Bölüm 43

411 50 21
                                    

BÖLÜM 43
Yağmur yağıyordu

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

BÖLÜM 43

Yağmur yağıyordu. Diyar, Behrem ile dışarı çıkmış bir çardağın altında durmuş, öylece karşıya bakıyordu. O yolu yürümeleri gerekiyor, o yoldan birlikte geçmeleri bekleniyordu. Behrem’in neden kendisini çıkarmaya geldiğini bilmiyordu. Bildiği tek şey içinde yaşadığı huzursuzluğun gittikçe arttığıydı. Kaşlarını çatarak yan gözle yanında put gibi duran kıza baktı. Nefal’in yanına girip, çıktığından beri ağzını bıçak açmamıştı. Kendisinden hoşlanmadığını biliyordu. Behrem, söz konusu duygularıysa bunu belli etmekten asla çekinmiyordu ama şimdi… Onun da yüzünde, içinde kopan fırtınaları belli eden bir ifade vardı. “Beni çıkardığın için başın ne kadar derde girecek?” diye sordu Diyar. Dayanamıyordu. Birilerinin açıklama yapmasına ihtiyacı vardı. Nefal’in ne zaman uyanacağını, durumunun ne kadar ciddi olup olmadığını öğrenmesi gerekiyordu. Bir yandansa bunu yapanlar için planlarının ne olduğunu da öğrenmek istiyordu. Behrem’in ve diğerlerinin ne kadar tehlikede olduğunu bilmek, eğer tehlikedelerse bundan sonraki hamleleri ne olacak öğrenmek istiyordu işte. Daha önce kimseden hiçbir konuda şiddet görmeyen bu çocukların birdenbire şiddetin ortasına çekilmelerini durduğu yerden izlemek istemiyordu. Sorduğu soruya bir cevap vermesini bekleyerek kıza bakmayı sürdürürken onun kayıtsız bir tavırla omuz silktiğini gördü.

“Muhtemelen Ateş amcam kalp krizi geçirecektir.” Dediğinde Diyar’ın dudakları nedense iki yana kıvrıldı. Behrem’in de keza öyle. “Ama…” dedi sonrasında genç kız “Asıl kalp krizini Ayşegül teyzem geçirecektir. Senin, Nefal’in etrafında olmanı istemiyor.”

Yeniden önüne dönen Diyar “Bu beni zerre ilgilendirmiyor.” Derken Behrem “Yani kendini onlara sevdirmeye çabalasan iyi olur.” Dedi.

Diyar “Öyle bir şey yapmaya niyetim yok.”

Behrem “Peki ne olacak? Böyle kapı önlerinde, ciğer bekleyen kediler gibi, Nefal’den sana gelecek kırıntılarla mı yetineceksin?”

Diyar “Nefal’i buradan alıp gitsem, şu an ki durumuyla ne kadar kötüye gidebilir?”

Behrem, hayal kırıklığıyla gözlerini kapattı. Başını iki yana sallarken “Seni dışarı çıkardım çünkü orada olmayı hak etmiyordun ama böyle aptal aptal konuşursan fikrimi yeniden gözden geçirmem gerekecek. Nefal’i buradan çıkaramazsın. Bunun ihtimali bile düşünülemez.”

Diyar “Onu alırım.”

“Kollarında onu tutuyor olsan bile seni öldürürler.” Dedi Behrem katı bir halde. “Ciddiyim. Gözünün yaşına bakmazlar ve inan bana blöf yapmıyorlar.” İçini çeken kıza bakmayı sürdürürken “Şimdi ne olacak?” diye sordu Diyar.

“Benimle ortak eve geleceksin.” Dedi Behrem.

Bu sefer gözlerini kapatıp, başını iki yana sallayan Diyar oldu. Kabul etmeyen bir tonla “Olmaz.” Dediğinde Behrem “Ya ne yapacaksın?” diye sordu.

Diyar “Nefal uyanıncaya kadar burada kalacağım.”

“Aptal.” Diye tısladı Behrem “Sana canlı ve sağlıklı bir halde ihtiyacımız var.”

Diyar “Nefal için.”

Behrem alay eder gibi “Aşk için hasta olurum diyorsun yani?” diye sordu ama onun konuşmasına izin vermeden kendisi devam etti “Nefal’in şu anda dimdik duracak birilerine ihtiyacı var. Litrelerce kanı aktı ve bunun bedelini birileri ödemeli. Tente altında durup, sevdiğin kız için dua etmek istiyorsan sen bilirsin, ama yapılacaklar listesi çoktan oluşturuldu bile.”

Diyar “Sizinkilerin beni o listeye dahil edeceğini mi düşünüyorsun?” diye sordu aynı alaycılıkla.

Behrem’in kaşları çatıldı. Ellerini ceplerine sokup, eve doğru yürümeye başlamadan hemen önce bedenini Diyar’a çevirdi. “Kuyu’nun, kilidini her zaman anahtarlar açar.” Dedi. Diyar, bununla ilk başta ne demek istediğini anlamadı ama kızın bakışlarında kendinden emin bir ifade vardı. “Çok soğuk.” Dedi sonra Behrem konuyu değiştirip “Ben eve gidiyorum, içeri gelmek istersen yolu biliyorsun.”

Arkasını dönüp giden kızın ardından bakarken kalp atışları deli gibi atıyordu genç adamın. Bakışlarını kısıp, gözlerini gri gökyüzüne çevirdi. Bir karar vermesi gerekiyordu.

**
Behrem yağmurluğunu üzerinden çıkarıp, içeri girdiğinde ilk işi şömineye yaklaşmak oldu. Cesur, duş almış hemen karşısındaki minderin üzerinde oturuyor, konuşmasını beklercesine yüzüne bakıyordu. “Elimden geleni yaptım.” Dedi Behrem. Bakışları yanan ateşteydi “Ama çok inatçı, Nefal uyanıncaya dek orada bekleyeceğini söyledi ama bence gelmek istememesinin nedeni bu değil.”

“Peki ne?” Soruyu soran Kuzey’di. Beklemekten başı ağrıyordu artık.

Behrem, omuzlarını silkti. “Çekiniyor olabilir. O tek başına ve biz ona göre çoğunluğuz. Öte yandan bir kavgadan yeni çıktı ve diğerini kaldıracak gücü yok.”

Cesur “Kendi haline mi bırakalım sence?”

Behrem “Bilmiyorum. Bana böyle sorular sormayın tamam mı? Kendisi yeterince sinir bozucu zaten, bir de yetmezmiş gibi ona kol kanat geriyorum.”

Çocuklar kıkırtılar eşliğinde gülümserlerken Naz “Kolundan tutup getirmeliydin belki de?” dedi.

Behrem de güldü. “O bir erkek.” Dedi “Ben ne kadar güçlü olduğumu iddia edersem edeyim, sence benim hangi kas gücüm onu yerinden oynatabilir.”

“Tamam.” Dedi Menaf. Okumakta olduğu kitabı kucağına bırakarak arkadaşlarına baktı. “Elinden geleni yaptın. Daha fazlası için tartışmaya gerek yok. Gelmek isterse kapı sonuna kadar açık.”

“Ezel ne olacak?” diye sordu Naz. “Belki Diyar bunun içinde gelmek istemiyordur olamaz mı?”

“Olabilir.” Dedi Cesur “Ama şu anda kimsenin keyfine göre davranacak değiliz. Ezel istese de istemese de Diyar artık hayatımızın içinde. Onunla sorun yaşamak istemiyorsa, bulunduğu yerlere gitmez olur biter.”

Kuzey “Haklı ve ne yazık ki bu benim içinde geçerli. Eren Kerim, Diyar sayesinde buraya çok sık gelip gidecek gibi gözüküyor ve ben,” dedi işaret parmağıyla kendisini gösterip “O, kız kardeşimi üzmemiş gibi davranmak zorunda kalacağım.”

“Aslında…” dedi Naz ortamın havası biraz değişsin diye “Onun bileti çoktan kesildi.”

Cesur, “Nasıl?” diye sorduğunda Naz “Bilmiyorum yani biliyorum da şimdi söyleyemem ama kızlar, onun biletini kestiler ve Minel de buna izin verdi.”

Kuzey “Hassiktir.” Diyerek bir elini dudaklarının üzerine kapattı. “Ne yapacaklar?”

Naz “Dediğim gibi söyleyemem.” Diyerek konuyu kestirip attı ve “Yemek yapalım.” Dedi “Stres altındayken acıkıyorum ben.”

“Sen hep açsın Naz.” Dedi Menaf ama o da çoktan ayaklanmıştı. “Ben bir yukarı çıkıp, kızlara bakayım.” Dedi. Kızlardan kastı Minel ile Tamu’ydu. “Onlarında çorbada tuzu olsun.”

Kuzey “Ben de o zaman bizimkilere haber vereyim ve gidip Karaca’yı alayım.” Diyerek ayaklandı. Hepsi ortalıktan çekildiklerinde Behrem ile Cesur baş başa kaldılar. Birbirlerine dik dik bakarlarken Behrem “Başımı ağrıtmaya yemin mi ettin anlamıyorum ki.” Diye homurdandı. Cesur, gülümsedi. Alt dudağını dişleyerek başını çevirirken Behrem de başını geriye atmıştı. Cesur, oturduğu yerde gerindi “Elinden daha fazlasının geleceğini biliyorum.” Dediğinde Behrem “He tabi” dedi “Oldu olacak kendimi kurşunların önüne de atayım. Alooo benim gerçek dünyadan haberim yok.”

Cesur “Behrem.” Diyerek ona imalı bir bakış atınca genç kız yerinde kıpırdandı “Gidip Yağmur’dan yardım istesene!” diye çıkıştı.

“Ulaşabileceğim en yakın anahtar sensin.” Dedi Cesur bunun üzerine “Yağmur şu an burada yok.”

Behrem’in dudakları gerginlikten ince bir hal alırken Cesur, ayağa kalkıp karşısına dikildi. “Size hepimizden özel bir ders verildiğini biliyoruz.” Dedi “Yani birini dövmek zorunda değilsin ama sahip olduklarınla onları alaşağı edebilirsin.”

Behrem “İstemiyorum. Ben henüz bunun için hazır değilim ki.” Diyerek başını iki yana sallayınca Cesur uzanıp yüzünü avuçları arasına aldı. Kız “Korkuyorum Cesur,” dedi “Bu başımıza gelenler bizim suçumuz değil ve zamanı gelmeden olaylara müdahale edersem bir daha geri dönüşü olmaz.”

Cesur “Temkinli ilerleyeceğiz.” Dedi “Biz güçsüz değiliz.”

“Nefal yoğun bakımda.” Dedi Behrem emin misin dercesine “Bir sonrakinin kim olacağını biliyor muyuz?”

“Bilmiyoruz.” Dedi Karaca. İkili ona döndüklerinde Karaca da yanlarına doğru ilerleyip, tam ortalarında durdu. Kuzey de hemen yanındaydı. “Bu yüzden bir plan yapacağız.” Dedi Karaca arkadaşlarına bakıp “Öyle bir plan yapacağız ki bir sonraki hamlelerinde tuzağa düşen kendileri olacak.”

“O zaman sahaya çıkıyoruz.” Dedi Kuzey.

Karaca, Behrem’e bakarak göz kırptı “Ve onlara o sahadan çıkış izni vermiyoruz.”

**

“Defteri verince ne dedi?”

Minel’le yatağın içinde yan yana oturmaktaydılar. Sırasıyla duş almış, birbirlerinin saçlarını kurutup taradıktan sonra dertleşmek için yorganın altına girmişlerdi. Uyuyamayacaklarını anladıklarındaysa çareyi oturmakta bulmuşlardı.

“Hiçbir şey,” dedi Minel “Ama şaşırdı. Beklemediği belli oluyordu.”

Tamu “Acaba okuyunca sana karşı olan tepkileri normale dönecek mi?”

“Onun normali ne ki?” diye sordu Minel “Ayrıca o belgeleri okumak, davranışlarının kötü olduğu konusunda ona bir ders verecekse hiç almayayım sağ ol.”

Tamu “Merak etmiyor musun?”

“Ediyorum tabi ki ama inan bana onun için ağlamak istemiyorum artık Tamu. Neden ben sorunluymuşum gibi hissetmek zorundayım hem? Sen en başından beri haklıydın biliyor musun?”

Tamu “Öyle söylemek istememiştim,” dedi “Onu tanımıyordum sadece bizden büyük olduğu için genelleme yapmak istemiştim.”

“Doğruyu söylüyordun,” dedi “Yani düşünüyorum hiç mi açık vermedi bu adam diye? Yok, yani birlikte otururken, yemek yerken falan. Adam bildiğin role girmiş, çıkamamış ya. Ya da ben gerçekten kördüm ve gözümün önünde olan biteni görmüyordum.”

Tamu, arkadaşının avuç içine bir öpücük bırakırken “Peki şimdi ne yapacaksın?” diye sordu.

Minel “Okulumu bitirecek, dünyayı dolaşacak, kendi okulumu açacağım. Kimseye ihtiyacım da olmayacak. Zenginim, bana bir ömür yetecek paraya da sahibim. Gönlümü gün edeceğim. Biri benden mi hoşlanıyor ona şans vereceğim ama asla kendi gözümün beğendiğine yaklaşmayacağım. Artık olmaz.” Deyince Tamu güldü. “Tam bir şehir kadını olacağım diyorsun.” Dedi.

Minel “Hem de nasıl. Görürsün ama, dediklerimin hepsini yapacağım.” El ele tutuşup iç çektikleri sırada Minel “Ezel’den hala haber yok mu?” diye sordu.

Tamu “Hayır. Demek ki daha siniri geçmemiş aptalın!” diye tıslayınca Minel kıkırdadı “Ya seni çok seviyorum kızım.” Diyerek kızın yanağını ısırıp geri çekildi “Benim tanıdığım Tamu çoktan gidip çocuğun ebesini bellemişti ama şu pamuk şeker halini görünce yemin ederim seni yiyesim geliyor.”

“Elimden geleni yapmaya çalışıyorum.” Diye homurdandı Tamu “Yoksa yemin ederim şurada nasıl oturuyorum gel bir de bana sor sen. Seninle ilgisi olmayan birine nasıl böyle kin güdebilirsin aklım almıyor?” dediğinde Minel “Dedi buraya geldiğinde kendisi de aynı şekilde kin kusan arkadaşım.”

“Benim kimseye fiziksel bir zararım olmuyordu ama.” Diyen Tamu, Minel’in “Yuh.” Demesi üzerine kaşlarını çatarak ona baktı. “Oldu mu?”

“Benim makarnamı bana vermeyip çöpe dökmüş, oradan yememi istemiştin.”

Kızların ikisi de Menaf’a baktılar. “Hayatımda hiç o günkü kadar kötü hissetmemiştim.” Kazayı saymıyordu ama Tamu’ya bakınca onun da aynı şeyi düşündüğünü fark ederek gülümsedi. Yanlarına doğru yürüdü, yatağın ayak ucuna oturdu. “Ezel’i tekmeledin. Gencer’i merdivenlerden ittin. Baktın çocuğa bir şey olmadı, bir tur daha ittin.” Diyen Menaf’ın sözleriyle Minel kahkaha atmaya başladı “Tam bir sayko ya.” Diyerek Tamu’yu kolunun altına aldı ve saçlarını karıştırdı. “Kavgada adam arayacak olsam ilk bu kızı çağırırım net.”

Menaf “Bence de. Ruh hastası seni.” Deyip kızın ayak bileğini yakalayıp onu kendisine doğru çekiştirdi.

Tamu, çocuğun eline diğer ayağıyla vurmaya çalışırken “Kızlar yemek yapalım diyorlar.” Dedi Menaf eğilip dişlerini kızın ayak bileğine geçirdi.

Tamu “Ay! Kudurdun mu be!” diyerek bacağını kendisine doğru çekince Menaf göz kırparak geri çekildi “Bende gelip size de sorayım dedim.”

“İnelim mi Tamu?”

Tamu, Menaf’a kötü kötü baksa da arkadaşına tamam dedi. “Makarna da yapsana.” Diyen Menaf’ın gözlerinin içine bakarken dilinin ucuna kadar gelen sözleri yutmak için elinden geleni yaptı ve “Bakarız.” Dedi. Minel, saçlarını toplamak için banyoya girdiğinde yan yana oturan Tamu ile Menaf bir süre öylece durdular. Kızın üzülmesine dayanamayan çocuk “Ezel’i aramamı ya da gidip getirmemi ister misin?” diye sorduğunda Tamu başını iki yana salladı.

“Sinirli olduğunu söylediniz değil mi? Bırakalım da siniri geçsin.”

Menaf “Ya da ona hazırladığımız yemeklerden getirirsin?” diye bir öneride bulunduğunda Tamu “Zıkkım yesin köpek.” Diye homurdandı. Menaf, başını eğip kızın gözlerine bakmaya çalıştıkça Tamu ondan kaçmak için elinden geleni yaptı. “Hem çok sinirliyim hem de çok üzgünüm.” Dedi en sonunda “Siz erkekler çok salaksınız.”

Menaf “Ben değilim.” Diyerek kendisini çekerken Tamu “Sende öylesin.” Dedi. El ele tutuştular. Parmakları iç içe geçtiğinde genç kız başını çocuğun omzuna yaslayıp, birleşen ellerine baktı. “Korkuyorum.” Dedi en sonunda Tamu “Bundan sonra ne olacak?”
Menaf, başını çevirdi. Dudaklarını kızın saçlarına bastırırken “Bilmiyorum ama yaşayıp göreceğiz sanırım.”

**

Aşağı indiklerinde mutfaktan içeri dolan kokular karınlarının guruldamasına neden oluyordu. Tamu ile Minel, kolları sıvayıp kızlara yardım etmek üzere mutfağa girdiklerinde çocuklarda dağıttıkları salonu topluyor, Cesur’da şömineye daha fazla odun atıyordu. Sokak kapısı büyük bir gürültüyle çalındığında bakışları buluşan Kuzey, Cesur’a “Diyar delirmemiştir değil mi?” diye sorarak büyük adımlarla dış kapıya doğru ilerledi. Hemen peşinden Menaf ve Cesur geliyordu.

“Ayşegül teyze?”

Çocuklar bunun olacağını biliyorlardı ama kadının bu kadar gürültü çıkaracağını düşünmediklerinden olsa gerek, içeri girdiğinde onu durduramamışlardı bile. “Behrem nerede?” diye bağıran kadın, kızın mutfaktan çıkmasıyla öfke dolu bakışlarını üzerine dikip, hiçbirinin beklemediği o hareketi yaptı. Kıza tokat attı.

“Hey!” diye bağıran Menaf kardeşiyle teyzesinin arasına girdiğinde, bakışları en az kadınınkiler kadar öfke doluydu.

“Ayşegül teyze.” Dedi Kuzey ama Behrem’in, Menaf’ın arkasından çıkmasıyla bakışları kıza değdi. Bir kaşını havaya kaldırmış olan Behrem, çenesini öne çıkarmıştı. Dişlerini sıkıyordu. “Ne cüretle o adamı dışarı çıkarırsın sen!” diye bağıran kadının gözlerinin içine buz gibi bir ifadeyle bakarken onun “Dışarıdaki adamlara söyledim, onu yeniden hücresine götürecekler.” Demesiyle gülümsedi.

“Nefal için burada.” Dedi Behrem.

Ayşegül Hanım “O adamın benim kızımla hiçbir ilgisi yok.”

“Nefal’e aşık. Onu istiyor.” Dedi Behrem.

Ayşegül Hanım “Behrem bak benim sinirimle oynama.” Dediğinde genç kız en sonunda “Tüm kapıları üzerinize kilitlettirmemi mi istiyorsunuz?” diye sordu. Kadının gözleri irice açılırken “Bu tokadı şimdilik sineye çekiyor, kızı için üzülen bir anne olduğunuzu bildiğimden unutuyorum.” Dedi. Ayşegül Hanım, ona doğru bir hamle daha yapacağı sırada “Anne, yeter!” diye kızdı Cesur. Kolundan tutup kadını kendisine çevirdi. “Ne yaptığın hakkında bir fikrin var mı senin?”

“O adam…” diyen annesinin dolan gözlerinin içine bakarken “Nefal’e zarar veren kişi, Diyar değil anne. Şu anda ona zarar veren sensin. Kendine de zarar veriyorsun üstelik.” Dedi.

Ayşegül Hanım “Onu mu koruyorsun Cesur?” diye sorduğunda genç çocuk “Seni mi korumalıyım anne?” diye sordu. “Sabahtan beri yaşadıklarımız belli, Diyar’a olan kininizin, öfkenizin sebebi nedir inan artık anlayamıyorum.” Deyip kadının kolunu bıraktıktan sonra “Hadi gel seni eve bırakayım.” Dedi “Kerem’i yalnız bırakmamamız lazım.”

Ayşegül Hanım, evden çıkmadan önce kırgın bakışlarını Behrem’in üzerine çevirmişti. Menaf, başını çevirip kardeşinin kızaran yanağına baktı. Elinden tutup, onu mutfağa soktuğunda buzluktaki donmuş sebzelerden birini eline aldı. Kızın ateş gibi yanan yanağına bastırırken Behrem sesini çıkarmadan mutfağın camına doğru ilerledi. Karaca, Menaf’ın yanına giderek koluna dokundu. “Bırak.” Dedi.

“Herkes kafayı yemiş.” Diye kızdı Menaf “Ne Diyar’mış”

Karaca, gülümsese de keskin bakışları omuzları sinirinden titremekte olan kuzeninin üzerindeydi. Yeniden yemek hazırlamaya döndüler. Karaca, elinde bir pilaki tabağıyla kuzeninin yanına iliştiğinde Behrem “Hala orada bekliyor” diye homurdandı. Sesi de tıpkı bedeni gibi titriyordu. Elindeki buzu çözülen sebze torbasını hışımla tezgâhın üzerine bırakınca Karaca’ya baktı. “Gidip onu getireceğim.” Dedi.

