Bölüm 3

29.6K 1.6K 593
                                    

Multimedya : Sinan Bey

Hastanede olmayı sevmiyordum. Zaten kim burada olmaktan zevk alırdı ki? İlaç kokusu burnumun direğini işgal ederken uyanmaya daha doğrusu yataktan kalkmaya çalıştım. Hemen buradan kaçma niyetindeydim.

Kolumdaki ince sızı, bana durmamı emredince istemsizce kafamı çevirmiştim. Serumlardan çok korkuyordum. Sebebi iğne değil, küçükken bir etkinlik için fotoğraf çekerken serumun bağlı olduğu metal ayağa takılıp hoşlandığım çocuğun üzerine düşmüş olmamdı. Hatırladıkça elimi alnıma götürüp kendimi saklamaya çalışıyordum. Sol kolumu hareket ettirdiğimde alçı engel olmuştu.

"Doğru ya. Kırmıştım seni." Kolumdan özür dilemek adına onu okşadım. Hareket ettikçe ağrılarım artmıştı. Kapı açılınca da olduğum yerde durmak zorunda kaldım.

Doktorların ısrarı ile iki gün kaldığım hapishane odamdan ayrılma vakti gelmişti. Kafamdaki kocaman dikiş, kolumda alçı ve sıyrıklar ile birlikte evimin yolunu tutmuştum. Acılarımı boş vermiştim. Düşündüğüm tek bir şey vardı. Doktor, aileme haber vermek istediğinde susmuştum. Sonra kardeşim veya başka bir arkadaşım olup olmadığını sormuştu. Daha çok sessizliğe gömülmüştüm. En azından bir arkadaşımı çağırmam gerektiğini söylediğinde gözlerimden akan yaşlara hakim olamamıştım. Gözlerinden yansıyan bana olan acıma duygusundan nefret etmiştim. Ve içimde biriktirdiğim bu kadar çok duygu olduğunu bilmeyip ağladığım için de kendimden.

Günlük hayatta yalnız olduğumu pek sık fark etmezdim. Kendimi hep işime vermiş, gerçek hayattan kopmuştum. Sadece son olay yalnız öleceğimi hatırlatmıştı. Daha doğrusu son olayla yüzüme çarpmıştı acı gerçekler. Kimseyle anlaşamıyordum. Ailemin acısını yaşadıktan sonra başka biri için de aynı acıyı tekrar yaşamak istememiştim. Yalnızlığa katlanmak zorundaydım. Veya kalbimin şu anki bulunduğu kırık dökük halinden daha fazla parçalanmasına izin vererek başkasını hayatıma çekecektim.

Telefonumu hastanede olduğum dönemde açmaya fırsat bulamamıştım. Ufak çaplı bir depresyon geçirdiğimden ve birkaç gündür işe gitmediğimden dolayı azar işitmek ya da kovulmamak için bilinçli yapmış da olabilirim. Eninde sonunda yüzleşmem gerekecekti bununla. Fotoğrafı Sinan Bey'in gözü önünde silebilir, binlerce kez özür dileyebilirdim. Ama bir sorun vardı. Benim fotoğraf makinem neredeydi? Telaşla hastaneden verilen eşyalarıma baktım. Yoktu.

"Neredesin!" Evin içinde bağırarak oradan oraya koşuşturuyordum. Kapı zilini duyunca ayağım koltuğun kenarına takıldı ve yine yerle buluşmuştum.

"Hastaneden yeni çıktım yani." Ufak bir kan damlası yüzümün kenarını yalayarak parkeye damladı. Kapıyı açıp, kimin geldiğine bakmadan kanı temizlemek için peçete aldım. 

"Hasan Amca; sen misin? Kafamı kırdım da hastanedeydim bir süre. Yoksa aidat hazır yani. Kaçmadım." Kafamı kaldırıp en aptalca gülümsememle bakarken gelenin kapıcımız Hasan Amca değil, Sinan Bey'in ta kendisi olduğunu gördüm. Kanamanın artmasıyla birlikte yüzüm sıcak sıvıyla kaplanırken ağzım açık kalmıştı. Yeniden yerle buluşmadan önce kaslı kolları beni havada yakalamıştı.

Gözlerimi açtığımda henüz burnumu terk etmemiş olan tanıdık acı kokuya karşı küfür savuruyordum.

"Hayır, işten kaçmak için bilerek mi yapıyorsun? İzin de kullanabilirdin. Bu kadar aksiyon biraz fazla kaçıyor çünkü." Sinan Bey'in sesiyle irkilip, olduğum yerde doğrulmuştum. Gülümsemesi buruk ama içtendi.

"Ben, yeniden düştüm değil mi? Rüya değildi?" Kafasını iki yana sallayıp makinemi uzattı. Küçük bir çocuğun şekere atladığı gibi atlayıp makineme sarıldım. Gülümsemesi büyürken arkasına yaslanıp bacağının tekini diğerinin üzerine attı. Elini de çenesine yerleştirdikten sonra 'Ben patronum.' görüntüsünü tamamlamıştı.

Mavi IsırıkHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin