarımı çekip, "Hiçbir şey duymadım komutanım." diye cevapladım sorusunu.
Sinsi bir şekilde sırıtıp, "Güzel." diye mırıldandı. Diliyle dudaklarını ıslatıp, "Çıkabilirsin." dediğinde baş selamı verip odasından çıktım.
Yaklaşık on dakika aradığım üsteğmeni en sonunda kantinde çay içerken bulmuştum. Gerekli yerlere imza atmasını bekledikten sonra yeniden Serdar'ın odasına varmıştım. Kapıyı tıklatıp içeriye girdiğimde bu kez odada tekti. Kadın gitmişti. Kadının kim olduğunu merak ettim.
Kağıtları ona uzattığımda hızlıca gözlerini kağıtta gezdirmiş ve kafasını sallamıştı. "Öğle yemeği vakti geldi mi?" diye sorarken kağıtları masaya bıraktı. Masanın üstündeki dosyayı alıp kağıtları teker teker dosyalamaya başlamıştı.
"Yirmi dakika sonra komutanım," diye cevapladım sorusunu.
"Hım," dedi gözlerini dosyadan kaldırmadan. "Otursana." Sandalyeyi işaret ettiğinde ilk kez böylesi bir tavır göstermiş olmasından dolayı şaşkındım. Dediğini yaptım. Daha önce ufak tefek ayaküstü sohbetlerimiz olmuştu ama öyle kayda değer bir şeyler değildi. Günaydın, nasılsın gibi basit ve üzerinde pek de durulmayan konuşmalardı.
"Kaç yaşındasın?"
"Yirmi iki komutanım."
"Şafak kaç?"
"271."
"Çokmuş." diye mırıldandı. Öyleydi. "Nasıl memnun musun peki?" Sesi fazlasıyla erkeksi ve kalındı. Bağırdığı zaman yeri göğü inleten türdendi. Taşaklı bir tipti. Benim de en sevdiğim, en ilgimi çeken tip.
Erkek değil errrrrrkekti resmen.
"Vatan borcu komutanım, memnuniyet beklemiyorum. Çok şükür, geçiyor günler." Yalan. Bok gibi. Yemek bile bok gibi. Her şey bok gibi.
Beni bir siksen memnun olurum ama.
"Değilsin yani." derken gülümsemesiyle ben de gülümsemiştim. İtiraz etmedim. Otuz küsür yaşlarındaydı. Kimlerin ne düşündüğünü anlayacak kadar görev yapmıştı. "Mesleğin ne peki?"
"Babam manav, onunla birlikte dükkana bakıyorum, komutanım."
Anladığını belirtircesine kafasını salladı. "Yemeğe gidebilirsin asker." dediğinde ayaklandım ve selam vererek odadan çıktım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BİAT (GAY) (+18)
General Fiction(tamamlandı) Komutan postası. +18'dir. Yaşı tutmayanlar gelmesin.