Bölüm 40

251 26 1
                                    

Şamil çiftlikten ayrıldığında saatlerce araba kullanmıştı. Öfkesi arttıkça hız yapıyor, hız yaptıkça öfkesi katlanıyordu. Zümra olmasaydı hız yapmakta sınır tanımazdı. Güneş doğmadan Mudanya'ya tepeden bakan bir kayanın üzerine çekti arabasını. Orada kafasını toparlamalıydı.

Güneş denizin üzerinden ufku yırtarak doğuyordu. Sanki gökyüzü güneşle birlikte kızıla boyanmıştı. Şamil ellleri ile direksiyona sıkıca asıldı önce sonra alnını direksiyona dayadı. Sonra tekrar ufka baktı.

'Olmadı... Seni kadınım yaptım ama karım yapamadım Amina' dedi kendi kendine. Gitmişti... Hasan Basir'i memlekete çağırırken böyle bir şey olacağını düşünmemişti. Ne hayalleri vardı oysa. Amina'yı babasından isteyecek, bir hafta sonra da görülmedik güzellikte bir düğün yapacaktı. Yumruğunu direksiyona indirdi. 'buna kim sebep olduysa ondan hesabını soracağım' diye düşündü.

Aminadan aldığı telefonu çıkardı ve önce onu arayanlara baktı. Gizli bir numara aramıştı. Sonra da ogelen resimlere baktı. Resimler tek kelime ile iğrençti. Resimlerdeki adam kendisiydi. Tekrar düşündü ama Zülal'le asla böyle bir ilişkisi olmamıştı. Sarhoşken diyecekti ama resimler Amina hastanedeyken çekilmişti. Oysa Şamil aylardır içki içmiyordu.

Resimleri midesi bulanarak tek tek inceledi. Bu adam kesinlikle kendisi değildi. Şamil'in kalçasında doğum lekesi vardı. Resimleri o kadar inceledi lekeyi göremedi. Adamın bedenini iyice inceleyince kesinlikle o beden kendisine ait değildi. Ama adam Şamil'di.

Gözlerini kapatıp arkasına yaslandı. Amina'ya hak vermiyor değildi. Kim olsa bu resimleri görünce çıldırırdı. Amina sadece yargısız infaz etmişti kocasını. O konuda suçluydu. Hesap sorsun isterdi. Bu resimler ne böyle desin isterdi. Ama o ne yapmıştı; Gitmişti. 'Babası yanında olmasaydı gidemezdi.' Diye düşündü Şamil. 'Evet ama babası geldiğinde başka bir olayı bahane eder, giderdi' diye cevap verdi iç sesi. 'Asla... Asla... Burada kalmayı kabullenemedi' diye düşündü. 'Aklında gitmek vardı.' Derken içi sızladı, karısı hastaydı. Suriye'ye gitmemeliydi.

Bu kadını çok sevmişti. Aşk mıydı bu? Galiba aşktı... Ama ellerinin arasından kayıp gitmişti. Hemde bir hiç yüzünden... O Zülal bunun hesabını ağır ödeyecekti. 'Ah benim savaşçım, savaşacak bedenin yok ki' dedi kendi kendine. 'Hasretinle beni kavuracaksın. Gidişinle yaktın... Hasretinle kavuracaksın.' Derken gözlerinin dolduğunu fark etti. 'Gittin...' dedi kafasını sallarken 'Benden gittin...'

Şamil bir kaç saat sonra Zerrin Hanım ve Zülal'in oturduğu evin kapısındaydı. Kapıyı yumruklayarak çalışyordu. Uzun çalışlardan sonra nihayet uyanmışlardı ve kapıyı hizmetçi kız açtı. Zerrin Hanım uyuyordu, Zülal de evde yoktu.

"Hemen Zerrin Hanımı uyandır onu salonda bekiyorum" diyerek eve girdi Şamil. Salonda beklerken bir süre sonra Zerrin Hanım geldi.

"Şamil... Hayır olsun sabah sabah..."

"Pek hayır değil Zerrin Hanım. Zülal nerede?" diye sordu öfkeyle.

"Zülal mi? Ona bir şey mi oldu?"

"Üf beni oyalama da Zülal nerede onu söyle..."

"Paris'e gitti."

"Ne zaman?"

"İki gün oldu."

"Ne zaman gelecek."

"Bir süre orada kalacak. Moda haftasına katılmayı düşünüyor. Ne oldu ki?"

"Ne mi oldu? Soruyorsunuz yani?"

"Elbette... Zülal'i suçlayacak ne anlattı o... O Suriye'li karın?" Şamil işaret parmağını göstererek;

Siyahın KarasıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin