Hala gaza basıyordum. Her ne kadar yarım saat geçmiş ve peşimde birinin olduğuna dair bir işaret olmasa da basmaya devam ediyordum. Belki de şu an gaza basmayı ve arabayı deli gibi kullanmayı stresimi bastırmak için bir yol olarak görüyordum. Aklım Sinan'daydı. Nasıl oldu da ona güvenmiştim? Neredeyse Mavi'den vazgeçecek duruma gelmiştim o mutlu olsun diye. Zaten biraz mantıklı düşünürsek beni sevmesi için bir neden yoktu ortada. Ama bunu düşünemeyecek kadar iyi kandırmıştı beni. Bana ne oluyordu şimdi? Tamam, onu seviyor falan değildim. Ama çocukluk aşkım tarafından sevilmek ve arzulanmak hoşuma gitmişti. Şimdi bunun sadece koca bir yalan olduğunu öğrenmek hem kalbimi hem öz güvenimi zedeledi. Acaba tam olarak ne zamandan beri o pis adamın etkisi altındaydı?
Öte yandan Tuğrul'u öldürmek istiyordum. Evet, öldürme olayı yüzünden çıkardığım kavgaları hiçe sayarak kuruyordum bu cümleyi. Aslında içten içe hala bir açıklaması olduğunu düşünüyordum. Ya da sadece öyle olmasını umuyordum.
"Neredeyim ben böyle?" Etrafıma bakınıyordum. Aslında buralar da Mavilerin köyüne çok benziyordu. Her yer yeşillikti ve evler eski ama şirinlerdi.
"Keşke araba çalarken yanında bir de telefon çalsaydın be Zuhal!" Kendi dış sesime katılırken tanıdık bir yer görme veya telefon edebileceğim bir yer bulma umuduyla etrafa bakınmayı sürdürdüm.
Mavi'yle aramızda olan büyülü bağlantı durumu yine zedelenmişe benziyordu. Daha önceden de bir süre yaşadığımız bu sorun yeniden ve hiç olmayacak anda patlak vermiş gibiydi. Bir şeylerin sonuna yaklaştığımızı hissetmeme sebep oluyordu bu. Aslında zaten bilincinde olduğumuz bir durumdu. Sadece kabullenmekte zorlanıyorduk.
Kendimle olan derin konuşmam arasında yolun karşısındaki küçük bir bakkal gözüme ilişti. Ağaçlıkların arasında hoş ama eski bir bakkaldı. Eski olması şu an için çok da önemli bir detay değildi zaten. Önemli olan içinde telefon bulabilmemdi. Yolun karşısına geçip arabayı ağaçlıkların arasına park ettim. Böylece en azından arabayı kamufle etmiş olmuştum. Sonuçta çalıntı bir arabaydı bu. Beni ele verebilirdi.
Aslında buranın garip bir havası vardı. Çok tenha olmasının dışında başka bir duyguydu bu. Beni çok rahatsız etmiş olsa da bu his, şu anda başka çarem yoktu. Yine de tedbir amaçlı, yanımda kendimi koruyabileceğim bir şey olsun diye arabayı kontrol etmeye başladım. Koltuğun altına baktığımda klasik olarak levye buldum. Tabi levyeyi saklama olasılığım olmadığından geri yerine bıraktıktan sonra torpido gözüne baktım. Şansıma tornavida vardı. Sevinçle alıp arka tarafıma, pantolonuma sıkıştırdım. Tişörtümle de kapatarak görünmediğine emin olduktan sonra arabadan daha öz güvenli olarak dışarı çıktım. Bakkala doğru hızlı adımlarla yürümeye başladım. Sararıp dökülmüş yaprakların, ayakkabılarımın altında ezilmesiyle çıkan çıtırdılar dışında etrafta hiç ses yoktu. Yoldan geçen insanlar, arabanın içinden bakarken burayı terk edilmiş sanabilirlerdi. Ama vitrinleri görebiliyordum ve dolu görünüyorlardı.
Kapıyı yavaşça itmeme rağmen büyük bir gürültüyle sonuna kadar açıldı. İçerideki raflar da tıka basa doluydu. Hepsi özenle dizilmişti. Hatta aşırı düzen söz konusuydu. Cips paketleri bile düzenli ve tertipli yerleştirilmişti. Rahatsız edici diye düşündüm. Özellikle düzenin benim için tamamen uzak bir kavram olduğunu düşünürsek. Arkamdaki tornavidayı kontrol ettikten sonra tezgaha doğru yürümeye devam ettim. Tezgahın orada kimse yoktu.
"Pardon, bakar mısınız?" Gelen giden yoktu. Cevap veren de. Ben de daha yüksek bir sesle şansımı tekrar denedim.
"Kimse yok mu acaba?" Birden gelen ayak sesleri gitgide yaklaşmaya başladı. Elim yeniden tornavidaya gitti. Kalbim deli gibi çarpıyordu. Sonra ortaya çıkan 40'lı yaşlarında, toplu, ne çok uzun ne çok kısa, sarışın demek isterdim ama bunun için kuaföre uğraması gerektiğini düşündüğüm bir kadın gülümseyerek karşıma geçti. Biraz olsun rahatlamıştım. Haliyle tornavidayı sımsıkı tutan elim de gevşedi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mavi Isırık
FantasyBilmediğin bir şeyi asla ısırma. Sonunda ne olacağını bilemezsin.