Bölüm 22

291 47 5
                                    

BÖLÜM 22
NAZ 
Sabahın yedisinde uyanmış, tüm evi leş gibi kokutmuştu

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

BÖLÜM 22

NAZ

Sabahın yedisinde uyanmış, tüm evi leş gibi kokutmuştu. Başı çatlıyordu ve evden bu kadar erken çıkamayacağı için midesini doldurmaya karar vermişti. Ancak yöntemleri biraz değişikti. Bir saat sonra haşlayıp, sosladığı kırmızı lahanayı kaşıklayıp dururken, dünya umurunda değildi. Naz son zamanlarda beyin yorgunluğuna anlam veremiyor, planladığı ne varsa bir türlü gerçekleşmiyordu. Kaşlarını çatıp kaşığını kâseye daldırırken babasının “Aman allahım.” Dediğini duydu. Çatık kaşlarla ona baktığında adamın “Kanalizasyon borularının patlamış olabileceğini düşündüm.” Demesiyle “Lahananın suyunu klozete boşalttım” dedi Naz “Bu kokudan herkesin haberdar olması lazım.”

“Ve senin de bir top lahanayı yememen gerek.” Diyerek yanına gelen babası, kâseyi önünden aldığında “Onu yiyordum ben.” Diye itiraz etti genç kız.

Volkan Bey “Saat kaçtan beri?” diye sorarken çöp kutusunu açmış, kasedekileri içine boşaltıyordu.

Naz “Baba bu yaptığın israf.” Dese de Volkan Bey’in ona aldırış ettiği yoktu. “Sabah sabah kızımın kendisini zehirlediğine şahit oluyorum,” dedi ellerini sudan geçirirken “Sence şu anda neyin israf olup olmadığını umursuyor gibi mi gözüküyorum. Her şeyin fazlası zarar ve sen bazen bunu anlamak istemiyorsun.”

“Sabahları illa yumurta ve peynir mi yemem gerek!” diye tıslayan Naz, babasının “Hayır, bana ne düşündüğünü söylemen gerek” demesiyle içini çekerek “Bir şey düşünmüyorum” diyerek önüne döndü. Babası önüne bir bardak su bırakınca gözlerini devirdi. “Su içince karnım ağrıyor.” Dedi.

“Mideni çöplük gibi kullandığın için karnın ağrıyor.” Dedi Volkan Bey de.

Naz “Ne kadar gıcıksın ya.” Deyip gözünün içine bakarak suyu tek seferde içtikten sonra “Dinliyorum.” Diyen babasının gözlerinin içine bakarak bir süre bekledi. “Bilmiyorum ki.” Dedi en sonunda “Yani lise bitinceye dek, hayatımın belirli bir düzeni vardı. Sanki şimdi o düzeni bulamıyorum ve günlerin içinde kaybolup gidiyormuşum gibi geliyor. Zamanımın boşa geçtiğini bilmek beni sinirlendiriyor.” Dediğinde Volkan Bey “Bir kursa yazılmak ister misin?” diye sordu.

“Neredeyse bilmem gereken her şeyi bilirken mi? Hayır istemiyorum. Zaten kurslarda da pek öğretici bir şey yok. Sıkılırım, kalsın.” Dedikten sonra babası “Sınava girmediğin için belki de pişmansındır?” diye sorduğunda omuzlarını silkip “Bu soruyu kendime çok sordum biliyor musun? Yanlış mı yaptım acaba diye.”

“Ve hangi sonuca vardın?” diye sorunca Naz “Doğru yaptığımı düşünüyorum. Ben henüz üniversiteye gitmek için hazır değilim. Okuldaki notlarım iyi diye, tüm hocalar kan emiciler gibi tepeme üşüşür, şu üniversite senin için daha iyi, bunu okursan sırtın yere gelmez deyip duruyorlardı. Sanki kafası çalışan herkes üniversiteye gitmek zorundaymış gibi!”

Babası yanına gelerek onu kollarına alırken “Biraz sakinleş.” Diye mırıldandı. Naz, gözlerini kapatırken “Üniversiteye gitmeyi istiyorum ama hazır olduğumda. Sırf bir meslek sahibi olabilmek için okumayı istemiyorum. Zaten okuyarak da meslek sahibi olunmuyor. Belki ben girişimci olmak istiyorum?” diyerek babasının tepkisini ölçmeye çalışırken Volkan Bey “İyi bir fikrin varsa neden olmasın?” dedi.

Naz tereddüt etti. Gözlerini kısarken “Sahi mi? Yani hiç üniversiteye gitmeyebilirim?” diye sorduğunda Volkan Bey “Bu senin hayatın, onunla ne yapacağına sen karar verirsin.” Dedi.

“Benimle oyun mu oynuyorsun baba?” diye sorarak geri çekildiğinde, gözlerini babasına dikti. Ama adamın gözlerinde oyun oynadığına dair bir ifade yoktu. Naz bunu beklemiyordu. Babası onu şakağından öpüp, yanından kalktıktan sonra “Gidip bir duş al ve o ağzını iyice yıka.” Diye tembihledi.

“Lahanayı seviyorum.” Diye homurdandı Naz. Babası “Dediğimi yap.” Diye tembihledikten sonra biraz daha uyuyacağını söyleyerek yanından ayrıldı ve Naz’ı düşünceleriyle baş başa bıraktı.

**

Saat ona doğru Kilid’den içeri girdiğinde yaptığı ilk şey üzerini değiştirmek oldu. Bugün diğerlerinin arasına karışıp, biraz idman yapacaktı. Belki kaslarını esnetirse beynine daha sağlıklı kan giderdi. Havlusunu omzuna atıp dışarı çıktı. Kuyu’nun arenalarına indiği sırada ringdeki birkaç kişinin antrenmanlarına başladıkları fark ederek duraksadı. Bir köşeye doğru ilerlerken, diğer yandan da eldivenlerini ele geçiriyordu. İçerideki gürültü yerini uğultuya ardından da derin bir sessizliğe bırakırken at kuyruğu yaptığı saçını daha da sıkarak, başını kaldırdı ve etrafına bakındı.

“Tüm bu sessizlik bir saygının getirisiyse eğer abartıyorsunuz” dedi alayla. Ardından esnemeye, vücudunu ısındırmaya başladı.

“Listede ismin yok.” Diyen Cüneyt’in sesini duymasıyla “Sence buna gerek var mı?” diye sordu. Karşı karşıya geldiklerinde birbirlerine selam verdiler. “Akşam burada mı kaldın?” diye sordu.

Cüneyt, başını salladı. “Senin Gencer ilk derste havlu atınca, ona refakat edecek biri gerekti.” Dedi. Sarı gözleri garip bir ifadeyle Naz’a bakıyordu.

“O benim Gencer değil.” Dediğinde “Anlatım bozukluğu yapıyorsun.” Dedi Cüneyt.

Naz, güldü. “Kendini Türk Dil Kurumu falan mı sanıyorsun” deyip onun etrafında dönmeye başladığında Cüneyt “Senin için endişeleniyorum.” Dedi.

Naz “Bak bu kalbimi acıttı.” Diyerek onunla dalga geçerken Cüneyt’in aniden saçından tutmasıyla çığlık attı. “Hile yaparsan bende yaparım.” Diye uyardı Naz. Çocuk sırıtarak bir adım geriledi. Bunu yaparken iki eline de havaya kaldırmıştı. “Göster bakalım hünerlerini.” Dediğinde bir süre birbirleriyle oyun oynadılar. Naz’ın yumrukları ölümcül olabilirdi ama Cüneyt şu anda kızın oyun havasında olduğunu sezebiliyor, bu yüzden kendisini koruma gereksinimi duymuyordu. Sonra eşleşmeye başladılar. Habil ile Ecel teyzeleri derse girip, onları bir süre karşılıklı dövüştürdükten sonra “En sevdiğim kısım” diye mırıldandı Naz “İsimlerini söylediklerim kırmızı alana geçsinler, diğerlerine bugünlük takım çalışması için teşekkürler.” Diyen Ecel gözleriyle kalabalığı tarayıp tek tek belirledikleri kişileri kırmızı alana çağırdılar. Naz da onların arasındaydı ve bakışlarındaki ehemmiyet kızın meydan okumaya karşılık vermesine neden oluyordu. Bileğini saran eldivenin çıt çıtını açıp, yarısından ayırırken Cüneyt “Bu bir eğitim.” Diyerek yanına geldi ve eldivenin eksik parçasını yerine oturttu. “Eğer rakibine gerçek bir zarar verirsen men edilirsin.”

Naz, kirpiklerinin ardından arkadaşına bakarken “O zaman bunun eğlencesi nerede?” diye sordu.

“Eğlence dışarıda.” Diye temin etti Cüneyt onu “Burada değil. Buradaki insanların eğitime ihtiyaçları var.”

Naz, dudaklarını büzüp içini çektikten sonra “Sıkıcı” diye mırıldandı ve gülümseyerek yüzünü rakibine döndürdü. Birbirlerine selam verdiklerinde kızın ukala bir tavırla gözlerini devirmesi, gözünden kaçmadı. Üzerinde durmamaya çalıştı. Yumruklar ve tekmeler o kadar hafifti ki Naz içindeki o enerjinin akıp gitmek yerine daha da toplandığını hissediyordu. Hal böyleyken hareketleri sabırsızlaştığı için aceleye geliyordu. Elinin tersiyle kızın göğsüne bir fiske vurup, bakışlarını eline indirdikten sonra sol kolunu uzatarak parmağının ucuyla yanağına vurdu.

“Hile yaptı!” diye bağırdı kız.

Naz “Dövüşmüyoruz bile sadece dokunuyorum.” Diye gülerek ellerini kaldırırken kızın aniden ortaya çıkan öfkesiyle şaşkına döndü. Sırt üstü yere düştüklerinde “Seni orospu çocuğu.” Diye tısladı kız üzerinde. Naz, daha neden küfür ettiğini anlayamadan kız başını iki yandan tutarak yere vurdu ve insanların “Hey!” diye bağırmalarına neden oldu. Naz, gelen yardımı kabul etmedi. Şahin bakışları kızın üzerine dikilmişti. “Sözlerini geri al.” Dedi.

Kız – Adı İzelmiş- gülerek “Nedenmiş?” diye sorduğunda Naz ona doğru tehditkar bir adım attı.

Habil “Kendi yerlerinize geçin.” Diye uyarsa da Naz oralı olmadı. “Bana küfretti.” Dedi “Anneme. Sözünü geri almasını söyle.”

Habil, kıza baktı ama onun başını iki yana salladığını görünce Naz’ın bir gözü seğirdi. İzel “Başkasıyla eşleşmek istiyorum.” Diyerek arkasını döndüğünde Naz’ın gözleri sırtına sabitlenmişti.

“Bana bak Naz.” Diyen teyzesine döndüğünde içini çekerek gülümserken “Sorun yok.” Dedi “Yeni gelenlerin kurallara alışamadığı belli oluyor.” Dedikten sonra Cüneyt’le eşleşti ama o kırk beş dakika geçmek bilmedi. Tüm kasları yanıp tutuşurken içindeki kazanda sakince kaynıyordu.

Öğleye doğru dinlenmiş bir halde ders kitaplarının başına oturmak için hareketlendiği sırada odasında davetsiz bir misafiri vardı. “Revirin yerini mi karıştırdın?” diye sordu Gencer’in dağılan suratına bakarak. Bundan hiç memnun olmamıştı. “Alıştırma derslerinde kimse bu kadar güç kullanmaz, ne söyledin de rakibini kudurttun.” Diye sorup masanın üzerine oturduğunda Gencer bakışlarını kaçırdı. “Yağmur’u biliyorlar.” Dedi. Ve Naz da biliyordu. “Ona saldırdığımı ve benim burada olmayı hak etmediğimi söylediler.”

Naz “Ona saldırdığın doğru,” dedi “Ama burada olmayı hak edip etmemene gelince, Jibit seni o çatıdan aşağı indirip rehabilitasyona sokmamış olsaydı hala burada olur muydun orası da merak konusu”

“Sen kızgın değil misin?” diye sordu Gencer.

Naz “Yine aynı şeyi yapıyorsun.” Diye kızdı “Benim ne düşündüğümün ne önemi var.”

“Buraya geldiğinden beri benimle ilgileniyorsun.” Dedi Gencer.

Naz “Sana romantik hisler beslediğimi düşünüyorsan yanılıyorsun. Ben duygusal açıdan zayıf olan erkekleri severim. Uğraşması ve tolere edilmeleri basit ama sen… Hem çözümü çok karmaşık bir sorusun hem de kız kardeşimin eskisisin. Seninle konuşuyor ya da seninle ilgileniyor olmam sende farklı anlamlar yüklüyorsa, üzgünüm ama bu senin sorunun” dedi. Bacaklarını oynatırken Gencer’in söylediklerini sindirişini izlerken gülümsüyordu. Kaşlarını havaya kaldırdığında çocuğun “Jibit, senin sayende burada olduğumu söyledi.” Demesiyle gülümsemesi kahkahaya dönüştü.

“Onun seni manipüle etmesine izin vermemelisin.” Dedi Naz.

Gencer “Doğru değil mi?”

Naz “Olabilir ama seni ilk bulan oydu, öyle değil mi? İçindeki o ışığı görmüş olmalı,” deyip abartılı bir biçimde yumruklarını sıkarken Gencer “Beni sinir ediyorsun.” Dedi sonra neredeyse gülmeye yakın bir tebessümle “Peki sen ne gördün?” diye sordu.

Naz, onun yine aynı şeyi yaptığını düşündü ama bunu dile getirmedi. Bunun yerine “Zeki olduğunu ve yaz başında, arkadaşlarımın hayatını kurtardığını. Eğer Nevzat Ayaz’ın oyununa gelip, dediğini yapmış olsaydın şu anda karşımda değil, toprağın altında yatıyor olurdun.” Dedi.

Gencer “Yani bir nevi minnet borcu mu?”

Naz “Zeki olduğunu ve kimsenin aklına uymadığını söylüyorum. Karşıma geçmiş minnetten bahsediyorsun. Bak bunu bir kere söyleyeceğim ve umuyorum ki beni bir kez daha söyletmek durumunda kalmazsın. Hiç kimseye minnet duyduğun için yardım etmemeli ya da yaklaşmamalısın. Bu senin sömürülmene, karşı tarafında güçlenmesine neden olur.” Dediğinde Gencer “Nereden biliyorsun?” diye sordu.

Naz, omuzlarını silkti. “Bu hep böyledir.” Dedi “O çok iyi bir insan dediğin kişi bile, senden faydalanır ve sen bunun farkına bile varmazsın. Kural çok basit, çatlağı bul ve içeri sız. Gözün açılıp da geldiğin durumu fark ettiğinde iş işten geçmiştir.” dedikten sonra “Şimdi beni yalnız bırak.” Dedi “Ders çalışmam gerekiyor.”

Gencer “Ben burada oturacağım.” Dedi.

Naz “Yok ya! O niyeymiş?”

Gencer “Dışarıdan daha güvenli.” Deyince Naz gözlerini devirerek çalışma masasına doğru yürüdü. Koltuğundaki yerini alıp, kitabını açarken gülümsüyordu.

**

Saat üç gibi çantasını toplayıp eve gitmek için hazırlanıyordu. Gidip bir duş alacak, sıcak bir kahve içtikten sonra akşama kadar uyuyacaktı. Çantasını omzuna atıp odadan çıkmadan önce koltuğunda uyuyakalan çocuğa baktı. Oflayarak üzerini örttükten sonra, ışıkları kapatıp dışarı çıktı ve kapıda Diyar’la karşılaştı. “Selam karanlıklar lordu.” Dedi kaşlarını oynatarak.

“Bana böyle seslenme diye kaç kere uyaracağım seni.” Dedi Diyar ama gözlerinden eğlendiği belli oluyordu.

Naz “Tırabzanlara yakın olan sensin. İterim seni aşağıya.” Deyip yürümeye başladığında “Demek Eren Kerim senin arkadaşın öyle mi?” diye sordu.

Diyar “Bu konu yoruma kapalı.”


Naz “Onun gibi daha başka yakışıklı arkadaşların var mı?” diye sorduğunda “Sence arkadaşlarımın hayatlarını karartmak ister miyim?” diye sordu Diyar. Naz kıkırdadı. “Ben reşit bir kızım,” dedi “Ve ışıl ışılım sence hangi arkadaşının hayatını karartabilirim ki?”

Diyar “Uslu dur, Naz. Biraz olsun adının hakkını ver.” Deyince Naz durup boynunu büktü ve “Yani sana nazlanmamı mı istiyorsun?” diye sordu.

Diyar “Daha neler.” Diyerek kendisinden uzaklaşınca Naz ona dilini çıkararak önüne döndü ve “Nefal’imin kıymetini bil, Sırtlan.” Dedi “Yoksa gelip seni avlarım.” Çıkmadan önce küçük bir işi daha vardı. Saatine bakıp, duşlara doğru ilerledi. Günün bu saatinde herkes ya dinlenir ya da derslerden birinde olurlardı. Bu yüzden Naz, avına doğru sinsice yaklaşırken çok rahattı. Gerçi kimse ona bakıp da birine kötülüğünün dokunacağını anlayamazdı. Çantasının diğer kolunu da giydikten sonra gidip dolaplardan birine yaslandı. Onun dolabına. O kadar sakindi ki gözlerini kapatsa uyuyabilirdi.  İzel denilen kız duştan çıktığında üzerindeki dinginlik hala devam ediyordu. Ama kaynama hala oradaydı. Tam karnının ortasında. “Ne var?” diye terslenen kız kendisine kötü kötü bakınca “Bence bir özrü hak ediyorum.” Dedi Naz. Ona bir şans vermek istiyordu. “Ne özründen bahsediyorsun?” diye sordu İzel ve başıyla dolabını işaret etti “Önünde duruyorsun.” Dedi “Çekil.”

“Neden bana küfrettin?” diye sordu Naz. Çok sinirli, kavgacı hatta şımarık olduğu zamanlar olabilirdi ama asla birisine bu şekilde küfretmez, bilhassa buna dikkat ederdi. Kendisine de aynı şekilde davranılmasını isterdi.

İzel “Nedeni belli değil mi? Hepinizin tüm bu parayı nasıl kazandığınız?” diyerek kaşlarını çatarken Naz “Nasıl kazanıyormuşuz?” diye sordu.

“İnsan kaçakçılığı yapıyorsunuz!” dedi İzel “Topladığınız tüm insanları kendi menfaatleriniz için kullanıyorsunuz!” diyerek bağırdığında Naz ondaki korkunun yükseldiğini, paniğin ses tonunu belirginleştirdiğini fark etti ama umursamadı. “Böyle mi düşünüyorsun?” diye sorduğunda kaşlarını kaldırıp başını geriye doğru yatırdı. Kilid kurulmuştu çünkü Derin Kohen gibi, Habil ve Ecel gibi kadınlar küçük yaşta ailelerinden koparılıp, istismar edilmesin, beyinleri yıkanmasın istemişlerdi. Kadın ve erkek fark etmeksizin, Kilid’in bünyesine giren her birey, buradan yeni bir kimlikle ayrılırdı. Ama görüyordu ki bazılarına bu yetmiyordu.

“Yediğin kaba pisliyorsun ama konumuz bu değil. Annem bunun neresinde?” diye sorduğunda İzel “Canım küfretmek istedi, ettim! Sana hesap mı vereceğim?” diye bağırdı. Naz, o sırada yerinden doğrulmuştu. İçini çekerek kıza doğru bir adım attıktan sonra, sağ elini göğüs hizasında havaya kaldırdı. Kızın bakışları eline takıldığı sırada sol elini öne doğru uzatarak, orta parmağıyla kızın burnunun ucuna bir fiske vurdu. “Ne yapıyorsun?” diye soran kızın konuşmasına izin vermeden sağ elinin avuç içiyle burnuna bir darbe daha indirdiğinde, çıkan sesle gözlerini kapattı. Aralarında bir arbede çıktı. Naz, kızın taktığı çelmeyle neredeyse düşecekken tırnaklarını çıplak omuzlarına geçirerek onu yere çekti. Başını vurmasına engel olurken “İçi boş beyninin fayanslara akmasını istemem doğrusu.” Diye tısladığında kız “Seni mahvedeceğim” diye bağırdı. Burnundan akan oluk oluk akan kanla bir müddet dursa da İzel başını kaldırıp şok içinde ona bakınca Naz gülümsedi ve akabinde sol yumruğunun tüm gücüyle kızın burnuna vurdu. Onu yere bırakıp, elindeki kanı havlusuna silerken “Bence bir dizi operasyon geçirmen gerekecek,” dedi “Ne de olsa işe yarayacak gibi gözüken tek şey, yüzündü değil mi?” dedikten sonra üzerinden atlayarak çıkışa yöneldi. “Şu kapıyı kapatayım da daha rahat giyin. Mahremiyet önemli sonuçta” diye tısladı. Çantasını önüne alıp içinden güneş gözlüğünü çıkarırken içini çekti. Dışarı çıkıp, derin bir nefes alırken mışıl mışıl uyuyacağını hissediyordu.

ARKADAŞKÇA -2 (KİLİD)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin