7. Bölüm

535 42 34
                                    

                               &&&
 
    VASÖ'nün bizi sınırdaki köy okullarına götürmesi için ayarladığı siyah volkwagen minibüs, bir tarafı sarp kayalıklarla, diğer tarafı aşağıya doğru eğimli, karla kaplı ovalarla çevrili, oldukça bozuk bir yolda ilerliyordu. Kar yağışı bu bölgede oldukça kuvvetli bir hâl alırken esen sert rüzgar yerdeki karları havaya savurup, yoğun bir sis gibi, önümüzü görmemizi engelliyordu. Öyleki aracın önündeki, yolumuzu açmaya çalışan kepçenin sarı rengi bile karla oluşan toz bulutunun içinde git gide silik bir hâl alıyordu.

  Arkamızdan gelen, köy okullarına götürdüğümüz yardımları taşıyan, kırmızı tır taşıdığı yük yüzünden ve yolun bozuk olmasından ötürü yavaşça bizi takip ederken ara ara iyice görünmez oluyordu.

  Birkaç metre ileriyi bile zar zor görürken nerede olduğumuzu, gideceğimiz köye ne kadar kaldığını bilmiyordum. Geldiğimiz yol boyunca birçok mavi tabela görmüştüm. Bazılarının üzerinde kırmızı bir çizgi vardı. Yıkık dökük, eskiden nasıl bir yapı olduğunu anlamının güç olduğu beton kalıntıları yer yer göze çarpıyordu. Üzerleri karla kaplı olsada bazı yıkıntıların kerpiçten ve taştan yapılma evler olduğunu anlayabiliyordum.

  Fırat'ın söylediğine göre sınıra sadece 20 - 30 km uzaklıktaydık ve bu yıkık dökük harabe yapılar artık bir yaşamın olmadığı köylerdi. Bombaların ve füzelerin, içindeki insanları, kadınları, çocukları hiç umursamadan yine insanlar tarafından üzerlerine yağdırıldığı evler, ahırlar, camiler, okullar, sağlık ocakları ve niceleri.

   Köylerini, vatanlarını, evlerini ve toprağın altında olan sevdiklerini bırakıp gitmek zorunda kalan insanların son ayak izleriyle doluydu belki üzerinden geçip gittiğimiz bu yol. Evinin önünde ip atlarken, top oynarken ya da bir önceki günler gibi yine sıradan bir güne başladığını düşünerek can veren insanların ve çocukların kanlarıyla susuzluğunu gidermişti belki de bu toprak. Onların korkularından ve umutsuzluklarından, içinde bulundukları dehşetten zevk alanların mermilerinin kovanlarıyla doluydu her yer.

   Savaş bir sonuca bağlandığında kazanan olmazdı. Geriye sadece ürkütücü bir sessizlik, yıkık dökük bir dünya, geniz yakan kokular kalırdı. Öfke dinmezdi. Savaşın tek getirisi yeni ve daha çok can alan savaşlar olurdu. Bitmek tükenmek bilmeyen hırslar ama çoktan bitip tükenen insanlıklar. Kimsenin kimseye acımadığı, geçen zamanın, gelişen ve değişen insan ırkının, medeniyetlerin, açılıp kapanan çağların, devrimlerin, hayalleri kurulan ütopyaların ama bir türlü ütopyalara ulaşmamıza izin vermeyen distopyaların yaşandığı, her geçen gün "kaçıncı yüzyılda yaşıyoruz " sorusunun sorulduğu ancak yine de mürekkep yalayan toplumların insan kanına susadığı dünyamızda neden hâlâ kan emici vampirler, insan etiyle beslenen yamyamlar yokmuş gibi tüm bunları birer korkunç fantazya olarak görüyoruz, bilmiyorum.

   Mesele ne? Tüm bu köyler, insanlar, hayvanlar yok edildi, peki yerlerinde çiçekler mi açtı? Daha güzel bir dünya mı var artık? Bir şeyler çözüme mi kavuştu? Öldürülenler değersizdi de geriye kalanlar daha mı değerli oldu? Kim amacına ulaştı ya da amaç neydi? Sorulacak bir ton soru vardı aslında. Alınacak tonlarca cevap. Ama sonuç hiç değişmeyecekti. Hiçbir şey olmadı. Ne çiçekler açtı, ne bir şeyler daha güzel bir hâl aldı, ne ölüler dirilerden çaldı, ne kalanlar her gün gidenlerin yasını tuttu, ne de adalet yerini buldu.

Tüm bu kargaşanın içinde acı olan adaletin hiçbir zaman tam anlamıyla yerini bulmayacak olmasıdır. Boşa çabalıyoruzdur belki. Ya da bir sahilde kıyıya vuran denizyıldızlarını gün batımına kadar teker teker suya atıp bir tanesi için bile fark yaratabiliyorsak mutlu olmalıyızdır.

   İçime çöken hüzünle oturduğum koltuğa iyice gömüldüm. Başımı buğulu ve soğuk cama yaslarken yanımda oturan Kim Chin'in alıp verdiği sıkıntılı nefes kulaklarıma doldu. Başımı camdan ayırmadan ona döndüm. Elindeki tableten geçtiğimiz güzergâhtaki yolların etrafını görüntüleyen dronu izliyordu. Gözlerimi camdan dışarıya çevirip gökyüzüne baktım. Dron yolun sol tarafında kalan sarp kayalıkların üzerinde uçuyordu.

VATANAŞK ( Askeri Kurgu)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin