5

5.4K 233 10
                                    

   Ambulansın hemen ardından hastaneye gelmiştik. Kadını muayene edip serum vermişlerdi. Kadının uyanması beklenirken Bahar içi rahat etmediği için pansuman yapmış olduğu yara yüzünden beni tomografi cihazına sokmuştu. Herhangi bir sorun çıkmamıştı. Sonrasında da ben kadın için hastanede kalacağımı söylemiş Bahar ise buna karşı çıkmıştı. En sonunda ben galip gelmiştim. Bahar'da benimle kalacaktı ama ev için aldığımız eşyaların eve gelmek üzere olmasıyla O eve gitmişti.
Bizimle beraber gelen Oğuz'da karargahtan çağrıldığı için yanımızdan çoktan ayrılmıştı.

Bense şuan hastanenin kasvet kokan, akşam üzeri olduğu için belki, sakinliği içimi üşüten bir koridorda karşımdaki beyaz duvarı izlerken kadının uyanmasını bekliyordum.

Hastaneler beni hep ürkütmüş ve babam öldükten sonra benim için yalnızlığı en derinden hissettiğim bir yer olmuştu. Çünkü babamdan sonra hastaneye hep tek başıma gelmiştim. Şimdi burada böyle tek başıma oturmak , bir beyaz duvarı dakikalardır izliyor olmak beni büyük bir karamsarlığa itiyordu. Kendi kendime kalmanın bana iyi gelmediği anlardan birindeydim. Ruhumun derinlerinde gömülü kalan mazi beynimi , zihnimi ve yüreğimi tarumar etmek için bugünü ve bu soğuk , ıssız fazlasıyla da sevimsiz hastane koridorunu seçmişti.
Altı yıl önce yine bir hastane odasında annemi beklerken annemin bana nefretle bakan gözleri ve gözlerine eşlik eden sözleri teker teker zihnimde canlanıp kulaklarımda çınladı. Benim yüzümden elinden kayıp giden şeyler olduğunu fütursuzca haykırırken, ne olduğunu dahi bilmediğim kayıplar yüzünden benim neler kaybettiğimin esamesi bile okunmadı.
Anne sevgisinin ne olduğunu bilmeden büyümemin, anneme kendimi sevdirmek için kendime verdiğim fiziki ve ruhsal yaraların, veli toplantısına gelmeyen annemi beklerken döktüğüm gözyaşlarının, ablamın, annemin ona olan sevgisiyle bana yaptığı nisbetlerin ve en önemlisi de öylece yitip giden çocukluğumun esamesi bile okunmadı.

Anneme ilk defa o gün sormaya cesaret edebilmiştim beni neden sevmediğini. "Tamam " demiştim " belki kardeşimin olayında suçluyum. Ama sen beni bugünden öncede birşeyler için suçladın. Bugünden öncede sevmedin. Neden anne? Ne beni senin gözünde bu kadar sevilmez kılan şey? " Diye tabiri caizse yıllardır içimde tuttuğum soruyu haykırmıştım.
Tek söylediği şu olmuştu; şimdi değil ama birgün söyleyeceğim. Ve sen o gün paramparça olacaksın.

Hiç paramparça olmamışım gibi şimdi değil ama birgün un ufak olacaktım. Annemin altı yıldır yüreğime ektiği bu kehanet yine zihnimin derinliklerinden çıkıp karşıma dikilmişti. Geçmişin bana hiç görünmeyen hayaletini annem birgün karşıma çıkaracaktı. Bu kehanet gerçekleştiğinde o hayaletle savaşabilecek miydim? Etrafa saçılan parçalarımı toplayıp yeniden hayata karışabilecek miydim? Bir umutsa yaşamak herşeye rağmen var olabilmek için bir umut bulabilecek miydim? Yoksa bende acılar ile yapılan savaşlarda kaybeden zayıf ruhlar gibi kendimi yok mu edecektim?
Bilmiyordum. Ve bu bilinmezlik beni korkutuyordu.

Hemşirenin
- Ayşe Gülseren'in yakını siz misiniz? Diye sormasıyla gözümden akan bir damla yaşı fark ettim. Sağ elimle o yaşı silerken hemşireye hitaben
- Ben sayılırım, dedim.
Hemşire gülümseyerek
- Kendisi uyandı. İsterseniz yanına geçebilirsiniz, dedi.
Başımı sallayıp teşekkür ettikten sonra oturduğum sandalyeden kalkıp koyu kahverengi tonlarındaki kapıyı sakince açıp içeriye girdim. Ayşe hanım halsiz gözlerle beni izliyordu. Yanına yaklaşıp "geçmiş olsun" diyerek baş ucundaki sandalyeye oturdum.
Zayıf çıkan sesiyle
- Sağolasın, dedi.
Tereddüt etsem de sol elimi solgun ve soğuk elinin üzerine koydum.
Hafif bir gülümsemeyle
- İyi misiniz? Diye sordum çekinerek.
Derin bir nefes alıp konuşmaya başladı.
- Bahsettiğin iyilik fiziki iyilik midir yoksa ruhsal iyilik mi? Bilmem amma ikisi de pek umrumda değildir kızım.
Ben bugün iki yıldır görmediğim, kokusu burnumda tüten, hasreti yüreğimi dağlayan oğlumun vatan haini olduğunu öğrenmişim. Bu saatten sonra bana yattığım yer gül bahçesi, içtiğim su zemzem olsa da aman vermez.
Dolan gözlerimi odada gezdirdim. Stor perdenin izin verdiği kadar gördüğüm gökyüzü iyice kararmıştı. Pencerenin önünde bir insanın uyuyabileceği boyutta bir kanepe vardı. Ayşe hanımın yattığı yatağın karşısındaki televizyon kapalıydı. Yatağının sağında bir komodin solunda ise monitör vardı. Odada duyulan tek ses ise bu monitörden yayılan Ayşe hanımın kalbinin normal attığını gösteren sakin sesti. Kısaca kasvetli bir hastane odasında, birbirini yeni tanıyan iki kasvetli ruhun sessizliğe gömüldüğü bir akşam üzerine şahitlik ediyordu Şırnak.
Ve ben evladının vatan haini olduğunu öğrenen , aynı zamanda evladını kaybetmiş bir anneyle ne konuşulur bilmiyordum. Onu teselli edecek cümlelerim yoktu. Aslında onu bu hayatta anlayabilecek insanlardan biri olduğumu çok iyi biliyordum. Yine de sol elim Ayşe hanımın elinin üzerini bilinçsizce okşarken sessizliğin bizi çevrelemesine izin verdim.
Bir süre sonra odanın kapısı açılıp içeriye az evvel konuştuğum hemşire girdi. Nazik bir şekilde Ayşe hanımın halini hatrını sorup serumu kontrol etti.
- Serum bitince çıkabilirsiniz. Tekrar geçmiş olsun, diyerek odayı terk etti.

VATANAŞK ( Askeri Kurgu)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin