Herkese selamlar. Sınır dolmadı ama sınırı zaten zaman kazanmak için koymuştum. Yarın eve dönüyorum o yüzden sizi bekletmeden bu bölümü atayım dedim.
Böğürtlen Mucizesi kitabım biliyorsunuz ki basıldı. Eğer merak ediyorsanız profilimde 8 bölümlük kısmını okuyabilirsiniz. İkinci kitap da inşallah yakında gelecektir.
Kitap yorumlarına da instagramdaki bir çok kitap sayfasından bakabilirsiniz. Etiketlendiğim gönderilerden bulabilirsiniz.
B
uraya herkes bir tane ⚓️ veya 🛟 bırakabilir mi?
İyi okumalar :)
⚓⚓⚓⚓⚓⚓⚓
9. BÖLÜM
Bölüm Şarkısı:
Pinhani- Beni Sen İnandır
Melis Fis- Kara KediDerya ile sohbetimiz sandığımın aksine oldukça iyi geçmişti. Hatta uzun zamandır kendimi hiç bu kadar iyi hissetmemiştim. Derya ile gerildiğimiz zaman kalkıştığımız bu dümen işkence gibi geliyordu. Sözlü olarak dile getirmemiş olsak da aramızdaki ateşkesi bir barış antlaşmasına dönüştürmüştük. Arkadaş olabilir miydik bilmiyorum ama iyi geçinmeye gayret edeceğime kendi adıma söz vermiştim. Onun tarafından bir şey gelmediği sürece bu oyunu ikimize de zehir etmenin âlemi yoktu. Akşamüzeri beni eve bırakmış ve tüm ısrarlarıma rağmen yemeğe kalmayıp Rize'ye dönmüştü. Evet, nezaketen ve gerçekten istediğim için ısrar etmiştim. O kadar da görgüden bir haber değildim. Yukarı, odama çıkacakken büyük salonda oturan babam ayak seslerimi duymuş olacak ki beni çağırmıştı. Salona girdiğimde dedemle karşılıklı oturmuşlardı ve oldukça ciddi duruyorlardı.
"Efendim." dediğimde dedemin gözleri elindeki tespihin üstünden çekilip beni buldu. Gözleri şöyle bir üstümü süzdü ve zaten bu halde dışarı çıktığım için bir şey söylemesinin anlamsız olacağını anlamış olmalı ki 'Fesuphanallah' çekip ilgisini yeniden tespihine verdi.
Babam da şöyle bir göz atıp eliyle karşısındaki üçlü koltuğu gösterdi. "Geç bir şöyle." dediğinde kaşlarımı çattım. Ciddi bir durum vardı. İkisi de kılık kıyafetime laf etmemiş sadece konuşmak için beni çağırmışlardı ve henüz 'Neredesin sen sabahtan beri?' diye sormamışlardı.
"Bu akşam Muhittin Amcanlar gelecek. Ferman ile birlikte..." dediğinde kaşlarım havalandı. Buz gibi bir tedirginlik ensemden tuttu ve ağzım hafifçe aralandı. Ne?
Ben bir şey diyemesem de babam karşı çıkacağımı zaten anladığından devam etti. "Ferman senden özür dileyecek. Bir daha böyle bir şey yaşanmayacağının garantisini de verecekler."
"İstemiyorum. Kabul etmeyeceğim bir özrü duymama gerek yok." dediğimde babam kaşlarını çattı. Kızar gibi değil de ikna etmeye çalışır gibiydi... "Öyle bakma baba. Ben onun yüzünü dahi görmek istemiyorum." dediğimde dedem girdi araya. "Onlar bizim akrabamız gızım. Gardaşımın oğluyla torunu. Yüz yüze geleceyik daha." Nefesimi dışarı bıraktım. Dedem nişandan beri daha ılımlıydı bana karşı. O bana yumuşak davranırken ne düşünürsem düşüneyim ona saldırgan davranamazdım. Ben de sesimi ve ifademi yumuşattım. "O zaman sizden özür dilesinler dede. Kiminle barışıp konuşacağınıza karışamam. Sizi de kendi meseleme karıştırmam ama. Ben bundan sonra onlarla yüz yüze bakmayacağım." dediğimde dedem yüzüme çaresizce baktı. Haklı olduğumu biliyor ama içine sindiremiyordu. Çünkü değneğin diğer ucunda kardeşi vardı. Benim esasen bir kardeşim olmadığından onu anlayabilmem çok da mümkün değildi. Kardeşim teorik olarak vardı ancak biyolojik bir hata yüzünden aynı kan bağını taşıyorum diye ona duygusal bağlılık hissedecek değildim. El âlem kendi doğurduğu kızını bile elin adamına tercih ediyorken benim sırf kan bağım var diye kardeşimi sevmemi bekleyemezdi kimse. Sevmediğim biri de dedemle empati kurmama yardım etmiyordu işte.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KAPTAN-I DERYA
General FictionDüştüm ey Gönül! Gözden, yürekten, elden ayaktan... Bilemezdim böyle olacağını. Ben ki iflah olmaz, serseri bir kızdım. Tek derdim Galata'nın yamacında bir ömür geçirmekten ibaretken Karadeniz'de boğuldum. Abi bildiğimle evlenmekten kaçarken ateşle...