51.

2.2K 130 50
                                    

                              ******
Hakan Çınar adına hazırlanan belgelerin içinde bulunduğu siyah şeffaf dosyayı çekmeceden alıp masaya otururken Oğuz'un mahkemesine son 13 dakika kalmıştı. Belgeleri son kez kontrol edip emniyet müdürlüğünden Hakan Çınar'ı tutuklamak için bir polis ekibi çağırdım. Polisler gelene kadar mahkeme başlamış olacağından Hakan Çınar polisleri göremeyecekti ve bu da herhangi birşeyden şüphelenmesine mahal vermeyecekti.

Gözlerim masanın üzerindeki gümüş yuvarlak saatin, ağır ağır birbirini kovalayan, akrep ve yelkovanında gezinirken siyah deri eldivenimin sardığı elimin parmaklarıyla ahşap masada ritim tutuyordum. Saatin çıkardığı tik tak sesleri sanki kafamın içinde yankılanıyormuş gibi hissederken zaman yeniden oldukça yavaş bir hâl almıştı. Gergindim. Herşeyin başlaması ve birazdan olacakların hayata geçmesi için gereken vakit dolduğunda neyin nasıl olacağını kestiremiyordum. O mahkeme salonuna elimde bir tutuklama kararıyla değil bir iddaneme ile girecektim. Ardından bu iddaneme doğrultusunda elimdeki arama kararıyla Hakan Çınar'ı mahkeme salonundan alıp kendi odasına çıkaracak gelen polislerle birlikte odayı arayacaktım. Odada Atatürk tablosunun arkasına gizlediğim benim odamdan çalınan delillerin ve belgelerin birer kopyası mevcuttu. Onu bulduğumuzda Hakan Çınar'ı tutuklamak için elimde bir delilim olacaktı. Ancak bilmiyordum. Bu durum sadece Oğuz hakkında kesin hükmün verileceği mahkemenin belki en fazla bir hafta daha ertelenmesini sağlardı. Öte yandan Oğuz'la Hakan Çınar'ın işbirliği yaptığı düşünülebilirdi. Her türlü olasılığı, durumun öyle olmadığını bilsem dahi, objektif bir şekilde göz önünde bulundurmalı ve üzerime düşen sorumlulukları yerine getirmeliydim. Birazdan olacaklar beni her anlamda daha fazla zan altına sokacak bütün gözlerin üzerime çevrilmesine sebebiyet verecekti. Çünkü kendi kuzenimi kurtarmak için Hakan Çınar'a iftira attığımı düşünmeleri oldukça olasıydı. Oğuz tutuklandıktan hemen sonra üzerimde formalite icabı bir soruşturma varken Hakan Çınar'ın yürüttüğü Dilan Bekirhan davasını alışım, balistik sonuçlarıyla oynandığını iddia edişim, ki bunu kanıtlayabilirdim, çok dikkat çekecekti. VASÖ arkamda olmasa bu işin içinden çıkmam, Oğuz'u kurtarmam ya da şu hâlde hâlâ adliyede ve görevimin başında olabilmem mümkün değildi. Gerçi Oğuz'u kurtarıp kurtaramayacağımı bilmiyordum. Eğer Hakan Çınar es kaza sorgu sırasında bana işbirlikçilerinin adını vermez ya da herhangi bir itirafta bulunmazsa işim oldukça zordu. Veyahutta askeriyede devam eden soruşturma sırasında Tarık Güngör Kenan Karadağlı denilen itin aleyhine herhangi bir delil bulamazsa Oğuz'u kurtarmak iyiden iyiye olanaksızlaşırdı. Bilmiyordum. Ne yapacağımı biliyordum ancak bilmediğim şey yapacağım şeylerin beni neye ve nereye ulaştıracağıydı. İstediğim şeye ulaşmak içinse sadece sakin olmalı, birazdan Hakan Çınar için o mahkeme salonuna girdiğimde sözlerime dikkat etmeli ve yapacağım hamleleri iyi düşünmeliydim.

Oğuz'un mahkemesine son 3 dakika kala oturduğum yerden, derin bir nefesi içime çekerek, doğrulup siyah uzun kabanımı üzerime giydim. Masanın çekmecesine koyduğum silahımı alıp belime takarken siyah şeffaf dosyayı da elime aldım. Ve savaş meydanına gitmek için odadan çıktım. Evet bugün burası benim için bir savaş meydanıydı. Müdafaa etmem gereken şey ise Oğuz'du. Onu belki de sonsuza dek kaybetmiştim. Olabilirdi. Yenilgiler ve kaybedişler yabancısı olduğum şeyler değildi. Bir şekilde hayatıma devam edebileceğimi biliyordum. Hep etmiştim.

  "Belki de kendimi kandırıyordum. Hep kandırdığım gibi..."

  Merdivenleri zamanın geçmesi için ağır adımlarla inerken zemin kata varmıştım. O sırada adliye kapısından içeriye giren üç kişiden oluşan polis ekibi gözüme ilişti. Gözlerimi onlardan alıp davanın görüleceği mahkeme salonunun bulunduğu tarafa döndüğümde Fırat, dedem ve albay dışında herkesin orada olduğunu gördüm. Onlarda sanırım mahkemeyi izlemek için duruşma salonuna girmişti. Gözlerim tekrar polisleri bulurken onlara doğru ilerleyip karşılarında durdum. Elimi ekibin başında olduğunu düşündüğüm tahmini kırklı yaşlarında olan polise uzatıp, "Cumhuriyet savcısı Hazan Hilal Türkoğlu. Sizi ben çağırdım. " diyerek kendimi tanıttım. Polis memuru elimi sıkıp, "Komser Refik Yağcı. Memnun oldum savcım. " dediğinde ellerimizi ayırıp diğer polislere de başımla kısaca selam verip, "Gelin benimle." Dedim ve gözleri bizde olan Turan timinin önünde olduğu kahverengi tonlarındaki kapıya doğru ilerlemeye başladım.

VATANAŞK ( Askeri Kurgu)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin