Okurken düşüncelerinizi benimle de paylaşın lütfen. İyi okumalar 😍
Sınır: 320 Oy 400 yorum.
⚓⚓⚓⚓⚓⚓⚓
18. BÖLÜM
Bölüm Şarkısı: Hemsaye-Gökyüzün Bana DönsünDoğanın insanı dinlendirdiğine ve insanın içe dönüşünü sağladığına ilişkin yüzlerce makale yazılmıştır. Bu makaleleri okuduğumdan ya da takip ettiğimden değil de oradan buradan, muhtemelen çoğunlukla da sosyal medyadan gördüklerim kadarıyla bilinçaltımda böyle bir bilgi mevcut işte. Ancak okumasam da kesinlikle bu tezin doğruluğunu bizzat deneyimleyerek kanıtlamış olmuştum. Karadeniz'in serin yaylaları...
Elbette bizim yaylalarımız da vardı. Ordu da yayla konusunda oldukça zengin bir kültüre sahip ancak ben yaylaya gittiğimde hiç sakinleşip, kendime döndüğümü hatırlamıyordum. Daha ziyade yayladan dönüşte hep yorgun, bitap ve yara bere içinde oluyordum. E tabi bunun Ordu'daki yayla evine gittiğimde henüz küçük bir çocuk olmamla da bir alakası olabilirdi. Oysa burada minimum düzeyde insanla muhatap oluyordum ve bu insanlar da beni yormuyorlardı. Günlerdir içinde bulunduğum buhran buraya geldiğimizden beri yavaş yavaş dağılmış, şimdi de tamamen bedenimi terk etmişti.
Buradaki dördüncü günümüzdü. Derya, üç gündür iş yüzünden pek fazla yanımda kalamamıştı. Sadece geldiğimizin ertesi günü bana yaylayı kısaca gezdirmişti o kadar. İşe başladığı gün nöbete kalmış, ertesi günü, yani dün de akşama kadar normal mesaisine devam etmişti. Dün akşam eve geldiğinde oldukça bitkin görünüyordu ama sabah erkenden yeniden kalkıp işe gitmişti mecburen.
Alışmıştım sanırım, yokluğunda gözüm hep onu arıyordu. Nilay ve Yaprak'ın muhabbeti de çok güzeldi. Onlarla konuşmak, sessizce oturmak, etrafı turlamak da çok güzeldi ama onlarlayken söylediğimiz yalanı sürdürmek adına yalanlar söylemeye devam ediyordum. Ve bu beni gerçekten çok yoruyordu. Ne söylediğimi hatırlamak zorunda kalıyordum ama kafam o kadar doluydu ki hatırlayamamam çok olağandı ve bu bizim felaketimiz olurdu. Derya ile konuşurken böyle bir sorunum olmuyordu ve bu da biraz daha rahat hissetmemi sağlıyordu. Sanırım onu aramamın sebebi biraz da buydu.
Burada bir de en sevdiğim şey akşam Derya da geldikten sonra yaktığımız ateşte mısır pişirip, ateş başında sohbet etmemiz olmuştu. Murat Abi, Derya ve Yaprak arasındaki kardeşlik bağı o kadar güzeldi ki bizi inanılmaz eğlendirmişlerdi üç gündür. Gerçi birinde Derya yoktu ama o gün de fena değildi.
Burada, tüm gün bize kalıyordu. Sabah erken kalkıp kahvaltı yapıyorduk ve evi iş bölümü yaparak temizledikten sonra biraz etrafı turluyor ardından da akşam yemeğini hazırlıyorduk. Daha sonra ısıtılmak üzere kenara ayırıp akşam Murat Abi ve Derya gelene kadar çocuklarla oynayıp oyalanıyorduk. Mina, sanırım artık varlığımı kabul etmişti. Bana işgalciymişim gibi bakmıyordu. Henüz oturup bu konu hakkında yeni bir konuşma yapmamıştık tabi. Düşüncelerini bilemiyordum.
Sabah Derya'nın çıktığını görmemiştik. Sabah kahvaltısından sonra da Murat Abi çıkmıştı. Akşam saat yedide geliyorlardı. Bugün Cuma olduğu için muhtemelen dönüşte Duha Abi ve Melike'yi de alıp geleceklerdi Ancak henüz saat beş olduğu için gelmelerine daha iki saat vardı. Biz de sofrayı toplayıp iş bölümü yapmıştık. Yaprak'a bugün süpürme işi düşerken, Nilay da yerleri siliyordu. Bense tozları hızlıca alıp işimi bitirmiş ve akşamları ateş yaktığımız kütüklerde oturmaya gelmiştim. Düşünüyordum. Geçmişi, geleceği, sorunları... Tek bir kişiyi düşünmemek için beş yaşındayken babamın aldığı ama üç ay sonra kaybettiğim oyuncak bebeğim Sude'yi bile düşünmüştüm. Çünkü onu düşünmek dibi görünmeyen bir kuyuya düşmekle eşdeğerdi Ve benim çoktan ayağım kaymıştı. Şimdi tutunabileceğim her yere tutunuyor düşmemeye çalışıyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KAPTAN-I DERYA
General FictionDüştüm ey Gönül! Gözden, yürekten, elden ayaktan... Bilemezdim böyle olacağını. Ben ki iflah olmaz, serseri bir kızdım. Tek derdim Galata'nın yamacında bir ömür geçirmekten ibaretken Karadeniz'de boğuldum. Abi bildiğimle evlenmekten kaçarken ateşle...