"Seni istiyorum..." diye fısıldadı dudaklarını dudaklarıma değdirip geri çekilirken. "Acılarını, yaralarını, yorgunluklarını, mutluluklarını... hepsini."
...
Bazı izler vardır üzerinizde, ağırdırlar ama sırtınızda taşıdığınız hiçbir şeye benzemezle...
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
46.Bölüm: Savaş Alanı
Kaçmak her zaman korkaklık değildir, bazen koruma içgüdüsüdür.
Geçmiş, asla geçmez.
Hep peşinden gelir ve yolun sonuna kadar seni kovalar.
Ama unutma, yolun sonuna varmadan aranıza bir panel koyarsan; o yol, kovalayanın çıkmaz sokağı olur.
"Benim hemen gitmem lazım!" dedim panik içinde. Ellerim titriyordu, ama titrememeliydi. Neden titriyordu? Gitmek için sarf ettiğim sözcükler, babamın kollarımda duran elleri yüzünden büyük bir hüsrana uğradılar. Beni bırakmamaya kararlıydı ama gitmeliydim. Hem de bir an önce.
"Önce sakin ol ve yüzüme bak Afra." Babam, kollarımdaki ellerini rengi atmış ve oldukça beyazlamış yüzüme götürdü ve avuçları arasına aldı. "Ben halledeceğim." dedi sakin bir sesle, sesi daha çok beni sakinleştirmek istiyor gibiydi. "Bu sefer yalnız değilsin, ben varım ve sana halledeceğimi söylüyorum. Seni koruyacağımı söylüyorum kızım."
"Evet, haklısın baba." Ellerimi yüzümdeki ellerinin üzerine götürdüm ama gözlerim hala benden alıp cebine bıraktığı telefonumdaydı. "Bu sefer yalnız değilim." Gözlerim, telaş içinde gözlerine çıktı. "Çünkü Baran var."
Başını, tamam, dercesine salladı. "Seni de Baran'ı da koruyabilirim... Sizi koruyabilirim. Sana bir söz verdim ve bunu, ne olursa olsun, hangi uğurda olursa olsun, tutacağım."
"Olmaz baba..." dedim acıyla. "Benim korunmaya ihtiyacım yok, bunu hala anlayamıyor musun? Adnan bana istese de zarar veremez, onun tek derdi benim canımı yakmak, sevdiklerimle..." Yüzümdeki ellerini, yavaşça indirdim ama bırakmadım. "Beni alt edemeyeceğini anladığı her an, sevdiklerimin canını yakmak istedi. Yaktı da. Önce sen ve annem, sonra Yağız, şimdi de Baran. Yapacak bunu, elindeki bütün kozu Baran için oynayacak."
"Beraber!" dedi. "Afra, bırakma elimi. Karşısında beraber durabileceğimizi biliyorsun. Torunum gibi kabullendiğim o çocuğa da dokunmasına asla izin vermem. O havalimanından çıkamayacak. Tek istediğim, gitmemen."
Başımı sağa sola doğru salladım. "Anlamıyorsun baba. O adamı tanımıyorsun. Nasıl biri olduğunu ve neler yapabileceğini bilmiyorsun. İstersen bütün İstanbul'u o havalimanına topla, istediğin kadar çıkışları kapat, o oradan çıkmanın bir yolunu bulacak. Ve eğer beni arıyorsa, nerede olduğumu da çok iyi biliyordur."
"Ben onu çocukluğundan tanırım. Hırs gözünü bürüdüyse eğer, gözü başka hiçbir şeyi görmez, kaçmaya çalışırken yakalanacaktır. Sadece haber alana kadar, tamam mı? Ondan sonra seni tutmam. Ama şimdi burada kal, gözümün önünde olun." Başını omuzuna doğru eğdi, yalvarır gibi. "Şimdi giderseniz... Eğer dediğin gibi olursa sizden haber alamam."