“Durduğun kabahat.” Dedi Karaca da gülümseyerek ve kızaran yanağına dudaklarını bastırıp, kuzenini öptü. Behrem’in gözleri kısa bir süreliğine kapandı. Ardından kendisini toparlayarak mutfaktan çıktı. “Masaya bir tabak daha koyun.” Dediğinde portmantodan yağmurluğunu almış, giyiniyordu. Kapı açıldığında, botlarının fermuarını çekiyordu. “Nereye gidiyorsun?” diye soran kaçak sevgilisiyle göz göze geldiklerinde gülümsedi. Onu gördüğüne o kadar çok sevindi ki boynuna atlayarak kollarını etrafına sardı. Geri çekildiğinde Saruhan bir elini yanağının üzerine koydu. “Yanağına ne oldu senin?” diyerek üzerine doğru geldi.

“Önemli bir şey değil, Hedeon. Sen geç içeri bende birazdan geliyorum.” Diyerek kapıya doğru hamle yaptı ama sevgilisinin aniden önüne çıkmasıyla hamlesi yarım kaldı.

“Nereye gidiyorsun?” diye sordu Saruhan yeniden. O insanın içini sıcacık yapan bakışları şimdi sertleşmiş, kıza hesap sorar gibi bakıyordu.  Behrem, onun kolunu tutan elinin üzerine elini koyarak gülümsedi. “Diyar’ı alıp buraya getireceğim.” Dedi. Saruhan’ın yanağına bir öpücük bırakıp geri çekildiğinde “Sen kafayı mı yedin?” diye sordu çocuk. Kız, içinde fokurdayan öfkesinin yüzüne yansımaması için elinden geleni yapsa da bugün yaşadıkları canına tak etmek üzereydi. Bu yüzden “Benimle doğru konuş, Hedeon.” Diye uyardı onu.

“O adamı alıp buraya getiremezsin! Ezel’i düşünmüyor musun?”

Behrem “Ezel burada değil,” dedi “O adam dediğinde Nefal’in erkek arkadaşı.”

“Bu benim umurumda mı sanıyorsun?” diye bağırınca Behrem ikinci bir kavgayı kaldıramayacağını hissederek bezgin bir nefes verdi. “Bana bağırma!” diye uyardı yeniden. “Ezel’in senin için ne kadar önemli olduğunu biliyorum ve belki de bu yüzden ben geri geldiğimde, sen burada olmamalısındır.” Diyen genç kız çocuğun “Beni mi kovuyorsun?” diye sormasıyla ağlamaklı bir ifadeyle gülümsedi. “Bugün kaç kere yanımdaydın ki şimdi böyle konuşuyorsun?” dedi.

Saruhan, dişlerini sıkarken Behrem ona arkasını döndü. Kapıyı açıp dışarı çıktığında, soğuk hava irkilmesine neden oldu. Ellerini ceplerine soktu ve hızlı adımlarla yürümeye başladı. Diyar, tam da tahmin ettiği gibi bıraktığı yerde, ıslanmış bir köpekten farksız öylece bekliyordu. Aptal! Diye düşündü. Aptal. Aptal. Aptal.

“Yürü!” diye bağırdı.

Diyar, kızın kendisine doğru geldiğini görmüş ama pek umurunda olmamıştı. Bağırdığındaysa ona bakmak durumunda kalmış, yüzündeki el izini gördüğündeyse gözleri şaşkınlıktan irice açılmıştı. Çardağın altından çıkarak kıza doğru bir adım attı. Öfkeli bakışları el izinin olduğu noktada dolaşırken “Kim vurdu sana?” diye sordu.

Behrem’in genzinden hıçkırıkla kahkaha atar gibi bir ses çıktı ama sorusuna yanıt vermedi. Bunun yerine “Benimle eve gelmelisin.” Dedi “Herkes seni bekliyor. Yemek yaptık.”

Bakışları kızın kıpkırmızı olan gözlerine kaydığında onun “Burada kalıp hasta olmana izin veremem. Eğer intikam alacaksak, gücümüzü birleştirmemiz gerekiyor.” Demesiyle yüzünde belirli belirsiz bir gülümseme oluştu. Behrem, o hareket edinceye dek orada bekleyeceğini söyleyince Diyar alt dudağını dişleyip etrafına bakındı. Sonra pes edip kızın peşine takıldı. Attığı her adımda, soluğu kesiliyordu. Geçtiği evler, kapısı kapalı kapılar şimdi gözlerinin önündeydi ve Diyar bir rüyanın içerisine hapsolmuş gibi hissediyordu. Nihayet Behrem’in bahsettiği evin önüne geldiklerinde, buranın diğer evlerden biraz daha farklı olduğunu görerek kaşlarını çattı. Soru soran bakışları kıza döndüğünde onun omuzlarını silkmesiyle derin bir nefes aldı ve açtığı kapıdan içeri girdi. İçerisi… ev gibiydi. Sıcaktı, yemek kokuyordu ve kalabalıktı. Ayakkabılarını çıkardı. Salona adım attıklarında ortamdaki hareketler kesilerek durdu ve tüm bakışlar kendisine döndü.

“Makarna on beş dakikaya hazır ama Menaf hepsini yemezse bize de yetecek inşallah.” Diyerek mutfaktan çıkan Tamu, onları gördüğünde kaşlarını havaya kaldırarak “Sıçana benzemişsin” dedi.

Diyar, ona baktı. Cesur’un kısık bir sesle onu uyardığını duysa da aldırış etmedi. “Madem on beş dakikanız var, o zaman Behrem sana kalacağın odaya kadar eşlik etsin. Kurulanıp gelin.” Diyen Cesur’a baktı.

Yeniden Behrem’in peşine takıldı. Onun üst kattaki odalardan birinin önünde durduğunu görünce soru sorar gibi baktı ama kızın aniden kapıyı açıp içeri girmesiyle burnuna çalınan kokuyla neredeyse olduğu yerde dizleri üzerine çökecekti.

“Nefal’in odası.” Dedi Behrem “Banyo hemen şurada. Biraz küçük, başını çarpabilirsin haberin olsun.” Göz göze geldiklerinde kız “Sen duş al, bende bizimkilerin kıyafetlerinden bir şeyler getireceğim sana.”

Diyar, başını salladı. Behrem çıktığında bakışlarını odanın içerisinde dolaştırdı. Hem Nefal gibiydi hem de ondan bir iz yokmuş gibiydi. Ama koku oradaydı ve Diyar o kokuyu duyduğuna yemin edebilirdi. Üzerindekileri çıkarıp banyoya girdiğinde Behrem’in dediği kadar olduğunu görerek güldü. Yüzündeki yaralar sıcak suyun değmesiyle sızlarken, kendisini suyun sıcaklığına bırakarak derin bir nefes aldı.

On dakika sonra odaya geri döndüğünde Cesur’u yatağın üzerine kıyafet bırakırken buldu. “Sağ ol.” Dedi.

Cesur “Sorun yok.”

Diyar, başını sallayarak Cesur’un bıraktığı eşofmanı bacaklarından geçirirken “Telefonuma ihtiyacım var.” dedi “Bizimkilere haber vermeliyim.”

“Nefal’i gördüğünde senin özgür olduğunu anladılar.” Dedi Cesur.

Diyar “Bu öyle bir şey değil.” Dedi “Eğer Behrem’in dediği gibi bir güç birleşimi yapacaksak, kendi ekibime haber vermeli ve onları yönlendirmeliyim.”

Cesur başını salladı. Ardından bakışları Diyar’ın kalbinin hemen iki santim ötesinde duran yara izine kaydı. “Bu nedir?” diye sordu.

Diyar’ın bakışları önce eski yara izine ardından da Cesur’un boynundaki ize kaydı. “O nedir?” diye sordu. Çocuğun eli istemsizce boynundaki yara izinin üzerine gidince Diyar “Benimki kurşun izi.” Dedi “Kalbime zarar vermeden çıkarmayı başardılar.”

Cesur afallamış bir halde başını sallarken “Halam boynuma sigara izmariti bastırmış,” dedi “Boynumdan yaralanmışım ve neredeyse ölmek üzereymişim.”

Diyar, kazağı başından geçirirken kaburgalarındaki acı yüzünden yüzünü buruşturdu ama Cesur’a anlayışlı bir ifadeyle gülümsedi. “Hadi gidelim.” Dedi Cesur. Aşağı indiler. Masanın etrafında bir hengâme vardı. Diyar’ın masasında genellikle yemekler sessizce yenirdi ya da yalnız. Bu yüzden sesini çıkarmadan onların arasına oturunca, dikkatlerinin kısa bir süreliğine de olsa dağılmasını ardından yeniden kaldıkları yerden konuşmaya devam etmelerini şaşkınlıkla seyretti. Çorba kaseleri önlerine bırakıldıktan sonra “Konuşmak için eksiğiz ama şimdilik böyle idare edelim.” Dedi Karaca. Kaşığıyla Diyar’ı dürttü. “Hadi başla.” Dedi.

“Belki onu zehirleyeceğimizi düşünüyordur?” dedi Naz.

Diyar, güldü. Yüzü acıyınca suratını buruştursa da gözlerinde eğlendiğini gösteren bir ifade vardı. Çorbasından bir kaşık alırken, onu Naz’ın gözlerinin içine bakarak içti. “Bir şey olmadı.” Dedi.

Naz “Belki sindirmen gerekiyordur?”

Diyar “Olabilir.”

Kızlar çocukların aksine daha girişkendiler. Elbette bunun bir nedeni de onlarla Kilid’de bir arada oluşlarındandı. Çocuklar ise temkinli ve de soğuktular. Yemek kızların anlattıklarını dinleyerek geçti. Diyar, kendisine sorulan sorulara kısa yanıtlar verse de elinden geldiğince onlara ayak uydurdu. Karaca, kendisine bir telefon uzattığında “Kusura bakma.” Diyerek gülümsedi. “Şu anda buraya çağırabileceğin tek arkadaşın bu arada İklim haberin olsun”

“Evet diğerinin girmesini istemiyoruz.” Dedi Kuzey.

Diyar’ın bakışları otomatik olarak Minel Kübra’ya kaydı. “Onun için üzgünüm.” Dediğinde kız başını iki yana salladı. “Artık bir önemi yok. Sen Nefal’i seviyorsun ve bizde buna inanıp, saygı duyuyoruz. Bu yüzden buradasın.”

Diyar, Karaca’ya baktı. Onun ellerini kalbinin üzerine koyarak “Aşka aşığım” demesi üzerine güldü. Gerçek bir gülmeydi bu. Kahvelerini içerlerken yeniden yerlere dağılmışlardı. “Jibit, Bilge Han’ın gidişini durdurdu çünkü Çavuş adındaki adamla görüşemedi.” Diyordu Karaca “Şimdi sende böyle söylüyorsun ve ne diyeceğimi bilmiyorum.”

“Benim tek bildiğim Jibit ile Atıl’ın apar topar, Safira’nın yanına gitmiş oldukları. Eminim mantıklı bir açıklamaları vardır.” Diyen genç adam bacaklarını ileri uzatırken “O kadında tuhaf bir şey var. Deli desem değil akıllıya da benzemiyor. İkisi arasında bir yere sıkışıp kalmış gibi ve tek iletişim kurduğu kişi, Naz.”

“Benden yine onun yanına gitmemi isteyecek olursanız sizi gebertirim.” Dedi Naz da “Ben kimsenin bakıcısı değilim. Zaten benim savunmasız olduğumu söyledi.”

Diyar “Öyle mi dedi?”

Kız başını salladı. “Pazar günü sabahtan yanındaydım işte. Odanın kapısı hep açıktı ama senin de dediğin gibi bakışlarında, yüzündeki mimiklerde bile bir tuhaflık vardı. Bora abi, bana yaklaşmaması konusunda uyardı ama mutfakta kısa süreliğine de olsa bir temasta bulundu ve herkes alarma geçti” dedi. 

“Gizemini çözemediğimiz sorular bizleri ürkütür.” Dedi Diyar “Sizlerin…” Bakışları çocukların üzerlerinde dolaştı “Bu olayların dışında kalmanız gerekiyordu. Eğitim almış olabilirsiniz ama hayatınız bunun için kurulmadı. Kilid’in var oluş sebebi, sizin hayatınızı tehdit edecek herhangi bir unsura karşı koruma görevi görecek olmasıydı.”

“Nefal’i koruyamadılar.” Dedi Karaca.


Diyar “En iyi şirketlerde en güçlü devletlerde bile bir güvenlik açığı vardır. Hiç kimse bunun önüne geçemez, emin ol. Ama Kilid’in sistemi bunlardan biri değil. Kilid’in sistemine benzer bir sistem dünya üzerinde nerdeyse yok denecek kadar az. O akşam başka bir şey olmuş olmalı. Aklıma sadece Jibit ile Atıl’ın, şehir dışında olduklarını bildikleri geliyor ve sizi koruyanlarında başlarına bir şey geldikleri.”

“Haklı olabilirsin. Karaca, onları tek tek görmek istediğini söylediğinden beri kimse bunun için gelip bir şey söylemedi.” Diyen Cesur, Diyar’ın “Seninkini araman lazım.” Demesiyle suratını astı.

“Safira benimki değil.” Dedi.

Diyar “Ben öyle biliyorum. Ayrılmış olsanız da o hala sizden ve Nefal zarar gören ilk kişiyse, ikincisi o olabilir. Onu bir an önce buraya getirmelisiniz.”

“Bir şey olsaydı Jibit onu getirmez miydi?”

Diyar “O da bir ihtimal evet ama sizlerin bu gibi durumlarda bir arada olmanız gerekiyor. Tehlikeye karşı kendinizi ne kadar savunabilirsiniz?”

“Sence de peşin hükümlü davranmıyor musun?”

Hepsi dönüp Menaf’a baktı. Şöminenin duvarına yaslanmış, anlatılanları kaşlarını çatarak dinliyordu. Bakışları da yüzündeki ifade de sinirlendiğini gösteriyordu. “Sürekli çocuk olduğumuz ve tehlikeyle karşı karşıya gelmediğimiz söylenip duruyor. Peki bunu nereden biliyoruz? Evet, Kilid büyük bir sistem ve bizde bu sisteme ayak uydurabilmek için eğitimler aldık. Nefal bir şekilde tehlikeye göğüs gerdi öyle değil mi? Senin ‘kendimizi savunmaktan kastın’ eğer birilerini öldürüp öldüremeyeceğimizse, bunu dert etmene bile gerek yok. Söz konusu tehdit edilen kendi hayatımızsa gözümüzü karartmamız gerekeceğini çok iyi biliyoruz.”

Diyar, Menaf’ın gözlerinin içine daha fazla bakamadı. Ona hatırlamak istemediği şeyleri hatırlatıyordu ve bu durum sinirlerinin yeniden bozulmasına neden oluyordu. Başını çevirip, Karaca’ya döneceği sırada sokak kapısının açılıp kapandığını duyarak o tarafa döndü. Saruhan Hedeon Albayrak gelmişti ve peşinde de ablası vardı. Jibit… Derin bir nefes alan genç adam, bakışlarını Jibit’in gözlerinden ayırmazken kardeşinin “Bana bak bana!” diye bağırmasıyla boş bakışlarını ona çevirdi. Çocuğun gözlerinden, gözle görülür bir şekilde şiddet akıyordu ve Diyar ona ufacık bir karşılık verse, Ezel’in başlattığını seve seve devralacağını biliyordu.

“Uslu dur.” Diyen Jibit, Saruhan’ı her ne kadar zapt etmeye çalışsa da çocuğun inatla “Burada istenmiyorsun.” Demesi üzerine omuzlarını silkti. “Şu an buradayım.” Dedi.

Jibit “Diyar.” Dedi gözlerini belerterek “Hayır.”

Bakışlarını önüne indiren Diyar, Saruhan’ın “Defolup gitmesi için daha ne yapmamız gerekiyor? Benim evimde, benim yemeğimi yiyor piç kurusu! Ezel’e yaptıkları yanına mı kalacak?” diye bağırmasıyla iki yanından kavrayıp, sıktığı koltuğun kolçaklarını bırakarak başını kaldırdı ve “Yanılmıyorsam sende piçsin” dedi.

“Senin ecdadını sikerim orospu çocuğu!” diye üzerine atılan Saruhan’ı engelleyen Kuzey oldu. “Oğlum bir dur lan. Delirdin mi” diye sorarken Diyar’ın “Ecdadımın kim olduğunu ben bile bilmiyorum ama küfrederken bence dikkatli ol.” Demesi üzerine her ikisinin de bakışları ona döndü. Genç adam ayağa kalkmıştı. İçini çekip karşısına geçtiğinde “Arkadaşını korumak istiyorsun anlıyorum ama daha ne olduğunu bile bilmiyorsun. Akıllı ol ve geride dur. Kardeşinin diline bir ayar çekmelisin Jibit, “dedi sonra Diyar “Bir dahakine bu kadar müsamaha göstermem.”

Saruhan, dişlerini yumruğuna geçirirken Jibit “Konuşmamız lazım.” Dedi.

“Öyle ama o konuşmayı burada yapacağız.” Dedi Diyar. Jibit, gözlerini kıstığında genç adam “Beni içeri aldılar ve sofralarına oturttular.” Dedi. Saruhan’ın sinirinden inlediğini duyabiliyordu. “Onlara karşı açık olmalıyım. Her şeye göğüs gerebileceklerini düşünüyorlar.” Diye devam ettiğinde Jibit’in karar vermekte olduğunu görerek arkasını döndü ve az önceki yerinden milim kımıldamamış olan Menaf ile yeniden göz göze geldiler. Yeşil gözler… Çenesi kasılarak başını önüne çevirirken Jibit’in “Pekâlâ” demesi üzerine kalktığı yere geri oturdu. Jibit de ikili koltuklardan birine oturduktan sonra uyaran bakışlarını kardeşine çevirdi. “Ya şimdi ya hiç.” Dedi ona. Saruhan’ın bakışları kısa bir süreliğine irileşti. Bu söz sanki aralarında bir şifreden oluşuyormuş gibiydi ve gerçekten öyle olmalıydı ki çocuk derin bir nefes alıp, ablasının yanından geçti. Behrem’in yanına oturdu ve tek kelime etmeden, ellerini birleştirerek onu göğsünün üzerine çekti. Sanki tüm sinirini böyle atabilecekmiş gibi. Bu nedense Diyar’a iyi hissettirdi. Yeninden Jibit’e baktığında, onun kendisini dikkatle izlediğini fark ederek çenesiyle başlaması için komut verdi ama Jibit konuşmadı. Sokak kapısı bir kez daha açılıp kapandığında, gelen kişinin Âtıl olması Diyar’ın gerilen sinirlerini kısa da olsa yatıştırdı. “Herkese iyi akşamlar.” Diyen Âtıl, günü akşama erdirdiklerini belirtirken bakışları Diyar’ı buldu. “Bunlar senin.” Dedi.

Bayıldığında üzerinden alınan eşyalarını önünde görmek Diyar için nasıl rahatlatıcıydı anlayamazlardı. Kendisini bir tuzağın içinde hissediyor, savunmak için hiçbir şeyinin olmadığını düşünüyordu. Ama şimdi, kimliği – ki kimliği her şeyden, herkesten önemliydi- Ateş’i vurduğu silahı ve anahtarı buradaydı işte. İlk işi kimlikle anahtarı almak oldu. Ardından silahını eline aldı ve şarjörü kontrol etti. “Tek bir kurşun sıkmışsın.” Dedi Âtıl güler gibi “Getirmeyi isterdim ama Ateş Bey, ateş püskürürken yanına yaklaşmak neredeyse imkânsız.”

“Ben yaklaştım.” Diyen Diyar, kara bakışlarını Atıl’ın gözlerine çevirince onun göz kırparak “Aferin oğluma.” Demesiyle güldü.

Ve her şeyin üzerinden yeniden geçtiler. Jibit, saçlarını tepesinde bir kalemle tutturmuş, Diyar’ın anlattıklarını ve bundan sonra ne yapacaklarını dinlerken ara ara başını kaldırıp onlara bakıyordu.

“Korumaların çokluğu önemli değil,” diyordu Diyar “Her birine onları gerçekten koruyabilecek birileri lazım. Onlara özel olmalı.”

“Benimki gibi mi?” diye sordu Minel tüm bakışlar kendisine yönelince “Tibet işte.” Dedi “Şoförlüğümü yapıyor ama beni korumak içinde her daim orada.”

“Ya da Taylan gibi.” Dedi Behrem “O da sürekli Safira’nın yanında.”

Naz “Ben istemem ya.” Dedi sızlanır gibi “Alışamam bir kere. Her şeyimi bilecek, sürekli konuşmak zorunda kalacağım. İstemem ben. İstemiyorum.”

“Bu güvenliğiniz için.” Dedi Âtıl.

Naz “E o zaman sen beni koru.” Deyince Âtıl gülümsedi “Ben Karaca’yı koruyorum.” Dedi. Birbirlerine bakan ikili gülümserlerken Naz iç geçirip “Gerçi Gencer var,” dedi “Tamam benim korumam da o olur.”

Jibit “Olmaz.” Dedi.


Naz “Nedenmiş? Saruhan şu ablana bir şey söyle bak.”

“Ablam haklı. O sapıktan koruma olmaz zaten ne bok yemeye hala Kilid’de onu da anlamış değilim.” Diyen Saruhan, başını çevirip Behrem’e bakınca kızın da kendisine bakmasıyla göz göze geldiler. “Özür dilerim.” Dedi.

Behrem “Dilemelisin.” Diyerek yeniden Jibit’e bakınca Menaf’ın “Kardeşimi kim koruyacak peki?” diye sormasıyla gülümsedi. Jibit “Hiç kimse. Anahtarların korunmasına gerek yok. Onların tehlike arz ettiklerini düşünmediklerinden üzerlerine gelmeyi düşünmeyeceklerdir.”

Menaf “Buna nasıl karar verebiliyorsun ki? Olmaz öyle şey, Behrem korunacak.”

Jibit “Buna gerek olmadığını söyledim, beni sinirlendirme. Ama senin koruman olacak.”

Menaf kaşlarını çattı. “Tanımadığım kimseyi yanımda görmek istemiyorum.” Deyince Jibit “Ah, merak etme isteyeceksin.” Dedi.

“Sevedebilir.” Diye ekleyen Atıl’ın sözleriyle çocukların dikkati bir anda dağıldı. Yerinden doğrulan Kuzey “Oha! Kadın koruma mı? 90 60 90 mı?” diyerek heyecanla öne doğru atılınca Diyar ile Âtıl birbirlerine bakarak güldüler. Jibit “Uslu dur zevzek.” Dese de Kuzey’in taşkınlığıyla o da güldü. Menaf ise kıpkırmızı olmuş bir suratla onları izliyordu. “Kimseyi istemiyorum dedim.” Diye yineledi.

Jibit “Kilid ve Kuyu önemli, Mena. Senin ve diğerlerinin korunması önemli, üzgünüm sistemin işleyişi bu şekilde.”

Onlar kendi aralarında atışmaya devam ederlerken Diyar, çalan telefonunu açmak üzere ayaklandı. En yakın yer mutfaktı. İçeri girip kapıyı aralık bırakacak şekilde kapattıktan sonra pencerenin önüne doğru ilerledi. Evin önündeki korumalar aşağı yukarı yürüyerek hareket ediyor, kendi aralarında konuşuyorlardı. “Efendim İklim.” Dediğinde kızın “Çok şükür.” Demesiyle içini çekti. “Orada her şey yolunda mı?”

İklim “Bunu benim sormam lazım asıl. Orada her şey yolunda mı? Sana iyi davranıyorlar mı?” diye sordu.

“Elektrikli sandalyeye henüz oturtulmadım.” Dedi Diyar “Ama karar vermeleri yakındır.”

“Adam alay edebilecek raddeye geldiyse keyfi yerindedir,” diye homurdanan Eren Kerim’in sesini duymasıyla gözlerini kapatarak gülümsedi Diyar. “Orada durumlar nasıl?” diye sordu.

Eren Kerim “Baran, saha iznini aldı. Çocuklarla bu gece olayın gerçekleştiği yere gideceğiz.”

Diyar, düşünüyordu. Başını önüne eğmiş, tırnağıyla mermerin üzerindeki bir lekeyi kazıyordu. “Diyar, sorun nedir?” diye soran Eren Kerim’e “Olay yerine gitmeden buraya gelin” dedi “Kapının önünde bekleyin ve çocukları da alın”

“Ne? Nedenmiş o?” diye sordu Eren Kerim.

Diyar “Öyle işte. Sorgulama Eren.”

Eren Kerim “Oğlum bak beni delirtme, kendi başına bir boklar yiyorsun anladık. Ama o veletlerle hiçbir şey yapmam ben. Ayağımıza dolanacaklar.”

“Sahaya çıkacaklar Eren Kerim. Bunu ya biz sağlarız ya da kendi başlarına öğrenir, deneyimlerler.”

Eren Kerim “Ne demek sahaya çıkacaklar? O ne demek?”

Baş parmağıyla alnını kaşıyan Diyar “Önce Nefal,” dedi “Sonrasında hangisine saldıracaklarını bilmiyoruz. Karaca da olabilir Minel de olabilir.” Dediğinde Eren Kerim “Minel mi?” diye sordu.

“Dediğimi yap.” Dedi Diyar “Ve diğerlerine benden haber beklemelerini söyle.”

İklim “Zaten bizimle Akın, Serhat ve Bülbül geliyor.” Deyince “Sen evde kalacaksın İklim,” dedi. Kız itiraz etmek için hazırlanırken Diyar “Güvende olman gerekiyor. Buradakilerden bir farkın yok bizim için. En azından gözüm kulağım olursun.” Dediğinde Eren Kerim de ona hak verdiğini belirtti ve Diyar devam etti. “Yarın öğlene doğru buraya gelirsin.” Dediğinde İklim “Nasıl? Kapılar açılacak mı?”

“Karaca, senin gelmende bir sakınca olmadığını söyledi.” Deyince Eren Kerim “Ben?” diye sordu.

Diyar, güldü. Eren Kerim, karşı tarafta küfrederken İklim “Ama sonrasında sende benimle geleceksin öyle değil mi?” diye sorduğunda genç adam başını kaldırıp pencerenin ardındakilere baktı. “Geleceğim ama gelmeden önce, onlarla bir anlaşma yapacağım.” Dedi “Nefal’i benden uzak tutmak için ellerinden geleni yapacaklardır. Buraya bir daha girebileceksem bu kökten değil, diğer taraftan olmalı ve bunu sağlayacağım.” Telefonu kapatıp, cebine koyduktan sonra bir süre yalnız kalıp bekledi. Ardından tüm dikkatini toplayarak içeri girdi. Onlara baktığında her seferinde olduğu gibi yine şaşırıyordu. İçeri girerken hararetli bir şekilde tartışıp gülüyorlardı ama şimdi durulmuşlardı. Diyar’ın geldiğini fark etmişlerdi. Bu yüzden yine renk renk gözler üzerine çevrilmişti. Genç adam derin bir nefes aldıktan sonra “Bu gece olay yerine gidilecek.” Dedi. Jibit ile Âtıl birbirlerine baktılar. “Savcılık bölgeyi kapattı.” dedi Âtıl “Bizim bile içeri girmeye iznimiz yok.”

Diyar ona şöyle bir baktıktan sonra içini çekerek konuşmasına kaldığı yerden devam etti. “İzinler ne zamandır umurunuzda oldu bilmiyorum ya da oraya girdiniz ve benden saklıyorsunuz.” Dediğinde Jibit’in kasılan çenesini görerek devam etti “Bende bizimkilere katılacağım,” dedi “Ama gitmeden benimle gelmek isterlerse kardeşlerini de götürmek istiyorum.” Dedi.

Cesur “Sorman bile gereksiz.” Diyerek ayaklandı “Elbette geliyorum.”

“Bende geliyorum.” Dedi Kuzey.

Karaca “Bende geleceğim.” Deyince Saruhan da onlarla gitmek istediğini belirtti ama Diyar’a tek bir bakış atmadı. “Kapıdan çıkmak sorun olacak.” Diyen Kuzey, Diyar’ın “Hallederiz” demesiyle gözlerini kıssa da başka bir şey söylemedi ve Diyar’ın çıkacaklarını söylediği saat gelinceye dek odasına gitti.

EZEL

Saruhan gittikten sonra sızıp kalmıştı. Her yeri kasılıyordu ve bunun suçlusuna gerekeni yapamadığı için yeniden sinirleniyordu. Üzerindeki yorganı atıp, yataktan çıktığında sağ karın boşluğunda hissettiği ağrıyla neredeyse dizlerinin üzerine düşecekti. Sol gözü kapanmak üzereydi. Eve geldiğinde şükran teyzesi önce ekmek çiğneyip üstüne koymuş, ardından soğuk bir eti yaranın üstüne basmıştı. Ezel’in eve geldiği zamandaki gibi midesi bulanıyordu. Kuruyan dudaklarını ıslatıp, çalışma masasının üzerine bıraktığı telefonunu eline aldı. Ekrandaki bildirimleri kaydırıp, gruptaki mesajları okurken ister istemez çenesi kasıldı. Saruhan, Diyar’ın ortak evde olduğunu yazmıştı. Gece yarısına doğru da Nefal’in bulunduğu yere gideceklerini söylemişti. Başını kaldırıp camdan dışarı bakan çocuk, Tamu’nun ne yaptığını merak etti. Patlayan alt dudağına dilinin ucunu değdirirken gruptan çıkıp, onun isminin olduğu yere geldi. Çevrimiçi gözüküyordu. Yazmalı mıydı? Tabi ki yazmalıydı. Şu anda birine ihtiyacı varsa, o da Tamu’ydu. Sinirle hareket ettiği için, kızın gözlerinin hali, yüzünün şekli gözlerinin önünden gitmiyordu. Diyar’la kavgasından ona neydi ki? Korkmuş olabilirdi tamam ama onu bu şekilde savunmaması gerekiyordu işte. Oflayarak telefonu masanın üzerine geri bıraktı. Odadan çıkıp aşağı indiğinde babasını elinde kumandayla televizyon kanalları arasında gezinirken buldu.

“Bu akşam uyanmazsın sanıyordum.” Diyen babasına bakıp durduğunda “Susadım.” Dedi. Mutfağa girdi. Ocağın üstü yemek tencereleriyle doluydu ama içinden yemek gelmiyordu. Buzdolabına yöneldi. Ayak seslerinden babasının geldiğini duyunca “Su ister misin?” diye sordu.

“Musluktan iç.” Dedi Ateş Bey “O çok soğuk.”

Ezel “İçim yanıyor zaten benim de.” Dedi “Bir şey olmaz.”

Taburelerden birini çekip, oturduğunu duyunca ona doğru dönerek ada tezgâha yaklaşıp, karşısına oturdu. Su bardağını avuçları arasında çevirirken “Senin Diyar ile ne alıp veremediğin var?” diye sordu Ateş Bey. Ezel’in hareketleri durdu. Başını kaldırıp babasının soru soran gözlerinin içine bakınca “Senin ne alıp veremediğin var?” dedi.

“Başlattırma şimdi Ezel!” diye kızdı Ateş Bey “Buraya ilk geldiğinde de ona ilk saldıran sendin. Neler oluyor?” Kaşlarını çatmıştı. Ezel, dişlerini sıktı. Başını başka yöne çevirdiğinde “Oğlum, konuşsana.” Dedi Ateş Bey ama Ezel cevap vermedi. Onun bir zamanlar annesinin hayatında olduğunu bilmek, kendi annesini sahiplenmiş olması içindeki öfkenin gittikçe büyümesine neden oluyordu. Başını geriye atarak boynunu kütletti. “Sana silah doğrultmuştu.” Dedi Ezel. Başını çevirip babasına baktığında, gözleri cam gibi parlıyordu. Sulanmıştı. “Orada karşısında dağ gibi durmuştun ama sana silah doğrultmasına izin vermiştin. Ben gelmemiş olsaydım seni öldürmesine izin mi verecektin?” bunun düşüncesi bile, Ezel’i o kadar yaralıyordu ki. İçinde zapt etmeye çalıştığı öfkesi hırçınlaşarak gün yüzüne çıkıyor, kimsesiz kalacak olma hissi onu parçalarına ayırıyordu sanki.

“Ben izin verdiğim için bana o silahı doğrulttu.” Dedi babası “Sence bana başka bir kurşunu sıkabilir miydi?”


Ezel, yapma dercesine güldü ve akabinde gözünün kenarlarından tutmakta zorlandığı yaşlar döküldü. Burnunu çekip, yaralı yüzünü koluna silerken canı acısa da aldırış etmedi. Onu izleyen Ateş Bey ise, o anda kafasına dank eden düşünceyle derin bir nefes alarak masanın üzerinden uzanıp oğlunun ensesinden kavradı. İçini çekip “Bana bak, Ezel” dedi. Çocuk başını kaldırıp gözlerinin içine bakınca Ateş Bey orada gördüklerinden zerre hoşlanmadı. “Dünyaya kazık çakmaya gelmedim,” dedi “Ama seni de öyle hemen bırakmaya niyetim yok.”

Ezel “Nasıl rahatladım anlatamam”

Babasının güçlü elleri saçlarını, yüzünü sevip geri çekilirken derin bir nefes aldı. Avuç içlerini usulca yanan gözlerine bastırırken “Diyar ile olan meselem benim sorunum ama görüyorum ki senin de içinde halledemediğin sorunların var. Beni ve kendini bunun dışında tutmanı istiyorum oğlum tamam mı? Anlatmıyorsun sen bilirsin ama bunun için etrafındakileri kendinden uzaklaştırma.”

Ezel, burnunu çekti. “Tamu’dan mı bahsediyorsun?” diye sordu. O ana dek babasının bundan haberi yoktu. “Tamu’ya ne oldu?” diye sordu. Ateş Bey’in çatılan kaşları Ezel’in bakışlarını kaçırmasına neden olunca “Gözlerime bak Ezel!” diye kızdı. Çocuk güçlükle yutkundu. “Kavganın adrenalini daha üzerimden geçmemişti ve Tamu’yu, Diyar hakkında konuşurken duydum. Behrem’e onu savunuyordu. Zaten sinirliydim, duyunca iyice kitlendim ve üzerine gittim.” Dedi.

Ateş Bey, bir eliyle yüzünü sıvazladı. “Aferin sana.” Dedi.

“Sağlıklı düşünemiyordum,” diye çıkıştı Ezel “Hala düşününce yine aynı şekilde hissediyorum. Taraf tutmamalıydı.”

Ateş Bey “Korkmuş olabileceği aklına geliyor mu?”

Ezel, başını salladı. “Geliyor ve şu anda onun yanında olmaktan başka istediğim bir şeyde yok ama yapamıyorum işte.” İçini çekip, avuçları içerisinde iyice ısınan suyu dudaklarına götürdü. İçmeden hemen önce “Kalbini gerçekten kırdım.” Dedi “Ama Diyar buradayken, odaklanamıyorum.” Babasının gözlerinin içine baktı. “Bundan sonra hep burada olacak değil mi?”


“Bilmiyorum.” Dedi Ateş Bey. Diyar’ın çat kapı geleceğini hiçbir zaman düşünmemişti. Onu buraya getiren nedenin Nefal olduğunu bilmek bile yeterli gelmiyordu. Ezel, babasının gidişinin ardından bir süre daha mutfakta yalnız başına oturdu. Kara kara ne yapacağını düşünürken mutfak camına vurulmasıyla derin bir nefes alarak, başını çevirdi ve Menaf’ı gördü. Kapıyı açmaya gittikten sonra onun elinde bir tabakla içeri girmesini seyretti. “Bizimkiler canları sıkıldıkça bir şeyler pişiriyorlar” dedi “Sana da bir tabak hazırladım.”

Ezel, bir tezgâhın üzerindeki tabağa bir Menaf’a baktı. Kaşlarını çatınca yine gözü sızlasa da “Bunu senin düşünmen ne hoş.” Dedi. Menaf, gözlerini kıstı. “Kızı ağlattıktan sonra bir de onun mu getirmesini bekliyorsun.” Diye sordu. “Nah getirir.” Dedi sonra da. Ezel, Menaf’ın omzuna çarparak yanından geçerken “İyi, getirmesin. Ne de olsa benim sevdiğim bir şey yapmamış. Makarnayı sen seviyorsun diye yapıyordu sonuçta değil mi?” diye sorduğunda Menaf “Evet. Ben istediğim için yaptı zaten.” Dedi. Ezel, dişlerini sıkıp arkadaşına döndüğünde Menaf’ın dik dik gözlerinin içine baktı. “Belden aşağı vurma.” Dedi.

“Hadi lan oradan.” dedi Menaf da “Kim kimi nereden vuruyor acaba? Seni düşündük, bir tabak getireyim hem de nasıl olduğuna bakayım dedim. Bulduğun ilk fırsatta Tamu’yu bu şekilde yaralamayı düşünüyorsan, şimdiden belirteyim, sikerim belanı.” Elinin tersiyle Ezel’in omzuna vurdu. “Kendin yapıp kendin atarlanıyorsun, içinden çıkamayacağını anlayınca da bel altı vuruyorsun.”

Derin bir nefes alan Ezel “O nasıl?” diye sorduğunda Menaf “Harika. Şahane. Ne de olsa yanında ben varım.” Diyerek buzdolabına yöneldi. Kapısını açtığı dolaptan kendisine bir soda çıkarırken “Taşak geçme benimle.” Dedi Ezel ve az önce babasının oturmakta olduğu yere kendisi gidip oturdu. Omuzları yenilgiyle çökerken “Şu halinden ona bahsedersem ne olayım.” Diyen Menaf’a güldüğünde “Gül gül, sen” dedi Menaf “O kız senin yüzünden bir daha öyle ağlasın, bak bakalım aynaya bakacak bir yüz bırakacak mıyım ben sende geriye! Altı ay seni pipetle beslemezlerse gelip beni siksinler.” Dedi.

Ezel, Menaf’a gerçek bir şaşkınlıkla baktı. Onu tanıdığından beri öyle ki konuşurken, kavga ederken bile küfretmeyen çocuk şimdi küfrediyordu. Tamu…

“O kadar mı kötü?” diye sordu yeniden.

Menaf başını iki yana sallayarak sodasından büyük bir yudum aldı. “Kuzey bile onu teselli etti.” Dedi. “Ayrıldığınıza, onu terk ettiğine inandı.”

Ezel “NE!”
“Bağırma be! Bugün herkes o kadar yüksekten konuştu ki artık hiçbirinizin sesini duymaya tahammülüm kalmadı.” Dedi Menaf. Elindeki şişeyi sertçe tezgâhın üzerine bıraktıktan sonra geri çekildi. “Gidiyor musun?” diye sordu Ezel. Menaf, bir eliyle yüzünü sıvazladıktan sonra “Duymaya ne kadar tahammül edebiliyorsun bilmiyorum ama Diyar’la, Nefal’in olay yerine gideceğiz.” Dedi “Hepimiz gidiyoruz, Ezel. Tamu bile geliyor.”

Ezel, başını iki yana salladı. “Gelemem. Bende şu an bunu kaldıracak güç yok.”

Menaf, dilinin ucuna kadar gelen küfürleri yutarak başını salladı. Çıkmadan hemen önce Ezel’e baktı ve “Dinlen ve kendine gel.” Dedi. Kapanan kapının arkasında kalan Ezel iç geçirerek gözlerini kapatırken alnını tezgâha yaslayıp, homurdandı.

MENAF

Dışarı çıktığında aslında tek istediği kıvrılıp bir yerde uyumaktı. Düne geri dönmeyi de çok istiyordu. Nefal’in sağlıklı ve de yanlarında olduğu, tek dertlerinin yemek yiyip, içmek ve saçmalamaktan ibaret olduğu güne geri dönmek istiyordu. Ellerini kabanının ceplerine sokarken aklı Ezel’deydi. Onu yalnız bırakmak içine sinmiyordu ama öfkesinin hala canlı olduğunu görmek, Menaf’ı biraz durdurmuştu. Öte yandan tartıştıkları için aralarında kalmakta istemiyordu. Ezel’in zorda kalıp, Menaf’ı öne sürerek konuşması çocuğun canını her ne kadar sıkmış olsa da bunun bir benzerini Tamu’nun yaşamasını istemiyordu. Ve işte o da oradaydı. Başında simli lacivert beresi, ellerinde eldivenleri ve kalın kabanıyla soğuğa meydan okuyor gibi gözüküyordu. Yerinde duramayıp zıplarken onun “Çok soğuk.” Diye bağırmasıyla “Bizde sana buzlar kraliçesi diyorduk zamanında.” Diye takıldı. Uzandı ve kızı kolunun altına aldı.

“Geçti benden demek ki.” Dedi Tamu.

Menaf, kısık sesle güldü. Kızın beresini iyice başına yerleştirirken “İstemiyorsan gelmek zorunda değilsin.” Dedi. Tamu, başını kaldırıp gözlerinin içine bakınca Menaf burnunu buruşturarak ona takıldı. “Ne göreceğimi bilmiyorum.” Dedi Tamu “Ama herkes gidiyorken neden bende geride durayım?”

Menaf “İşte bu yüzden benim yanımdan ayrılmayacaksın tamam mı?”

İçini çeken genç kız “Tamam.” Dedi ve yürümeye başladılar.

Menaf “Ezel iyi bu arada.” Dedi.

“Sormadım ki.”

Menaf “Biliyorum ama yine de bilmek istersin diye düşündüm.”

“Peki.”

Dudaklarını birbirine bastıran çocuk, kızın bir süre sonra “Çok ağrısı var mıydı?” diye sormasıyla “Valla ben gittiğimde telefondan Victoria Secrets Fashion Show’a bakıyordu.” Dedi Menaf. Tamu, yürümeyi bıraktı. Dişlerini sıkarak “Ne!” diye tısladığında Menaf “Valla onun siniri geçmiş, başka mertebelere doğru yükseliyordu benden söylemesi.”

Tamu, arkasını dönmüş eve gidip gitmeme konusunda kendisini yer bitirirken Menaf boynunu bükmüş onu seyrediyordu. Gülen gözleri ışıl ışıldı. Tamu, sulanan gözlerini ona çevirdiğinde karşılaştığı manzarayla bir an ne yapacağını bilemedi. Ardından Menaf’ın katılarak güldüğünü görünce kaşlarını çatıp “Çok kötüsün! Kötüsün işte!” diye bağırdı. Yumruk yaptığı elleriyle çocuğa vurup, onu itekliyor, düşmesin diye de bir yandan çekiştirip duruyordu. Menaf kızın ellerinden tutup, kendisine çekerken “Salak.” Dedi. Şakağına bir öpücük kondurdu. “Köpek gibi pişman.” Dedi. Hala gülüyor, bir yandan kıza sımsıkı sarılıyordu “Bu yüzden çekiniyor. Bir de Diyar meselesi hala taze ama aklı sende. Bunu bil.”

Tamu, kollarının arasından başını çıkarıp gözlerinin içine bakınca “Gideyim mi yanına?” diye sordu.

“Cık.” Dedi Menaf “Bırakalım biraz daha kudursun”

Tamu “O ne demek şimdi?”

“Benim tanıdığım Ezel, şu anda gizli gizli bizi seyredip kuduruyordur da ondan.” Diyen Menaf, kızı yanaklarından öpmeden hemen önce göz kırptı. Tamu, onun öpücüklerinden nasibini alıp içini çekti ve yeniden kolunun altına girdi. Başını çevirip arkasına bakmaya çalıştığında kimseyi göremedi ama Menaf’ın da dediği gibi Ezel, üst kata çıkmış oradan ikisini seyrediyordu.

**
Ön kapıdan çıkmak çok zor olmuştu. Diyar’ın planına sadık kalmışlar ve hepsi birer motorla dışarı çıkmışlardı. Araçlar ise çıktıkları noktanın aksi istikametine doğru ilerlemişlerdi. Bu süre zarfında ailelerinden hiçbiriyle, bu konu hakkında görüşmemişlerdi. Beyoğlu’na geldiklerinde hepsi tek sıra halindeydiler ve Tarlabaşı’na doğru ilerlediklerinde geriliyorlardı. Diyar, motorunu sokağın girişine bıraktıktan sonra, başındaki kaskı çıkararak derin bir nefes aldı. Hava soğuktu ve sokak sessizdi. Çocuklarda korumaları eşliğinde motorlardan indiklerinde Diyar’ın bakışları hemen önlerindeki sokağa takıldı. “Tamam mıyız?” diye sordu.

Hepsi kafalarını salladılar ve yürümeye başladılar. Behrem bir gözlük takıyordu. Diyar, onun neden gözlük taktığını sorgulamadı ama Jibit’in ona dikkatli olmasını söylediğinde bakışlarını onun üzerinden ayırmadı. Bu sırada kendi arkadaşları da görüş alanına girdi. Eren Kerim, Akın, Serhat ve Bülbül yerlerindeydiler. “Nerede kaldınız?” diye ilk soran Eren Kerim oldu. Başının gerisinden arkada kalanlara şöyle bir bakıp arkadaşına baktı. Gözleriyle onun iyi olup olmadığını kontrol ettikten sonra derin bir nefes alıp “Başlayalım mı?” dedi.

Jibit ile Âtıl, öne çıktıklarında Diyar onları resmi olarak tanıştırdı. El sıkıştılar. Diğerleri başlarıyla selam verirken Minel Kübra “Buradan aşağı inmiş olmalı.” Dedi “Aşağıdaki caddeye en hızlı iniş buradan çünkü.” Eliyle bir işaret çizdi ve yürümeye başladı. Diyar, Jibit ve diğerleri kaşlarını havaya kaldırdılar. Minel’in peşinden giden Eren Kerim, kolunun tutulmasıyla döndü ve Tibet’in yüzüyle karşılaştı. “Sen geriden gel.” Dedi Tibet ve Minel’in peşine takıldı. Sarı şeritlerle çevrilmiş olan alana baktıklarında Diyar “Burada iki kadın vardı,” dedi eliyle işaret ederek “Etraflarında dönerek, bağırıp, kavga ediyorlardı.”

Karaca “Nefal onları ayırmak istemiş olmalı. Öylece yanlarından geçip gitmemiştir.”

“Keşke gitseydi.” Dedi Behrem.

Karaca gözlerini kapatarak başını iki yana salladı. “Bu onu hazırlıksız yakalardı. Ona arkasından saldırabilirlerdi ve öldürebilirlerdi.” Gözlerini açtığında Cesur’la karşılaştı. Onun alanında etrafında turlamasını seyrederken Âtıl da yere eğilmişti. “Buradaki kan çok fazla.” Dedi.

“Nefal’in olabilir.” Dedi Cesur.

Jibit “Ölen diğer kadının cesedini hiçbir yerde bulamadık.”

Resimler çektiler. Behrem bir ara başını kaldırıp gökyüzüne baktı. “Uydu görüntülerine ulaşamaz mıyız?” diye sordu.

“Böyle bir yerin uydu görüntüsünü elde edebilmek çok zor. Sokak lambaları eski, bok var gibi hepsi sarı ışık.” Dedi Âtıl. “Ama yine de denemeye değer.”

Menaf ile Tamu, aşağı doğru yürümeye başladılar. Kol kola girmişlerdi ve peşlerinden Saruhan da geliyordu. “Yokuş var burada.” Dedi Saruhan “Yokuşu çıkmamış mıdır?”

Menaf “Alanı çevirmediklerine göre çıkmamışlardır.” Dedi ve Saruhan’ın “Abla!” diye bağırmasıyla hepsi ondan tarafa döndüler. Menaf ile Tamu, onun peşinden giderlerken Saruhan’ın yanına ilk ulaşan Diyar oldu. “Ne oldu?” diye sordu. Feneri sokağın girişine tuttuklarında Saruhan’ın eliyle işaret ettiği yere baktılar. Âtıl “Bu adamlar bu izleri görmemiş olamazlar değil mi?” diye sorduğunda yere eğilerek, parmaklarını ıslak taşa değdirdi. Başını kaldırıp Jibit ile göz göze geldiklerinde “Bu taze.” Dedi.

Jibit “Belki de Nefal’in öldürdüğü kadın, başından beri bu sokaktaydı. Önce onu burada bıraktılar sonra da gelip parçaladılar.”

Âtıl “Peki parçaları?”

Saruhan’ın midesi yukarı gelirken Jibit suratını buruşturdu. Diyar’a bakarak “Adamların yer kazmayı ne kadar seviyor?” diye sordu.

Âtıl “Bunu şimdi mi yapacağız?”

“Ya şimdi ya hiç.” Dedi genç kadın “Parçalar burada bir yerde olmalı.”

Minel’i, arkasına çeken Tibet “Parçalardan ne öğrenmeyi umuyorsun?” diye sorduğunda Jibit “Nefal’i kurtarmayı çünkü bir şekilde onun üzerine yıkılacak.”

Cesur “NE!”

“Bu çok pis! Bu iş çok sarpa saracak!” diyen Âtıl, üzerindeki ceketi çıkarıp Karaca’ya uzatırken bir yandan da cep telefonunu çıkarmıştı. “Bora, beni duyuyor musun? Tarlabaşındayız ve buraya bir ekip göndermen gerekiyor.” Âtıl, Bora’ya bir dizi talimatlar verirken çocuklar da Nefal’in atladığı yerin üzerinde durmuşlar, aşağı bakıyorlardı. Minel, Tibet’in elini sımsıkı tutarken Karaca’nın dudakları titriyordu. “Buradan aşağı atlamış.” Dedi. Başını çevirerek Cesur’a baktı. Elini tuttu. Hepsi yan yanaydılar ve yüzlerinde öyle bir ifade vardı ki anlatılamazdı…

“Çocuklar…” dedi Karaca nihayet. Baktıkları yerden bakışlarını çekmediler ama ona dikkat kesildiler. “Benim bir fikrim var,” dedi Karaca “Ama Safira ve diğerleri olmadan bir işe yaramaz.”

“O zaman onları geri getirelim ve bu işi uzamadan bitirelim.” Menaf, dönüp kuzenine baktı. Kafalarını aşağı yukarı salladıktan sonra yeniden aşağıya baktı. Ya hepti ya da hiçti.

**

Eve döndüklerinde üzerlerinden sanki kamyon geçmiş gibiydi. Bir karabasanın içindeydiler ve amaçları kaçıp kurtulmaktı ama çırpındıkça sanki daha da batıyorlarmış gibi geliyordu. Kızlar, uykuları çabuk gelsin diyerek süt ısıtmış, herkese ikram etmişlerdi. Diyar, diğerleriyle olay yerinde kalmıştı ama şu anda hiçbirinin bunu düşünecek hali yoktu.

“Birlikte uyuyalım mı?” diye soran Minel, Tamu’nun ve Karaca’nın olur demesiyle derin bir nefes alırken Behrem “Ben sevgilimle uyumak istiyorum.” Dedi. Saruhan, elinde bardağı kıza bakakalırken “Bence bunu aramızda sır olarak saklayabiliriz.” Dedi Behrem. Tüm sinirleri boşalmak üzereymiş gibi hissediyordu. Dünya, insanlar bu kadar acımasız olamazlardı. “Ne kadar yüzümü yıkarsam yıkayayım, o toprağın altından çıkanları unutamayacakmışım gibi hissediyorum.” Diyen Naz’ın yüzü kireç gibiydi. “Buraya gel,” dedi Menaf kızı kolunun altına çekerek “Her şey yoluna girecek. Bunu atlatacağız.”

“Çocuklara haber verdiniz mi?”

Behrem “Berat ile konuştum. Yarın okuldan sonra Yağmur’u almaya gidecekler. Hazırlıklar tamamlanır tamamlanmaz uçacaklar.”

“Peki Safira?” diye sordu Kuzey

Karaca, suratını buruşturdu. “Bana bağırdı ama önemi yok. Geleceğini söyledi. Nefal yanımızda yokken gelmesi de gerekiyor zaten.”

Aralarında tek konuşmayan Cesur’du. Geldiklerinden beri ağzını bıçak açmamıştı. Sadece “Ben artık yatıyorum.” Diyerek yanlarından ayrılmış onun peşinden diğerleri de ayaklanmıştı. Menaf, hepsinin yataklarına yattığından emin olurken “Koridorun ışığını açık bırakıyorum.” Dedi hepsine “Korkmayın.” Hepsini teker teker öptükten sonra kız kardeşinin yanına giderek gülümsedi. “Uslu dur.” Diye uyardı onu.

“Saruhan’ı yemem korkma.” Dedi Behrem de ama sinir bozukluğu eşliğinde kıkırdıyordu. “Canım.” Dedi Menaf, eğilip yanağına ardı ardına öpücükler kondurdu. İyi geceler dileyerek odadan çıktığında, Saruhan ile karşılaştı. “Seni uyarmama gerek yok sanırım?” diye sorduğunda çocuğun gülerek “Saçmalama Menaf.” Demesi başını sallamasına neden oldu. Saruhan, içeri gireceği sırada onu durduran Menaf “Kardeşimi üzme Saruhan.” Dedi. Saruhan’ın gülen gözleri sertleşirken aynı tepki Menaf’tan da geldi. Ona doğru bir adım attı. “Kulağıma bazı şeyler geliyor ve hiç hoşuma gitmiyor.”

“Menaf.”

“Eğer kardeşimi üzecek olursan, seni doğduğuna pişman ederim. Bunu bil ve ona göre davran.” Arkasını dönüp yatak odalarının bulunduğu kattan aşağı indi. Cesur’u şöminenin önünde bulmayı beklemediğinden şaşırdı. “Yattın sanıyordum” dedi.

“Yatağa sığamadım.” Dedi Cesur. Yutkunuyor, yerinde duramıyordu.

Menaf “İyi misin?”

Cesur, başını iki yana salladı. Menaf’a bakamıyordu çünkü içinde tuttuklarının taşmasından korkuyordu. Bu yüzden derin bir nefes alırken burnuna çalınan keskin kokuyla başını çevirip Menaf’a baktı. “İyi gelecek.” Dedi Menaf. Bir kadeh viskiyi arkadaşının eline tutuşturduktan sonra gidip tekli koltuklardan birine oturdu. “Kimse uyumuyor.” Dedi.

Cesur “Bu gece orada gördüklerim… Nefal onlardan kaçmayı başaramasa ve oradan aşağı atlamamış olsa, bu gece belki de onun parçalarını çıkarıyor olacaktık” dedi. Kadehteki tüm içkiyi başına dikti. Boğazı yanar, yüzü buruşurken “Ama başardı.” Dedi Menaf. “Burada ve güvende.”

“Öyle” dedi Cesur. Yanağının içini kemiriyor, yüzünü buruşturuyordu. Ama işte ihtimaller insanı yiyip bitiriyordu. Asıl olan buydu ve Cesur bunun ötesine geçemiyordu. Menaf onu anlıyordu. Bu kadar içine atmasının, taşıp ortalığı birbirine katamıyor oluşunun sebebini anlıyordu. Bakışları yorgunlukla ağırlaşırken sokak kapısının açılmasıyla ikisi de yerlerinde dikleştiler. Ezel gelmişti ve kucağında Şura vardı.

“Aşkım?” diyen Menaf yerinde doğrulurken, kız battaniyesini yerde sürüyerek ona doğru koşturdu. “Ben seninle uyuyacağım” dedi. Kucağına aldığı kardeşini, öpücüklere boğan Menaf “Uyuyalım tabi.” Diyerek Ezel’e baktı. “Kardeşimi kamuflaj olarak mı kullandın lan?” diye sordu.

“O aradı.” Dedi Ezel. Bakışları çekinikti. “Kızlar uyuyorlar,” dedi Menaf “Diyar da burada değil.”

Ezel’in bakışları Cesur’a kaydığında iyi misin diye sormak yerine “Arasana onu.” Dedi. Menaf, göğsüne sokulan kardeşinin üzerini örtüp, kollarını etrafına sararken “Ben söylemek istemedim.” Dedi Ezel’e bakarak.

Cesur, “Karaca aramış işte.” Deyince Ezel “Tamam bir de sen ara.” Dedi “Belki o da senin aramanı bekliyordur.”

Cesur, burnunu çekerek yapma dercesine başını salladı sonra acı çekiyormuş gibi güldü. Ezel, cebinden bir sigara paketi çıkarttı. Menaf’a ve onun kucağında sessizce yatmakta olan Şura’ya baktı. “Bir kereliğine.” Dedi Menaf ve Şura’yı saran kolları daha da sıkılaştı. Cesur, bir sigara yakıp dumanını ateşe doğru üflerken Ezel de hemen yanında oturmaktaydı. Cebinden çıkarmış olduğu telefonu Cesur’a doğru uzatarak “Ara onu” dedi “Kendini kandırmayı da bırak. Birbirinize ihtiyaç duymanızın normal olduğu bir dönemdesiniz.”

Cesur, onun telefonunu almak yerine arkasına uzandı ve telefonunu eline aldı. Kendi kendiyle cebelleşirken çocukların bakışlarını üzerinde hissediyordu. Sigarasından bir fırt daha çekerken “Nasıl?” diye sordu.

Menaf “Sevgili olmasanız bile hala birbirinizin diğer yarısısınız abi. Hayatınıza elbet birileri girecek, çıkacaktır ama hiçbiri sizin birbirinizi tanıdığınız gibi ya da tamamladığınız gibi olmayacak.”

Cesur, telefonu kulağına götürdüğünde Ezel’in “Her şeyden öte arkadaşsınız” dediğini duydu. Safira’nın sesini duyduğunda derin bir nefes aldı. “Bugün arayan arayana.” Diyordu Safira hafif çatallaşan sesiyle.

“Uyandırdım mı?” diye sordu Cesur.

Safira “Hayır, uyuyamıyorum şu aralar. Sen neden uyanıksın?”

Cesur, alt dudağını dişledi. “Buraya gelmen gerekiyor” dedi.

Safira “Karaca’ya en kısa zamanda geleceğimi söylemiştim zaten” deyince Cesur “Öyle değil.” Dedi “Hemen gelmen lazım, Safir. Lütfen.” Bir süre ses gelmeyince hattın kesildiğini düşünerek telefonu kulağından çekti, ekrana baktı. “Safira?”

“Yarın öğleye orada olurum.” Diyen kız tek kelime dahi etmesine izin vermeden telefonu kapatınca Ezel “Geliyor değil mi?” diye sordu. Kolunu Cesur’un omzuna attı. Yüzeysel yaralar bir şekilde kanıyor, sarılıyor, iyileşiyordu. Ama derinde olanlar her zaman, sürekli olmasa da ince bir kesik gibi sızıyor, sızdığı yerde güçlü bir sancı bırakıyordu. O sancı insanı nefessiz bırakıyordu ve her zaman bir çift koldan medet umuyordu. Sanki derin yaralar sarılmaz, sımsıkı kucaklanmazsa başka hiçbir şey işe yaramayacakmış gibi geliyordu. Ezel, Cesur’a, Menaf da kardeşine sımsıkı sarılırken kalbi bilmedikleri bir şeyin korkusuyla deli gibi çarpıyordu. Sanki bundan sonra asla eskisi gibi olamayacaklarını biliyor ama dillendirmekten çekiniyorlardı.

**

Öğleye doğru uyandıklarında – ki gece doğru dürüst uyuyamamışlardı- yine en iyi bildikleri şeyi yaptılar. Yemek hazırladılar. Her on dakikada bir Safira’yı arayıp duruyorlardı. Kız yaklaştığını söyledikçe evin içindeki koşturmacada daha çok alevleniyordu. Şura, kızların peşinde bir o yana bir bu yana koşarken Menaf onu ayak altından çekip çekmemesi gerektiğini düşünüp duruyordu.

Cesur “Ezel ne zaman gitti?”

“Ezel burada mıydı?” diye sordu Tamu.

Şura “Beni o getildi!” deyip kollarını havaya kaldırdığında Tamu, soru soran bakışlarını Menaf’a çevirdi. “Gece buradaydı ama sabah gitmiş olmalı.” Dedi Menaf. Tamu’nun peşinden mutfağa giren Şura’nın peşinden bakan Menaf “Alıp eve mi bıraksam ne yapsam ya?” diye homurdanırken Cesur “Abisi değil de babası gibisin.” Diyerek güldü.

Menaf da ona karşılık verdi. “Tek lokmada yiyeceğim yemin ederim.” Dedi “Behrem’le eş zamanlı büyüdüğümüz için haliyle kardeş sevgisine bu kadar muhtaç olacağımı düşünmezdim.”

“Seni duyuyorum Menaf!” diye bağıran Behrem’in sesiyle kıkırdarken Cesur “Ben gidip İklim’i alacağım.” Dedi.

Menaf “Gelmemi ister misin?”

“Olur.” Dediğinde Menaf ayaklandı. “Kızlar, Şura’ya dikkat edin.” Dedi.

Minel “O bizde.” Diye seslendi mutfaktan. Dışarı çıktıklarında kuru bir soğukla karşılaştılar. Güvenliğe yaklaştıkça dışarıdaki hengamede artıyordu sanki. “Diyar kaçta geldi?” diye sordu Menaf.

“Bir saat önce falan.” Dedi Cesur. Korumalara başıyla işaret verdiklerinde İklim’i – Münevver’i- gördüler. Onları gördüğüne sevinmiş bir haldeydi ve gülümsüyordu. Menaf, dişlerinin arasından “Sınıf arkadaşımızı gördüğümüz için sevinmiş gibi mi yapalım yoksa he deyip geçelim mi?” diye sordu.

Cesur da aynı şekilde “Hiçbir fikrim yok.” Dedi İklim kendilerine doğru gelirken. Beklemedikleri şey kızın kendilerini hiçbir şey olmamış gibi öpmesi olmuştu. Onu yanlarına alıp, eve doğru giderlerken Menaf “Bu aşırıya kaçan rahatlığın gerginlikten olabilir mi?” diye sordu.

“Biraz.” Diye cevap verdi İklim. “Diyar geldi mi?”

Cesur, ters ters ona baktı. “Geldi.” Dedi.

Ama İklim buna rağmen gülümsedi. “Sen bana kızmışsın.” Dedi. Cesur, kaşlarını kaldırarak önce ona sonra da Menaf’a baktı. “Sence de kendini çok fazla önemsemiyor musun?” diye sordu yeniden İklim’e bakarak “Buraya kızların inisiyatifiyle girdin, bizimkiyle değil.” Diyerek başıyla yürümesini işaret etti ve ekledi. “Yalancı.”

İçeri girdiklerinde Diyar’ı, Şura tarafından bir köşeye sıkıştırılmış halde, rehin alınmış buldular. “Mena, bak! Büyük adam buldum!” diye şakıyan kız kardeşine yüzünü buruşturarak gülerken dönüp Diyar’a baktı “Alayım mı abi?” diye sordu. Diyar’ın kısa bir an duraksaması Menaf’ın durup yüzüne bakmasına neden olsa da Diyar çok geçmeden kendisini toparlayarak “Yok, iyi böyle.” Dedi ve İklim’e baktı. “Geç otur.” Dedi. Kız yanında getirdiği büyük çantayı koltuğun arasına koyarken içini çekerek Diyar’ın yanına oturdu. Başını onun omzuna yaslayıp, Şura’nın yüzüne bakarken sokak kapısı çalındı.

“Ben baktım!” dedi Naz aralarından geçerek.

“YAAAAAAAAA!”

Naz’ın çığlığıyla o tarafa döndüler. “NASIL YA! NASIL YA! BUNU KİM YAPTI? KİM YAPTI BUNU!” diye bağırıp duran çığlığına koşan çocuklar Safira’yı görmeleriyle duraksadılar.

“Çabuk gelmemi söylemiştin.” Dedi Safira. Yüzünün sol tarafı mosmordu, kan oturmuştu. Sol eli bir atelin içerisindeydi.

Cesur “B-Bu ne?” diye sorduğunda kız içeriye girerek kapıyı arkasından kapattı.

“Birkaç gün önce misafirlerim vardı.” dedi Safira. Hıçkırarak ağlayan Naz’a baktıktan sonra bakışları çocukların arkasında duran Karaca’yı buldu. “Canın çok acıdı mı?” diye sordu.

Karaca’nın fark ettiği şeyle dudakları aralanırken, Behrem’in de bakışları ona kaydı. Üst katta kriz geçirdiği, kolunu ısırdığı gün… Yeniden Safira’ya döndüğünde kız sevimsiz bir şekilde gülümsedi. “Hadi karnımızı doyuralım” dedi “Ondan sonra da kimi yiyeceğime karar vereceğim.”

Hepsinin o anda aklına dank eden şeyle nefesi kesilmişti. İlk saldırı aslında Nefal’e değil, Safira’ya yapılmıştı ve bundan hiçbirinin haberi olmamıştı.


ARKADAŞKÇA -2 (KİLİD)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin