İyi okumalar
17. BÖLÜM
Bölüm Şarkısı: Hemsaye- Bir Kaç Fotoğrafın Hikayesi ve Sabah Rüzgarı
Yalanlar...
Yalanlar ilaçlar gibidir. Anlık kurtarıcıdırlar ama zamana ve miktara bağlı olarak zehir etkisi gösterirler. Mesela bir ilaç sık kullanımda zamanla bağımlılık yapar ve çok fazla ilaç kullanmak vücutta mutlak bir zarara sebep olur. Belki bir böbrek çürümesi, belki damar tıkanıklığı, belki de mide krampları...
Bir de yüksek doz kullanmak var... Bu da daha kısa sürede etki gösterir. Kan zehirlenmesi gibi...
Yalanlar da böyle işte. Anı kurtarabilir ancak etkisini olumsuz olarak ya uzun ya da kısa zaman sonra gösteriyor bir şekilde.
Hayatım boyunca birçok yalan söyledim. Bunlar ufak ama devamlı yalanlardı. Yan etkisini uzun bir süre sonra da olsa gördüm bu yalanların... Babam beni hiç olmaması gereken bir halde, bir sosyal medya platformunda gördü. Tabi ki onun da bana gösterdiği tepki büyük oldu. Yaptığım yanlışa daha büyük bir yanlışla karşılık gösterince ben çok daha büyük bir yanlışa düştüm ve bu kez kocaman bir yalan söyledim.
Bu kez söylediğim yalan ölümcüldü... Bunu daha yeni fark ettim. Hem çok büyük hem sürekli bir yalan...
Derya'nın gözlerine bakan gözlerimdeki şaşkınlığın sebebi işte bu farkındalıktı.
Neyin sözünü, kime ve niye veriyordu?
Zaten yeterince karmaşık bir durumda değil miydik?
"Umarım oğlum." dedi babam da taviz vermez sert bir sesle. Hayatımı mahvetmeye çalışmamış gibi şimdi de beni savunuyordu. Beynimde bir kıvılcım harlandı ve o kıvılcım hızla yangına döndü. Sinirlerim birbirine değen kablo uçları gibi çaktı. Kaldıramıyordum artık, dayanamıyordum.
Yanlış bir şey söylememek için seri adımlarla yanlarından ayrıldım. Derya'nın yanından geçerken bileğimi tutmaya yeltenince kolumu geri çekip kurtuldum ve "Peşimden gelme lütfen." diyerek adımlarımı biraz daha hızlandırdım. Nefesim kesiliyordu. Boğazıma bir el yapışmışçasına bir his tüm benliğimi sarmıştı. Hastaneden çıkmak sanki saatlerimi almıştı.
Hastane şehir merkezinde olduğu için etrafında banklar yoktu. Bunun yerine karşısındaki kafenin dış mekânına geçtim ve kendime bir tane naneli limonata söyledim. Hastaneye yakın olduğundan olsa gerek 7/24 açık olmalıydı.
Bir kolumu göğsümün altına koyup diğer kolumun dirseğini ona yasladım ve dudaklarım kabuklarını soymaya başladım. Çok üzgünsem ve düşünecek çok şeyim varsa genelde böyle yapardım. Annemden kalma bir huydu bu ve bu da canımı sıkıyordu. Yine de bunu yapmaya devam ettim.
Ne kadar zaman geçti bilmiyorum ama sabah ezanı okundu, sonra gün doğdu. Güneş yakıcılığını göstermeye başladı. Dudaklarım sızlıyordu. Dudaklarımı yaladım ama uğraşmaya devam ettim. Omuzlarımın üstüne polar bir battaniye bırakıldığında ürkmedim. Çünkü kendisi gelmeden kokusu gelmişti.
İki parmağının ters yüzeyini yanağıma sürttü. "Donmuşsun." dedi ve bir süre sessiz kaldı. Ardından "İki latte alabilir miyiz?" dedi garsona. Sessiz kaldığı süre boyunca garsona bakınmış olmalıydı. Ardından karşımdaki sandalyeyi çekip oturdu.
Yolda olan bakışlarım o zaman yavaşça yüzüne çevrildi. "Arkamdan gelme demiştim." dedim kısık ama sabit bir tonlamayla. Çok hafif bir tebessümle "Zaten gelmedim. Ama aradan 2 saat geçti." dedi. Kaşlarım havalandı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KAPTAN-I DERYA
General FictionDüştüm ey Gönül! Gözden, yürekten, elden ayaktan... Bilemezdim böyle olacağını. Ben ki iflah olmaz, serseri bir kızdım. Tek derdim Galata'nın yamacında bir ömür geçirmekten ibaretken Karadeniz'de boğuldum. Abi bildiğimle evlenmekten kaçarken ateşle...