BÖLÜM 28.1
SUDE NAZ
Behrem’le Kilid’e gitmeden önce çantasını tüm gün kendisini idare edecek erzak ile doldurmuş, annesine akşam kafede görüşeceklerini bağırarak söyledikten sonra dışarı çıkmıştı. Birkaç gündür hava öyle ani soğumuştu ki Naz yazı şimdiden özler olmuştu. Tavşan kulakları olan beresini başına geçirip, montunun yakalarını yukarı doğru ittirdi. Çantasını omzunda sabitleyerek sokakta yürümeye başladığında rüzgârın kendisini geriye savuracağından endişe ediyordu. Gözleri sulanırken, Behrem’i kapılarının önünde gördü. Naz bir kendi üzerindeki kıyafetlere baktı bir de onun. Üzerindekiler incecikti ama Behrem’in üzerinde kesinlikle farklı bir havaya büründükleri gerçekti. Sanki okula değil de şirketteki toplantılardan birine gidiyor gibi gözüküyordu.
“Selam patron.” Dediğinde onun gözlerini kısarak kendisine bakmasıyla “Sen başlamadan ben söyleyeyim, bekletmemin bir nedeni vardı.” dedi Naz gülümseyerek “Tuvaletten çıkamadım.”
Behrem, gözlerini devirdi ama “Yürü” dedi homurdanarak.
Naz “Okuldan doğru da gidebilirdin?” deyince durup Behrem’e baktı. Onun içini çektiğini, canı sıkılmış bir halde kaşlarını çattığını görünce “Sorun nedir?” diye sordu.
“Luna.” Dedi Behrem.
Naz hiçbir şey anlamadı. Bildiği tek Luna, Ay Savaşçısı’ndaki mavi kediydi. Suratını buruştururken “Luna kim?” diye sordu.
Behrem, ofladı. “Okuldan bir kız.” Dedi “Saruhan’ların bölümünden.”
Naz, başını sallayıp “Ee?” deyince Behrem “Sürekli Hedeon’un yanında,” dedi sinirlenerek “Başımı ne zaman çevirsem, kız onun dibinde. Uyarıyor ve laf sokmaya devam ediyor olsam da kızın buna aldırış ettiği yok. Yok! Delireceğim.” Diyerek kollarını iki yana açtı.
Naz “Dövsene.” Dedi. Ardından şöyle bir düşününce gülmeye başladı. “Vazgeçtim, Hedeon’un götünü kaldırmaya gerek yok.” Behrem’in konuşmaması üzerine iç geçirdi.
“Saruhan’ın bu konuda tavrını koyması gerekiyor.” Dedi. Artık eğlenmiyordu ve gülmeyi de bırakmıştı. “O izin vermemiş olsa kız da burnunun dibine kadar giremez.”
Behrem “Kız Rus.” Dedi.
“Ne olmuş?” diye sordu Naz arabanın önüne geldiklerinde “Ben de yarı Uygur’um sende yarı Arap’sın.” Dediğinde Behrem gülümser gibi oldu. “Belki de Türkçe konuşmayı bırakıp Arapçaya geçmeliyim.” Deyince Naz arabaya bindiklerinde kıkırdıyordu. “Bence en iyisi kardeşim onun dilinde konuşman.” Dedi. Behrem, yanına oturunca çantasının fermuarını açtı. “Bunlara bu kadar çabuk ihtiyaç duyacağımı düşünmüyordum ama… Al bakalım.” Diyerek kıza çikolata uzattı ve onun başını iki yana sallamasıyla “Mutlu olmalıyım,” diye mırıldandı Naz “Aksi takdirde yine kavga etmeye başlayacağım.”
**
Behrem’i kendi bölümünde bırakıp odasına giderken yolunun üzerinde Cüneyt’le karşılaştı. “Sende buradan hiç çıkmıyorsun.” Dedi çocuğun omzuna vurarak.
Cüneyt “Yapacak daha başka bir işim yok. Buranın işleyişini izlemek keyifli.” Dediğinde Naz yanlarından koşarak geçenlere baktı. “Jibit hala Kilid’de mi?” diye sorduğunda Cüneyt “çarşamba akşamından beri içeride ve toplantı halindeler.” Yürümeye başladılar. “Senin çocukta eğitimde, Jibit onu başka bir merkeze gönderebileceğini söyledi.”
Naz “Eğer onun için iyi olacaksa neden olmasın?” diyerek Bilge Han denilen kadının odasına doğru döndüler. Cüneyt bunu fark etti. “Naz.” Dedi uyarırcasına.
“Merak etme.” Dedi kız gülerek “Gencer’den sonraki sahiplendiğim ikinci insan kendisi. Arada bir kendimi gösterip, onu beslemeyi seviyorum. Değişik bir kadın.” Deyince Cüneyt “İnsanlara hitap şeklin gözlerimi yaşartıyor” dedi.
Naz “Gencer’i seviyorum.” Dedi kapının şifresini tuşlarken “Eğer kendisine bir şans verir, ayakta durmayı başarırsa en iyi dostum bile olabilir.”
Kapı açılınca Cüneyt onu kolundan tutarak yanına çekti. Sarı gözleri kısılmıştı. “En iyi dostun benim sanıyordum?” diye sorup arkasına doğru itince, içeriye ilk o girdi. Naz, gözlerini tavana dikerek içini çekti. “Aman da aman çen beni kışkanıyor muşun çen?” diye sordu ve gülerek onun peşinden içeri girdi. Kapı arkalarından kapandığında içerideki korumalar eski yerlerine geçerek hazır ola geçtiler.
“Bugün ağlamıyor musun?” diye sordu Naz kadının yanına giderek.
Bilge Han, yorgundu ama ağlayacakmış gibi durmuyordu. Gözlerinde bugün farklı bir ifade vardı. Naz, çantasını açıp içini karıştırırken “Evli olmadığına emin misin?” diye sordu.
“Değilim.” Diyen Bilge Han’ın bakışları Naz’ın çantasındaydı. Naz, gülümseyerek çantasını karıştırmaya devam ederken “Yani evli misin?” diye sordu.
Kadın şaşkınlıkla “Hayır. Evli değilim.” Dedi.
Naz “O zaman seni isteyen kim?” Onun bakışlarının elinde olması Naz’ın sırıtarak Cüneyt’e bakmasına neden oldu. Belini büküp, kadına doğru eğildi. “Abin? Sevgilin? Fahişen? Dayın? Amcan? Deden? Baban? Kocan? Babaannen?” diye sorduğunda hem Cüneyt’in hem de kapıdaki korumaların güldüğünü duydu ama umursamadı. Ama son anda kadındaki değişimi yakaladı. “Babaannen erkek mi?” diye sordu.
“Benim kimsem yok!” diye çıkıştı aniden. Koyu gözlerini irice açmış, Naz’ın yüzüne doğru bağırıyordu. Korumalar onlara doğru hareket edince Naz elini uzatarak onları durdurdu. Kadına baktı.
Naz “İyi rol yapıyorsun bence.” Dediğinde gülümsemeyi bırakmış, kadına doğru yaklaştı. Gözleri iç içeydi neredeyse. “Bence sen bir şey saklıyorsun” dediğinde Bilge Han “Hiçbir şey saklamıyorum.” Diye mırıldandı. Naz, onun yeniden ağlayacağını sezerken kucağına birkaç paket abur cubur bıraktı. İçini çekip, ayağa kalktığında çantasını Cüneyt aldı. Şapkasını çıkarıp, eline aldıktan sonra “Bence sen çok değerli birisin.” Dedi. Kadının başı aniden kalkınca Naz gülümsedi ve kendinden emin bir halde başını salladı. “Birileri seni arıyor ve seni bu yüzden geri istiyor. Ama sen hiçbir şey bilmediğini iddia ederek, buradaki herkesin zamanlarından çalıyorsun.”
“Beni verecek mi?” diye sordu kadın, Jibit’i kast ederek.
Naz “Hayır. Burayı bir sığınma evi gibi düşün, sana dair adamakıllı bir açıklamaya sahip olmadığı müddetçe seni burada tutmaya devam edecektir.”
Bilge burnunu çekerek sordu “Peki ya ben kötü biriysem?”
Naz, başını yana yatırdı. “Öyle misin?” diye sordu.
“Bilmiyorum.” Dedi kadın gözleri dolduğunda “Yemin ederim bilmiyorum.”
Naz, ona yaklaştı. Küçük ellerini yanaklarına yerleştirerek, gözyaşlarını sildiğinde “O zaman ben sana inanıyorum.” Dedi ve kadını arkasında bırakıp, Cüneyt’le dışarı çıktı. Derin bir nefes alırken “O çantadan bana da bir şeyler ver.” Dedi.
“Ona gerçekten inanıyor musun?” diye sordu Cüneyt.
Naz “Ağlarken gerçekten savunmasız gözüküyor ve yalan söylediğini düşünmüyorum.” Diyerek Cüneyt’in verdiği gofreti eline aldı. Paketini dişleriyle açarken çocuk yanında gülerek kendisininkini açıp ona verdi. “Bu kadar şekerleme yemen çok riskli” dedi.
“Bir gün ölürsem en azından mutlu öldüğümü bileceğim.” Dedi Naz koca bir ısırık alırken “Asla doymuyorum ya.” Dedi sonra.
Cüneyt, başını iki yana sallayarak güldü. Gofretlerini yedikten sonra Naz “Hadi Mavi Odaya gidelim.” Dedi. Cüneyt anında itiraz etti. “Bir grup mühendisle aynı odada bulunmak istediğimden emin değilim.”
“Zekiler diye mi kıskanıyorsun?” diye sordu Naz onu çekiştirirken.
Cüneyt “Ne alakası var? Sadece sürekli bir şeyleri bozup yapmaya çalıştıkları zaman huzursuz hissediyorum.” Dedi ama Mavi Oda’nın kapısından içeri girerken konuşmayı bırakmıştı. Naz, dirseğiyle onu dürttü. “Sen harp okulunda okuyorsun, şuncacık insanlardan korkmaman gerekiyordu.”
Cüneyt “Buna verecek bir cevabım yok ama seni dövmemi istemiyorsan bence benimle uğraşma Naz.” Dedi ve yürümeye devam ettiler. Bora’yı ve onun gibi pek çok kişiyi çalışırken gördüklerinde Naz içini çekerek “Ben geldim.” Dedi.
“Giriş yaptığını kameralardan gördük.” Dedi Bora. Gözünü dikmiş önündeki ekranda bir şeylerle uğraşıyordu. “Kadın sana bir şey söyledi mi?”
Naz “Bana bayılıyormuş.” Deyince adam kendisine dönerek gözlüğün üzerinden yüzüne baktı. “O kadından uzak durman konusunda seninle anlaştık sanıyordum.” Deyince Naz “Yo sen sadece uzak durmamı söyledin. Uyup uymayacağımı belirtmedim ki.”
Bora “Naz!” dese de kız oralı olmadı ve “Benim projem mi bu?” diye sordu yanına giderek. Başını çevirip Cüneyt’e baktı. “İsim babanın sistemini yeniden çalıştırmaya uğraşıyorlar.” Dediğinde arkadaşı “Neden eski bir sistemle uğraşıyorsunuz?” diye sordu.
“Eski olduğu doğru,” dedi Bora “Ama o zamanın şartlarında bile mükemmel bir kodlamayla yapılmış. Henüz hepsini çözememiş olsak da bu sistemin babanı ve diğerlerinin hayatlarını kurtardığını unutma.” Kaşlarını çatarak bir başka bilgisayara döndü. Naz “Çalışabilir mi?”
Bora “Evet. En azından sen sistemi kablolamamış olsaydın işimiz bilgisayarda daha kolay olurdu.” Diyerek ona baktı ve Naz güldü. “Kodlamayı anlamıyorum.” Dedi “Ama günlüklerde nasıl çalıştırıldığı yazıyordu. Bende tıpkı kısa kontak gibi olabileceğini düşündüm ve çözebildiğim bir kısmı dışarı aktardım.” Dedi.
Cüneyt “Nasıl?”
Bora “İsim baban,” Gözlerini kapatıp açtı. Naz’a uyaran bir bakış attı sonra “Cüneyt Subaşı’nın sistemi şu anda kullanılabilir durumda ve her ne hikmetse bu fizikçi kız onu aktifleştirmeyi başarmış. Ama Çilem’in sistemi hala pasif durumda.”
Cüneyt, yanlarına geldiğinde Naz masanın üzerindeki kağıtları okuyordu. “Anlıyor musun?” diye sordu Bora.
Naz “Hayır. Kodlamayı da zaten Kuzey’e çözdürmüştüm.” Diyerek başını kaldırdı “Fark ettiğinde beni neredeyse öldürecekti. Berat’a gidemezdim çünkü öz babasıyla ilgili daha doğrusu ölümüne neden olan bir sistemi yeniden çalıştırmak ister mi emin olamadım.” Deyince Bora “Bu kadar meraklı olman iyi bir şey” Diyerek ona yaklaşmasını işaret etti. “Her ne kadar mekanik bir sistem olarak gözükse de aslında termal bir sisteme de dayalı. Yani düşünsenize sistemin çalışması, o anda her iki tarafta da çok güçlü patlamalara neden oluyor. Patlama olması içinde belirli bir vücut sıcaklığına ihtiyaç duyuyor. Adam bunu nasıl kullandı pek emin değilim ama bizimkiler mouse’la bile yapabileceğini öne sürüyorlar. Keşke video kayıtları olsaydı”
Naz “İyi ki yok.” Diyerek kaşlarını çattı sonra “Peki benim aktifleştirdiğim sistem?” diye sordu.
“İşleyiş aynı” dedi Seda yanlarına gelerek “Sadece artık patlamaya neden olacağını düşünmüyoruz çünkü diğerini açmayı başaramadık. Ama bunda bile yüklü miktarda bir enerji var. Yani binayı yıkmasa bile, bu kadar güçlü bir şey sistemlerin durmasına neden olabilir.”
Naz “Deneyeni öldürür mü?”
Seda güldü. “Denenmediği için bir şey diyemiyoruz ama tek taraflı çalışacağından en azından yaralar diye düşünüyoruz.”
Cüneyt “Olasılıklardan nefret ederim.” Diyerek kağıtları masaya doğru ittirdi. Naz, omuzlarını kaldırıp indirerek “Merak işte.” Deyince Bora “Büyüdüğün zaman bu huyun gerçekten işine yarayacak” dedi.
Naz “Umarım.” Diyerek bacaklarını sallamaya başladı. “Sence herkes zeki midir?” diye sordu.
Cüneyt, gözlerini devirirken Seda masaya oturup kollarını göğsünde birleştirdi. Bora’ysa o sırada sevgilisine bir şeyler yazmakla meşguldü. Ama Naz’ın sorusuna güldü. “Aptal insan yok ki,” dedi telefonunu ters çevirerek masanın üzerine bırakırken “Kafasını çalıştırmayan insan vardır, bir de onu nasıl kullanacağını bilmeyen.”
Naz “O zaman neden aptal ve zeki diye ayırıyoruz insanları?”
“Çünkü işimize geliyor. Biri olmadan diğeri olmayacağına inanıyoruz ama aslında öyle değil. Bir çocuğun sırtına kitap dolu çantayı yükleyip, beslenmesini de eline vererek onu okula gönderebilir ama ondan zeki olmasını bekleyemezsin. Çalışkandır ama ne yaptığını bilmiyordur çünkü çalışmaya odaklandırılmıştır ve sadece okuyordur, anlamıyordur. Çözüyordur ama bilmiyordur.”
Naz “Bu mümkün mü?”
“Az önce kâğıtta yazılanları okuyordun ve sana sorduğumda anlamadığını söyledin. Ama istemiş olsaydın anlardın. Fiziği yapabilen matematiği zaten yapar.”
Naz “Sanmıyorum. İkisi çok farklı bence. Matematik bir okyanus. Fizikse bir uzay boşluğu.”
“Böyle söylüyorsun çünkü kendini buna inandırmışsın.” Diyerek gülümsedi Bora. Burnunu çekip, gözlüklerini çıkarıp eline aldı. “Üniversiteye gittiğim zaman her şeyin sorunsuz ilerleyeceğini düşünüyordum çünkü ben bir dâhiydim. Ama hiçte öyle olmadı. Mekanik dersinde bir keresinde bir hocamız şey dedi; bunu her sene gelen her öğrencisine söylermiş. Şimdiye kadar beyninizin yüzde yirmisini çalıştırıyor bu yüzdeyle hayatınızı idame ettiriyordunuz. Ama şimdi, burada tam kapasite çalıştıracaksınız ve inan bana ağzıma sıçıldı çünkü bunu nasıl yapacağımı bilmiyordum. Öğrendiğimdeyse işler değişti ve dünyayı daha farklı görmeye başladım ve bak buradayım. Jibit bir gün karşıma çıktı ve reddedemeyeceğim bir teklif yaptı.” Deyip Naz’a göz kırptı. “Bir şeyleri çok merak ettiğin ya da burnunu çok fazla şeye soktuğunu düşündüğün için kendini asla engelleme. Bu iyi bir şey ve yine söylüyorum büyüdüğünde işine yarayacak.”
Naz “Ben zaten büyüğüm.” Deyip adama dil çıkarınca Cüneyt de dahil hepsi gülmeye başladı. Dışarı çıktıklarında Naz ders çalışmak için hazırdı. Cüneyt, kolunu omzuna atmış onunla yürürken Naz gülümsüyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ARKADAŞKÇA -2 (KİLİD)
Teen FictionOnları bir araya getiren aileleriydi ama bir arada kalmalarını sağlayan sevgileriydi. Şimdi hayat kimi için daha zor, kimi içinse daha eğlenceli olacaktı. Aşk kimine hiç beklemediği anda gelecek, kimisiyse sahip olduklarını kaybetmemek için savaşaca...