6.

5.1K 208 14
                                    

   Sabahın erken saatlerinde uyanmış kendimi Şırnak sokaklarına atmıştım. Eve çokta uzak olmayan bir parka gelmiş salıncaklardan birine oturmuştum. Sonbahar olduğu için ağaçlardan dökülen yapraklar ayaklarımın altında hışırdıyordu. Uyku bu şehre geleli iki gün olmasına rağmen bana düşmandı bu aralar. Başımı oturduğum salıncağı tutan paslanmış zincire dayayıp yeni yeni aydınlanan gökyüzünü izliyordum. Bugün kasvetli bir hava olacağa benziyordu.
Derin bir nefes alıp soğuk havayı içime çektim. Aklımda Ecrin vardı. Enişteme bu olayı nasıl söylerdim? Ablamla konuşsam beni dinlemezdi. Ablamla konuşmam ve ablamın yaptıklarını biliyor olduğumu öğrenmesi Ecrin'e zarar vermesine sebep olabilirdi. Annemle konuşsam bana inanmaz ya da beş yaşındaki bir çocuğun dedikleriyle hareket ettiğim için beni aşağılardı. Sırf bana inat olsun diye ablamı savunabilirdi bile.

Ne yapacağımı bilmiyordum. Oflayarak üzerimdeki deri cekete daha da sarılıp başımdaki gri bereyi kulaklarıma doğru çekiştirdim. Bereden açıkta kalan saçlarım rüzgarda uçuşurken bana doğru gelen bir köpek dikkatimi çekti. Sapsarı tüyleri, sarkık kulakları ve simsiyah kocaman gözleriyle çok tatlıydı. Alerjik astımım olduğu için evde hayvan besleyemiyordum. Çocukluğumdan beri içimde bir ukte olarak kalmıştı.
Gelip tam karşıma oturan köpeğin başını okşayarak ona gülümsedim. Onu sevmem hoşuna gitmiş olacak ki bana biraz daha sokulup başını dizlerimin üzerine koydu. Başını okşamaya devam ederken aç olup olmadığını düşündüm.
- Aç mısın? Diye sordum köpeğe. Hayvanların insanları anlayıp anlamamazlıktan geldiğini düşünürdüm hep. Yüzüme bakıp başını dizlerime geri koydu. Belli ki açtı. Ama bu saatte onu doyuracak herhangi bir yer bulamazdım. Her yer kapalıydı. O sırada evde de yiyecek hiçbir şey olmadığı aklıma geldi. Evde misafirlerim vardı. Ve ben sabahın köründe kalkıp buraya gelmiştim. Özgürlüğüne düşkün biriydim. Annem nerede , nasıl olduğumu hiç merak etmediği için bir yere giderken birilerine sorma ya da haber verme alışkanlığım yoktu. Kafama eserse çeker giderdim ve hayatımda buna karşı çıkan biri , babam öldükten sonra , hiç olmamıştı.
Bazı arkadaşlarımın tabiriyle sorumsuz biriydim bu konularda.

Köpeğin başını okşayarak bileğimdeki  saate baktım. Saat altı buçuktu.
Daha uyanmamışlardı belki de .
Bir süre daha oturmaya karar vermiştim. Bu küçük park bana az da olsa huzur vermişti. Dizlerime başını koymuş olan bu köpek bana kendimi özel hissettirmiş ve ben bu hissi sevmiştim. Savunmasız bir canlının size güvenmesi çok güzel bir hissti.
- Keşke seni evime alabilseydim, dedim kısık bir sesle.
Onu evime alamayacağımı biliyordum. Ama bundan sonra her sabah ve akşam bu parka gelip onu beslemek için kendi kendime söz verdim.
Bir süre sonra saat yedi olurken yerimden kalkmak için kıpırdandım. Köpek hareketlenmemle başını dizlerimden kaldırdı. Salıncaktan kalkıp başını okşarken
- Yine geleceğim. Ve gelirken sana çok güzel yiyeceklerde getireceğim, dedim.

Apartmana yaklaştığımda apartmanın önünde bir kargaşa vardı. Kaşlarımı çatıp apartmana doğru ilerlediğimde üzerinde " Türkoğlu mobilyacılık" yazan nakliye aracıyla olduğum yerde duraksadım. Bu dedemin sahibi olduğu mobilyacılık şirketiydi ve ben şirketin bir ayağının Şırnak'ta olduğunu bilmiyordum. Nakliye aracından eşyaları apartmana taşıyan insanları izlerken ne yapacağımı bilmiyordum. Derin bir nefes alıp apartmana doğru ilerledim. Yanımdan fazlasıyla büyük bir buzdolabıyla geçen insanlara yol verirken onlar merdivenlerden çıkmaya başladı. Bende asansöre binip beşinci kata bastım. O koskoca buzdolabıyla beşinci kata çıkmak zorunda olmalarına canım sıkıldı bir an. Ayşe teyze ve Zeynep'te sabahın köründe bu şekilde uyanmaktan rahatsız olmuşlardı kesin. O an kendim dahil kimseyi mutlu edemiyor olmak içimi burktu.

Asansörün açılan kapısından çıkınca evin kapısının açık olduğunu ve Rıza amcayla Ayşe teyzenin konuştuğunu gördüm.
Rıza amca Antep'ten uzak bir akrabamızdı. Ama dedemin onlarla yakın bir ilişkisi vardı.
Onlara doğru yaklaşıp,
- Rıza amca? Dedim .
Bakışları bana dönünce coşkulu bir sesle " braziyê min" diyerek yanıma gelip sarıldı. Bende hafifçe ona sarılıp ayrıldım.
- Neler oluyor burada ? Diye sorarken bir yandan da Ayşe teyzenin yüzünü inceliyordum. Başına alelacele geçirdiği belli olan baş örtüsüyle beklediğim kadar rahatsız bir yüz ifadesine sahip olmadığını fark ettim. Ona mahçup bir şekilde bakan gözlerime içten bir gülüş yolladığında içim bir nebze de olsa rahatlarken soruma cevap veren Rıza amcaya döndüm.
- Mahsun Ağa aradı. "Hazan'ım Şırnak'a göreve gelmiştir. Rıza hemen gidip evini düz" demiştir. Bende kargalar bokunu yemeden gelmişim. Şimdide bacıma seni soruyordum ama iyi insansın belli lafın üstüne gelmişsin.
- Ne gerek vardı Rıza amca? Ben yavaş yavaş hallediyordum.
- Valla yeğenim onu Mahsun Ağa'yla konuşasan. Ben emir kuluyam.

VATANAŞK ( Askeri Kurgu)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin