68.

475 49 9
                                    

                              ********
  
   Gece yavaş yavaş sabaha dönerken babamın mezarının yanında yerde  oturuyordum. Buraya geleli sanırım saatler olmuştu. Soğuk hava iliklerime kadar işlese de halimden memnundum. Bu, ölülerin krallığı olan mezarlık, insanların diktatörlüğüyle yönetilen yaşama nazaran sessiz, sakin, dingin ve huzurluydu. Kendi yaşamımda arayıp bulamadığım ve asla bulamayacağıma inandığım yüzlerce dinleyici vardı burada. Ve benim içimde anlatılmaya değer ya da değmez onlarca mesele. Beni duyuyorlar mı, bilmiyordum. Ama duyduklarını farz etmek iyi geliyordu. İnsanlarla konuşurken duyduklarını biliyordum fakat anladıklarını farz etmek gibi bir sanrıya kapılmak çoğu zaman imkansızdı.

   Dün Mine'nin ölüsünün başında gözyaşı dökerken Cihan abiye beni anlar umuduyla söylediklerimin tek bir kelimesinin bile onun tarafından ciddiye alınmaya değer görülmemesi, Fırat'ın her seferinde benim yerime düşünüp tepki göstermesi gibi. Dedemin beni hiç anlamaması, sürekli kendi doğrularını dayatması gibi. Annemin beni duymazdan ve görmezden gelmesi gibi. Ablamın varlığımı reddetmesi gibi. Ali'nin acılarıyla baş edemeyip her şeyi mahvetmesi gibi. Oğuz'un bunca yıl beni hiç tanımmamış olması gibi. Ve babamın sevdiği kadından çocuk sahibi olmak isteyip bu isteğine kavuşması fakat o çocuğa gereken ilgiyi ve sevgiyi verip veremeyeceğini asla düşünmemesi gibi.

  Yine sert bir rüzgar esti. Yanaklarıma doğru süzülen yaşlar esen rüzgarla dağılıp tenimi üşüttü. Gökyüzü gri bulutlarla kaplıydı. Birkaç kuş havada süzülüp duruyordu. Mezarlıktaki uzun ağaçların dalları gökyüzüne kadar uzanırken hazan vakti dökülen yaprakları yüzünden kuru dallardan ibaret gibi görünüyorlardı. Az ötede birkaç tane Türk bayrağı vardı ve öyle sanıyorum ki şehitlere ait olan mezarların başında tüm ihtişamlarıyla salınıyorlardı.

   Antep'te, dedemin zoruyla, yaz tatillerinde gittiğim kuran kurslarında öğrendiğim ve fotografik hafızamın da etkiyle hâlâ anımsadığım birkaç dua mırıldanmıştım az önce kendi kendime. Dualarım bu mezarlıktaki bütün ölü ruhlar içindi.
 
   Dedem Antep'te bizi her yaz kuzenlerimle birlikte kuran kursuna yollardı. Ben çoğu zaman benden istenilen şeylere hayır demeyi beceremeyen biri olduğumdan kabul ederdim ama kuzenlerimin çoğu gitmemek için direnirlerdi. Dedem dindar biriydi ve eğer o yaz çiflikteyse, ki bazı yazlar Şırnak'ta görev yaptığı için gelmez, geldiği zaman da bir süre kalır giderdi, gitmek istemeyen kuzenlerimi zorla gönderirdi. Hatta bazen erkek kuzenlerime sırf kuran kursuna gitmek istemedikleri için şiddet uyguladığını bile görmüştüm.

   Küçükken dedemi çok severdim fakat kuzenlerimi dövdüğü o anlarda gözümde bir canavardan pek bir farkı olmazdı. Dedem kız torunlarının başına  eşarp bağlayıp bizi kuran kursuna göndermekten büyük bir zevk alırdı. Orada bize çok güzel ve kıymetli şeyler öğretileceğini söylerdi fakat çoğu zaman caminin bahçesinde oyunlar oynardık. Kuran dersleri gördüğümüz zamanlarda da erkekler ve kızlar olarak ayrılırdık. Bir şeyler öğrenip başardığımda orada olmaktan zevk aldığım anlar çok olmuştu. Ama bazen bir yerlerde hep bir eşitsizlik olduğunu  hissederdim. Sonra da kendi kendime derdim ki; her zaman ortada olan pastanın en küçük dilimi sana  düştüğünden, bir yerde bir eşitsizlik varsa orada adaletsizliğin hep sana yapılıyor oluşundan dolayı sana öyle geliyor Hazan.  Ve günün birinde anladım ki bu eşitsizliğin adı "kadın olmak" tı.

   Hiç unutmuyorum bir gün oniki yaşıma yeni girdiğim senenin yazında Antep'e gitmiştik. O sene ilk defa regl olmuştum. Oraya gittiğimiz günde regldım. Karnım çok kötü ağrıyordu. Bavullarımızı alıp çiftlikten içeriye girdiğimizde dedem her zaman olduğu gibi bizi büyük bir coşkuyla karşıladı. Ali'yi kucağına alıp öptü. Ama bana her yaz oraya gelişimizde olduğu gibi sıcak davranmamış, öylesine sarılmıştı. Başlarda buna bir anlam verememiştim. Her yaz buraya geldiğimde  beni sevip öpen, kucağından indirmeyen dedem bu sene niye böyle davranıyordu, bilmeden yanlış bir şey mi yapmıştım? Sonra bir gün dayanamayıp babaannemle konuşmuştum. Bana benim artık bir kadın olduğumu, büyüdüğümü söylemişti. Dedemin beni eskisi gibi sevip kucağına alması uygun düşmezmiş, erkek kuzenlerimle eskisi gibi samimi olamazmışım ve kapansam iyi olurmuş. Babaanemden bunları ilk duyduğumda kendimi çok kötü hissetmiştim. Birdenbire üzerime yapıştırılan bu cinsel imgeler vücudumdaki değişimlerden nefret etmeme neden olmuştu. Yavaş yavaş ortaya çıkan göğüslerimi saklamak için kabur bir şekilde oturur, büyüyen kalçalarımı gizlemek için üzerime asla olmayan bol kıyafetler giyerdim. Azıcık boynumu gösteren bir tişört giysem dedem başta olmak üzere beş amcamın beşi de kötü kötü bakıp başlarını çevirir sonra da illaki bir halam ya da yengem gelir, Hazan üstüne başına bir dikkkat et kızım, derlerdi. Kız kuzenlerimin çoğu o sene kapanmıştı, çokta güzel olmuşlardı. Ben de onlara özenip kapanmıştım ama İstanbul'a gidene kadar sürmüştü. Bazı kuzenlerim kapanmak istememişlerdi ama onsekiz yaşlarına gelip dedemin iş yaptığı aşiretlerden birileriyle evlenince zorla kapatılmışlardı.

VATANAŞK ( Askeri Kurgu)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin