Bölüm 11

15.7K 1.1K 142
                                    

"Helen, Helen, Helen..." Bilgisayarın başında saatlerce oturmak için fazla yaşlanmışım. Belim tutulmuş, gözlerim kanlanmıştı. 

"Seni nereden ve nasıl bulabilirim acaba?" Bornozla oturmuş aptal aptal fotoğraflara bakıyordum. 

"Sen çok güzelsin Helen." Hani bazı durumlar vardır ya insana hayatı sorgulattırır, mesela Victoria Secret defilesini izleyip neden ben de böyle değilim derken pizza yemek gibi. Sanırım o an bu andı. 

Onu bulabileceğim yollar kısıtlıydı. Sadece hangi ülkeye kaçtığını biliyordum. Hollanda. Uzun aramalarım sonucu bütün bulabildiğim buydu. Hollanda'da olduğuna dair birbirini bağlayıcı haberler bulmuştum. Farklı isimlerde, farklı tarihlerde çılgınca bilim haberlerini karşılaştırdığımda; farklı saçlar, farklı makyajlar olsa da Helen direkt göze çarpıyordu. Gözleri hep aynıydı. Yaşlanmıyordu. O da ölümsüzdü. Mavi elmayla birlikte, Mavi'yle bağlanmışlardı. 

Aynaya baktım. Mavi saçlarım ile turuncu çillerim birbirlerine çok tezat duruyorlardı. Burnumu oldum olası sevmemiştim. Dudaklarımın da gelin beni öpün diye bağırdığı söylenemezdi. Gözlerim mavi olduğundan beri de kendime net bir şekilde bakamıyordum. Tuhaf gözüküyordum. Her zaman olduğumdan biraz daha fazla. Helen'in, bulabildiğim hiçbir fotoğrafında saçları mavi değildi. Bunu, her zaman kılık değiştirmesine yorsam da aklımı kurcalayan konulardan biri olduğu gerçeğini değişmiyordu. Gözleri maviydi. O konuda sıkıntı yoktu. Mavinin en güzel tonunu kapmıştı. O konuda bile şanssızdım. Benimkiler, mavinin en korkunç tonuydu. 

Susuzluğum artınca köşedeki bardağa uzandım. Tabi ki de hiç su kalmamıştı. Düşüncelerimle birlikte odamdan çıkıp mutfağa yöneldim. Saat epey geç olmalıydı. Zifiri karanlıkta yolumu göremiyordum. Işığı açmaya üşendiğimden elimle yoklayarak buzdolabını bulabilmiştim. Soğuk sürahiyi kapıp kana kana su içmeye başladım. Bardağımı da doldurup dolapta duran kırmızı elmaya bakıp sırıttım. Elmaya uzanmak isterken düşürmüştüm. Bu sırada bardak elimden kayınca ani bir manevrayla bardağa yöneldim. Bornoz, bedenimden kaymıştı. 

"Aa o şey, yoksa elmayı tutamadım mı?" Işıklar yandığında her şey için çok geçti. Ne bornoz, ne bardak, ne de elma umurumdaydı. Mavi, pörtlemiş gözleriyle vücuduma odaklanmış, kızarmış yanaklarına rağmen hala utanma belirtisi göstermemekle birlikte tacizini sürdürüyordu.

"Gerçekten güzelmiş." Göğüslerime bakan gözlerine elmayı fırlatıp bornozu hızla üzerime geçirdim.

"Aynı evde yaşamak seninle ha? Hemen, yarın gidiyorsun bu evden! Ne bakıyorsun be adam! Sen gününü görürsün!" diye bağırırken odama ulaşmış kapımı hızla çarpmıştım. Burnumdan soluyarak dolabıma dönerken karşımda beliren Mavi yüzünden bir kez daha bornozum kaymıştı. Sona ulaşmadan, Mavi'nin parmakları bornozumu tutarak düşmesini engellemişti. 

"Özür dilerim. Seslere karşı duyarlıyım. Uyuyordum, ses gelince aniden kalktım. Amacım seni zor durumda bırakmak değildi." Bornozumu elime bıraktı ve düzeltmem için izin verdi. Kapıdan çıkmadan önce söyledikleri ise yeniden dilediği özrü geçersiz kılmıştı.

"Pişmanım dersem yalan olur. Gördüklerim güzeldi." Utançla giyinip yatağıma koştum. 

Güneş, bu sabah dün gecenin sıcaklığını hatırlatırcasına yüzüme vuruyordu. Kapımı kilitleyip kot pantolonumla beyaz gömleğimi giydim. Dünkü utanç dolu anlar yeniden canlanınca beyazın uygun bir tercih olmadığını düşünerek gri tişörtüme yöneldim. Hava gitgide ısınıyordu. Bunun sebebi güneş miydi gerçekten? Ya da biraz sonra Mavi'yi göreceğim gerçeği miydi? Ne olursa olsun yüzleşmem gerekiyordu. Ama bu tiple olmazdı. Kendime olabildiğince çeki düzen vermeliydim. 

