İyi okumalar...
Cemal otogarda çay içerken kendi kendine ağladı. Oğlu gitmişti. Bir daha dönemeyeceğini düşünüyordu. Herkesi ne kadar teselli etmeye kalkışsa da kendini edemiyordu işte. Dayan dayan, kendini kandırdığını san, içinde tut korkularını göz yaşlarını nereye kadar? Aha şu otogar sandalyelerine kadar. Yolda da ağlamıştı ama oturunca daha güzel ağlayıp rahatlattı kendini. Çayını içtikten sonra kestiği bilete tekrar baktı hareket saatine daha vardı üç beş saat. Mahir birkaç saat kapıda beklerken kestirecekti. Tabi çocuklarda... benim başım kel mi? Yok maşallah daha limonla yana yatırılacak kadar gür saçlarım var. Ben de azıcık uyuyup dinleneyim de şeysimiz bir rahat görsün dedi kendi kendine. Bu küçücük alanda ne rahatlığı diye düşünmeyin, Gül Cemal'in şeysi amann Gül Cemal asker ocağında karda uyumuş adamdı bu gül gibi sandalyede mi uykusu gelmeyecekti. Gül Cemal ve gül gibi sandalye... ne güzel de uydular birbirlerine. Elini başının altına koyarken "şimdi saçmaladın işte Gül Cemal! Sandalyeden gül mü olur? Şeysin daha Gül! Saçmalık devam! Belli ki çok uykusuzsun! Dinlen azıcık" diye kendine telkinde bulundu da anca öyle uykuya daldı.
Şirin uykusundan sandalyeden sarkan ayak tabanının dürtülmesiyle oldu. Tövbe Bismillah! Asker yılları dedik de aynı korkuyla uyanmak neyin nesiydi?
"Babanın çiftliği mi bura hemşerim?"
Cemal gözünü açtı kapadı bu kabus falan mıydı acaba? Yok değildi, adam kanlı canlı tepesinde duruyordu.
"Ne dedin?"
"Sermişsin postu yatmışsın böyle..."
"Sana ne hemşerim? Uyuyan insana böyle mi yaklaşıyorsunuz siz? Nerde medeniyet?"
"Böyle yatana böyle yaklaşılır. Çekil de oturalım şurada. Gasp etmişsin her yerimizi kıro."
Cemal ağzının içinde la havle çeke çeke oturdu. Köstekli saatini cebinden çıkarıp baktı. Az kalmıştı aracın kalkış saatine. Muavinin yanık sesine de mi uyanmamıştı.
Toparlanırken beyaz çorabına gözü takılan adamın ona " köylü" diyerek aşağılamaya çalıştığını gördü. İstifini bozmadan üstüne başına çeki düzen verdi. Ve adamın yüzüne indirdi tokadı hiç beklemediği anda. Adam ayağa kalkana Kadar çevresindeki herkes başlarına toplandı. İkisinin arasına girdi. Cemal hıncını aldı rahat rahat otobüsüne bindi. Beş on dakikaya hareket edecekti. Zor bulurdu onu uyuz herif! İlk tokadı atan kazanır felsefesi yine doğru çıkmıştı.
Otobüsün hareket etmesiyle de her şey uçtu gitti. Mavi beyaz otobüs önce denizleri sonra dağları tepeleri aştı. Mavi yeşil alanlar yerini kahverengi kurak topraklara düz arazilere bıraktı. Verilen küçük molalar hariç hep hareket etti. Güneş battı yeniden doğmaya başladı. Ama Cemal hiçbir şey düşünmüyor görmüyordu giden gençlerden başka. Son halleri gözlerinin önünden gitmiyordu. Burada sürüneceklerine, hiç yerine ölmekten veya hapse mahkum olmaktansa oralarda nefes alsınlar yeterdi. Otobüs onun şehirinin terminaline girince üstüne attığı ceketini ikiye katlayarak kolunun üstüne bıraktı. Bismillah diyerek ayak bastı toprağına. Tezek kokan havası bile güzeldi mübarek şehrin.
Sabah çok erken olduğu için evdekilerin uyuyor olacağını tahmin ediyordu. Bu yüzden son yıllarda çoğunlukla dört ekmek aldığı fırına uğrayarak beş ekmek istedi. Aile de Mustafa eksilmişti ama yerine Ağavni geçmişti. Ee Meliha da vardı. Şu an ekmek falan yemiyordu fakat o günlerde yakındı Allah'ın izniyle.
Ah ah! Mustafa'nın tezekli köyde emeklediği günler dün gibiydi. Hangi ara büyümüştü de bambaşka yollara sapmış şimdi de Alamanyalardan çıkmıştı. Cebindeki anahtarı kapıya sokuştururken birden bire açılıverdi.
Karşısında gördüğü Ömer ile şaşırdı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gül Cemal 2
General FictionGünler ayların, aylar yılların peşini bırakmadan ardı sıra mevsimleri birbirine bağlamıştı. Yaz geçmiş güz geçmiş köyden kente göç eden Gül Cemal'in ailesi genişlemiş yaş almış mevsim tekrar güze yıl seksenlere dayanmıştı. Biraz sosyolojik biraz eko...