51.Bölüm: Çatlak Kafesin Kırık Kaburgası

1.3K 97 59
                                    

Nilüfer - Son Arzum

Nilüfer - Son Arzum

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

51.Bölüm: Çatlak Kafesin Kırık Kaburgası


Affetmek, korkaklık demek miydi? Acizlik miydi?

Zihnimi bulanıklaştıran, duygularımın varlığını baskılayan, davranış ve hareketlerime hakim olup onları istediği gibi yöneten kanımda gezen yakıcı alkolün varlığı, düşüncelerimi engellemeye yetmiyordu.

Sanki beni cezalandırıyordu.

Sürekli düşünmem gerekiyordu, keşke düşünmemi de engellese ve anı yaşamama izin verseydi. Böylelikle, geçici tebessümlerim buruk olmazdı. Yağız'ın gözlerine bakarken vicdanımı sorgulamama gerek kalmazdı. Anı yaşardım, geçmişi düşünmek yerine...

Affetmenin anlamı ne olacaktı, affetmemenin anlamı ne olacaktı? Affetmezsem yeniden gider miydi? Bir kez daha arkasında kalır mıydım? Bir kez daha onsuz nefes almak zorunda kalır mıydım? Hem de sonsuza dek... Yapabilir miydim, o kadar güçlü kalabilir miydim kendi ellerimle yaratacağım enkazın altında? Yapamazdı. İçimdeki Afra bunu yapamazdı.

Ben içimdeki Afra'yı Yağız'sız yaşatamıyordum.

O olmadığında güçlü olduğunu söyleyen Afra, onun varlığını hissettiği an, sanki dizlerinin üzerine çöküyordu. Onun varlığı, Yağız'a bağlıydı. O olmazsa, duygularını kaybediyordu. Çünkü Yağız'sız olmak demek, Afra için hayatın olmaması demekti. Duyguların, aşkın, sevginin, güvenin... Evet, güvenin olmaması demekti. Afra güvenmeyi Yağız'la beraber öğrenmemiş miydi? O giderse hiçbiri olmazdı. Afra için Yağız'ın yokluğu, büyük bir eksiklik demekti. Son nefesinin buharlaşıp toprağa karıştığı o ana kadar yaşayacağı büyük bir eksiklik, yeri asla dolmayacak bir boşluk, her şeyiyle acı verecek bir kayıptı. Kendinden verdiği büyük bir kayıptı.

Böyle zamanlarda annemi daha çok özlüyor, ona daha çok muhtaç hissediyor ve ona daha çok kızıyordum. Şimdi yanımda olsa, ona derdim ki; Anne... Bana yaşamayı öğreten adam, yaşama artık, der gibi beni bırakıp gitti. Arkasından tek parça kâğıt bile bırakmadı, unutmamı istedi sanki onu. Unutulur muydu anne, sen babamı unutabilmiş miydin?

Giderken arkasında büyük bir enkaz bıraktı. O enkazın bana zarar verip vermeyeceğini hiç düşünmedi. O enkaz beni ölüme sürükledi anne. Nefes almak ne demekti, yaşamak, hissetmek ne demekti her şeyi bana unutturdu ve küçük bir el beni o ölümün son uçurumundan çekip almasaydı, yanına gelecektim anne.

Onu çok özledim, onu öyle çok özledim ki, ölüm her zamankinden daha yakındı bana. Sonra, tıpkı benim gibi onu özleyen küçük bir el, gecenin bir yarısı uykusundan uyanıp göğsüme sığındı ve kalbimin üzerinde taşlaşmış o enkazın erimesini sağladı. Ben istemeseydim eğer, beni kurtaramazdı değil mi anne? İstemeseydim eğer o küçük elin bana gücü yetmezdi, ama istedim ve yetti. Ben boğuluyorum anne, onsuz bir hiç gibiyim.

Kasvetli RenklerHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin