Ben geldim aşklarım. Ne meşguliyetler ne koşturmalar ne ağrılar arasında size bölüm attığımı bir bilseniz ben istemeden oy verirdiniz bence :D Tek dileğim tek duam bu kadar koşturmaya değecek bir sonuç almam olur. Son iki bölüm sonra güncele gelmiş olacağız. Umuyorum ki koşturmalarım o zamana kadar bitmiş yeni bir sayfa açmış olurum.
Size iyi okumalar diliyor ve oy vermeden geçmemenizi rica ediyorum. Yarım saatte okuduğunuz bir bölüm bir yazarın hiç kesintisiz 7-8 saatini normal bir tempoda ise haftasını alıyor. Emeğin karşılığını vermek, meyvesini yediğiniz ağacı sulamaya benzer. O ağaç sulanmadığı için kurursa siz de meyveden olursunuz. Hayata bu çerçeveden bakmak gerekiyor. Umarım kendimi sizi kırmadan ifade edebilmişimdir. Şimdiden teşekkür ederim diğer bölüm görüşmek üzere...
Sınır: 420 Oy, 450 yorum.
⚓⚓⚓⚓⚓⚓⚓
26. Bölüm
Bölüm Şarkıları:
Maran Marangöz- Aşık Oldum Ben Sana
Cem Özkan- Olmayacak Bir HayalÇok eski günlerden bir gün kalbimin çok hızlı attığını ve bunun sebebinin daha bir buçuk ay önce şerefsiz bir sapık olduğuna karar verdiğim için nişanından kaçtığım Ferman olduğunu hatırlıyorum.
Küçükken, beş yaşlarındayken hatta ona âşık olduğumu düşünürdüm. Çok yakışıklı, çok havalı, şimdikinden bir tık daha az uyuz ve oldukça ulaşılmazdı. Bir de benimle sık sık uğraştığından onun da bana hisleri olabileceğini düşünürdüm. Çünkü halamın kızı Zeliha Abla bir keresinde büyük aşklar nefretle başlar diye bir cümle kurmuştu diğer kuzenlerimle konuşurken. Ben de Ferman ile birbirimizle anlaşamadığımızı birbirimize âşık olmamıza yormuştum sanırım. Neyse ki bu süreç çok uzamamıştı ama sonunda ondan nefret ettiğime karar verene kadar onun yanında kalbimin dörtnala koştuğunu da inkâr edemezdim.
Sanırım o sondu. Ondan sonra da kimseye karşı hiçbir duygu besleyememiştim. Oyunlar benim daha çok ilgimi çekmişti. Erkeklerle dolu bir mahallede büyümüş, kızlardan çok onlarla oynamıştım. Tek ben değil, diğer kızlar da onlara katılırdı. Misket oynardık, yüksek ebe, dondum, simit, eş kaçırmaca, saklambaç, yedi kule, köşe kapmaca, elim sende ve daha bir sürü cinsiyetsiz oyun oynarken aşk pek de ilgimi cezbetmemişti açıkçası. Ergenliğimin başlarında evdeki huzursuzluk, sürekli kavgalar, dedemin, akrabalarımın sürekli laf sokması, eziyeti derken de sanırım diğerleri gibi âşık olmak aklıma gelmemişti. Birkaç yıl sonra annemle gittiğimde derdim annemi kollamaktı. Annem beni gönderip yerime kendini kollayacak başka birini bulunca da aşka olan inancımı yitirdim. Şimdi içine düştüğüm ateşe aşk dememem lazım ama buna başka ne diyebilirim bilmiyorum.
En nesnel tanımı yapacak olursam artık yumuşak karnım Derya'ydı. En büyük zaafım, zekâmın en işlevsiz kaldığı konu, kalbimi en dik açıyla alan ekvatorum...
Bu günden sonra en sevdiğim şarkıların sahibi, Galata'mın metresi...
Yani mahvoldum derken mübalağa yapmıyordum. Gerçekten mahvolmuştum.
Kendimi geri çektikten sonra kimsenin yüzüne bakamayacağımı bildiğimden başımı yere eğdim. Derya, ağzıma gidip gitmeme konusunda tereddüt eden elimi kavradığında bakışlarımı aniden ona çevirdim.
"Siz de bir hata gördüğünüz zaman, hata yapılana değil de hatayı yapana yüklenmeyi önce bir öğrenin. Sonra görüyorum sosyal medyada kadın hakları, fırsat eşitliği, feminizm cart curt paylaşıyorsunuz. Kadın, kadına düşmanlık yapıyor sonra destanlar düzüyor. Komik oluyorsunuz."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KAPTAN-I DERYA
General FictionDüştüm ey Gönül! Gözden, yürekten, elden ayaktan... Bilemezdim böyle olacağını. Ben ki iflah olmaz, serseri bir kızdım. Tek derdim Galata'nın yamacında bir ömür geçirmekten ibaretken Karadeniz'de boğuldum. Abi bildiğimle evlenmekten kaçarken ateşle...