Anahtarı yaramazlık yapmış çocuk edasıyla sessizce açıp etrafı kolaçan ettim. Görünürde kimse olmasa da mutfaktan güzel kokular yayılıyordu. Parmak uçlarımda ilerleyip neler olduğunu görebileceğim yere ulaşınca durup sessizce izlemeye başladım. Mavi, benim mutfak önlüğümü giymiş, telefonuna bakarak yumurta yapmaya çalışıyordu. En azından ben, yumurta yaptığını düşünüyordum. Yumurtanın içine, iri iri doğradığı biberleri de atıp çevirmeye başladı. Yanılmıştım; sanırım omlet yapmaya çabalıyordu. Önlüğümün, birine yakıştığını görmek heyecan vericiydi. Evimde birini görmekte en az o kadar heyecanlıydı. Yanlış olduğunu bilsem de seviyordum işte. Ne de olsa çekip gidecekti. Birazcık daha sevsem olmaz mıydı? Yeterince taviz vermiştim zaten.

Düşüncelerimle, ruhen oradan uzaklaşmışken Mavi'nin ortalıktan kaybolduğunu fark ettim. Ensemde hissettiğim nefesle arkama döndüm. Her zamanki sınırlarımın çok içinde dudak çevremde duruyordu. Dün gece yeniden aklıma geldikçe deliriyordum. Sinirli miydim yoksa bana bu kadar yakın durmasından hoşlanıyor muydum? 

"Beni neden gizlice izliyorsun acaba? Komik mi geldim?" 

"Evimi mi yakmaya karar verdin diye bakıyordum. Yoksa ne yaptığın umurumda değil. Ayrıca biraz uzaklaş. Ağzın kokuyor." Ağzı, aşk kokuyordu. Güneşli bir bahar sabahında parkta otururken insanın burnuna ve ruhuna dolan çiçekler gibi. Annelerin kucağına uzandığınızda kokan huzur gibi. Biraz da ek gibi. Yine mi ek yedi bu çocuk?

"Çok kabasın." dedi ve benden uzaklaşıp mutfağa geri döndü. Peşine koyularak hazırladığı sofraya göz gezdirdim. Başarılı sayılmazdı. Özendiği belliydi. 

"Ne bu güzellik? Dün geceden sonra namusunu kirlettiğim için seninle evlenmek zorunda falan mıyım?" dedi göz kenarıyla attığı alaylı bakışlarından sonra. Hazırladığı omlet çakmasını tabağa yerleştirdi.

"İltifatın için teşekkürler. Ve hayır. Artık insanlar için namus kavramı pek kalmadı." Masayı kontrol ederken yarım ağız konuştu.

"Birkaç günde olan gözlemlerime dayanarak sanırım buna katılabilirim. Hadi ye. İşe geç kalıyoruz. Özür kahvaltısı bu." dedi. Bu nasıl bir özürdü böyle? Neredeyse dövecekti beni tabağı önüme uzatırken.

"Belki de içinde iyi biri yatıyordur ne dersin? Özellikle sapık olan kişiliğinin altında." dedim. Masaya oturup omletten tabağıma aldığım parçayı incelemeye başladım. 

"Sanmıyorum. İyi biri değilim." dedi düşünceli bir şekilde. Şaka yapmış olmama rağmen alınmış gibiydi. Konuyu daha fazla uzatmadım. Omletin içinden çıkan yeşillikler o kadar uzak geliyordu ki bana, tatmaya bile korkuyordum.

"Bugün pazar. Yani tatil." dedim konuyu değiştirmek ve dikkati başka yöne çekmek için. Çatalıma batırıp ağzıma atmayı başarabilmiştim bir lokma omleti en sonunda. Her bir çiğneme hareketinden sonra midem bana hakaret ediyordu. Yüzümü ekşitmemeye çalışmak için harcadığım efor, bugünkü spor rutinim yerine geçebilirdi.

"Zaten ne kadar çalıştık ki tatil? Ne kadar rahat bu dönem. Bizim zamanımızda deli gibi çalışırdık." dedi yine durup dururken sinirlenerek. Çalışmadığı için bu kadar sinirlenen birini daha önce görmemiştim hayatımda.

Omletini yemeye başladığında yüzü buruşsa da göz göze geldiğimiz her anda yediği en lezzetli şeymiş gibi ifadeler takınıyordu.

"Dışarıda kahvaltı edeceğim. O yüzden süslenmiştim." dedim ağzımı silerken. Çantamı alıp çıkarken Mavi de peşime takıldı. 

"Ne iyi düşündün. Bunları yiyemezdim ben de." dedi ceketini alırken. 

"Bir şartım var benimle gelebilmen için." dedim sakinliğimi koruyarak.

"Dinliyorum." dedi ayakkabılarını giyerken. 

"Bazı sorularıma cevap istiyorum." 

"Ne sormak veya bilmek istersen diğer yarım."

Mavi IsırıkHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin