Yazardan;
Herkese selamlar. Biliyorum; uzun zamandır yokum ama bilenler biliyor, tedavi sürecindeyim. Ama az kaldı. Yakında tamamen sizinleyim. Şimdilik bu keyifli bölümle sizleri baş başa bırakıyorum. Sizden ricam, bir sonraki bölümde okumak istediğiniz ne varsa yorum olarak bırakmanız. Sizleri çok çok seviyorum.
xoxo
İnsan kendini çaresiz hissettiği zamanlarda tutunacak bir dal bulur. Bazıları için bu dal sevdiği bir şarkı, yemek veya bir parça çikolata oluverirdi. Benimki ise fotoğraf çekmekti. Uzun zamandır yapmıyordum bunu. Ruhumu iyileştirecek tek şey oydu. Emektarım, tozlu kutulara girmişti. Hala burada olduğu için mutluydum. En azından beni terk etmeyen bir şey vardı.
İlham verici yerleri, genellikle kaybolarak bulurdum. Bunun için ilk gelen otobüse atlar, ya son durağına ya da gözüme hoş gelen bir durağa gelene kadar giderdim. Bugün de aynısını yapmıştım. Bulunduğum yer harikaydı. Deniz, bol yeşillik, spor yapan insanlar... Hem ruhum hem fotoğraflar için harikaydı. Yürüyüş yapanların içine karışıp onlara kapılmıştım bile. Karşıma güzel kareler çıkmaya başlamıştı keyfim yerine geldikçe. Kuşlar, doğa, sevgililer... Her şey mükemmel görünüyordu bu küçük makine kutusundan. Benim hayatıma da bu kutudan baksam her şey bu kadar güzel görünür müydü acaba? Tek istediğim mutlu olmaktı. Sevdiğim adamla sonsuza kadar. Herkesin istediği, çoğu kişinin sahip olduğu klasik hikaye. Ben de onlardan olmak istemiştim.
Karnım acıkınca aynı yerde bulunan cafeye kendimi atmıştım. Küçük, şirin, taş duvarlar ve onları aydınlatan minik ışıklarla hoş bir mekandı. Uzun zamandır kendim için bir şey yapmamıştım. O yüzden kiloyu umursamayarak canımın istediklerini söylemiştim. Kızartma, hamburger, tatlılar... Hepsi terapinin bir parçasıydı. Bundan sonra ne yapacağıma burada karar verip hayatıma ona göre devam edecektim. Eğer Mavi'nin peşinde koşmaya devam edersem işler daha çok karışırdı. İhtiyar, hiç de kolay atlatabileceğim bir engel değildi. Ne kadar ileri gidebilirdi bilemiyordum. Mavi'yi sevmediğini biliyordum. Eğer kızı için başka ölümsüzlük yolu bulursa Mavi'ye acımayacağını da biliyordum. Diğer yandan da umudumu kaybetmiştim. Eğer bir şey sürekli olmuyorsa belki de ondan vazgeçmeliydi insan. Kendi yoluma devam edebilirdim. Belki buralardan giderdim. Küçük, sahil kasabalarından birine mesela. Kendi küçük dergimi açardım. Sadece fotoğraflarım ve ben olurduk. Özlerdim elbet. Canım deli gibi yanardı. Şu an yandığından daha çok yanardı ama en azından daha fazlası olmazdı. Onu Helen'le gördükçe hissettiklerim olmazdı mesela. Veya gözlerime yabancıymışım gibi bakmazdı artık. En ağırı oydu çünkü.
"Ben bunları tam olarak ne zaman yedim?" Bütün masayı silip süpürmüştüm. Bu manzara karşısında korkarak hesabı istedim.
"Sana bunalım yasak Zuhal Hanım. Bunalım, zenginler içindir." dedim ve makinemi aldım. Masadan kalkacaktım ki hissettiğim dürtüyle birlikte karşı masaya baktım. Aslında vazgeçmiştim. Yemin ederim ki vazgeçmiştim. Eşyalarımı toparlayıp, çekip gidecektim. Şimdi ise karşımda duruyordu vazgeçtiğim. Hemen karşımdaki masada oturuyordu. O kadar hüzünlü görünüyordu ki sıkı sıkı sarmak istemiştim hemen. O, böyle karşıma çıkmaya devam ederse ben nasıl çekip gidebilirdim ki?
Hesabın üzerine kahve isteyip yeniden yerime oturdum. Beni görmesin diye gazete alıp yüzümü kamufle ettim. Birini mi bekliyordu acaba? Aslında hiç öyle bir havası yoktu. Daha çok düşünüyor gibiydi. Denize odaklanmıştı. İçli içli bakıyordu etrafa. Helen mi üzmüştü acaba onu? Yanına gitmeli miydim?
"Hanımefendi kahveniz."
"Ah, özür dilerim. Bırakın lütfen şuraya." Garson elinde tepsiyle başımda dikilmişti. Biraz daha oyalanırsa dikkat çekecektim. Kahveyi hızla alıp masaya koyacaktım ki üstüme döktüm.
"Yandımmm!" Kaynar kahvenin verdiği acıyla sandalyeden fırladım. Tabi insanların bakışları da bana dönmüştü. Mavi, beni görmesin diye hemen arkamı döndüm.
"İyi misiniz? Yardım edeyim." Garson elindeki bezle üzerime dökülen yerleri silmeye çalışıyordu.
"Tamam. Önemli değil. Ama bu kahvenin parasını alamayacaksınız." dedim. Oluşan hengame yüzünden Mavi beni fark etmişti. Hızla uzaklaşmak için ayağa kalktım.
"Zuhal Hanım! Zuhal bekler misin?" Mavi arkamdan sesleniyordu ama onunla konuşmak istemiyordum.
"Bekler misin lütfen?" Kolumdan tutmuştu.
"Sizi duymamışım. Bir şey mi diyecektiniz?" dedim yalan söyleyerek.
"Beni mi takip ettin buraya kadar?"
"Pardon?"
"Burayı çok kişi bilmez de Zuhal Hanım. Sizi görünce şüphelendim açıkçası." Tek kaşını kaldırıp şirkette takındığı sinirli tavrını uygulamaya başlamıştı.
"Pardon ama benden sonra gelen sizdiniz. İsterseniz kamera kayıtlarına bakabilirsiniz. Sanırım siz beni takip ettiniz bu durumda." Suratı kızarmıştı. Gerçek olabilir miydi? Sanmıyorum.
"Sanırım azarlamanız bitmedi. Daha ne kadar hakaret edebilirsiniz merak ettim doğrusu?" Cevap vermemişti. Hala kolumu tutuyordu. Bunu yapmasından ne kadar mutlu olsam da kolumu çektim.
"Sanırım konuşmamız buraya kadardı. Ben de sizi gördüğüme sevindim. Hoşça kalın." Arkamı dönüp derin bir nefes aldım. Yürümeye başlamıştım ki arkamdan gelen sesini duydum.
"İyi misin gerçekten? Yandın sonuçta. Belki eczaneye gitmeliyiz. Garsonun hatası aslında."
"Kimsenin hatası değil. Ne kadar sakar olduğumu en iyi siz bilirsiniz. Bir keresinde piknikteydim. Fotoğraf çekmek için gezinirken yüksekten yuvarlanmıştım. Ormanda biri görüp haber vermişti düştüğümü." Ona neden bunu söylemiştim ki şimdi? Hatırlar mıydı acaba? Beni oradan kurtaran oydu. Telefon açan da oydu. Yerdeki hayali bir noktaya dalmıştı. Sanki düşünüyordu söylediklerimi.
"Bir keresinde de karşıma tehlikeli tipler çıkmıştı. Yoldan geçen biri beni kurtarmıştı. Sonra aynı kişi beni bıçaklamıştı. Komikti." Bunu hatırlaması gerek diye düşünüyordum. Sonuçta kaç kişi, sevdiği insanı tam kalbinden bıçaklardı ki? Elini, kalbine götürmüştü. Senin acın, benim acım Mavi. Hatırla sadece bunu...
"Nasıl anılar bunlar? Kimsen yok mu senin?" Elini, kalbinden hızla çekip daldığı uzaklardan dönmüştü.
"Bakıyorum da sizli bizli konuşmayı bıraktık?" dedim. Hatırlamadığı için sinirlenmiştim yeniden.
"Sonuçta şu anda şirket dışındayız. İki arkadaş gibi dolaşıyoruz. Ve bana hayatımda hiç kimseden duymadığım kaçık anılarından bahsediyorsun." Gülümsedim. O da gülümsedi.
"Özür dilerim. Sana bağırdığım için."
"Önemli değil. Özür dilemene gerek yok. Benim de nişanlımı biri meyve suyu kasesine düşürse ben de aynısını yapardım." Kafasını çevirip kıkırdamaya başladı.
"Ne oldu?" dedim omzuna hafifçe vurarak.
"Hiç."
"Hadi ama. Hani arkadaştık. Ben de saçma anılarımı anlatmaya son veririm o zaman."
"Tamam tamam. Şey, aslında oldukça komikti bugün yaptıkların." İkimiz de kahkaha atmaya başladık.
"Prestijimi korumak, şey bir de babası orada olduğundan birazcık fazla tepki verdim işte." dedi kaçamak bakışlarla beni kontrol ederken.
"Söyledim ya, önemli değil. Gülüp geçilecek anılar dosyama girdi bile. Arada arşivden çıkarıp gülerim."
"Sende baya kabarık bir arşiv olmalı." Saçımı alıp kulağımın arkasına itti. Tıpkı eski günlerdeki gibi. Aynı çekimi hissediyordum. Peki o? Biraz yaklaştım. Sanırım buna kur yapmak diyorlardı. Amacım tepkisini ölçmekti. Ki hala geri çekilmemişti. Sonra nereden geldiğini anlamadığım cesaretimle ona doğru daha doğrusu dudaklarına yaklaşmaya başladım. Başta duraksıyor olsa da o da yaklaşmıştı. Sonra aniden durdu.
"Ben, işe dönsem iyi olacak. Sohbet için teşekkürler. Hoşça kalın." Beni oracıkta bırakıp arkasına dönüp gitmişti. Sinirle arkamı döndüm.
"Burada neler olduğunu açıklayacak mısın acaba?" Sinan, her zamanki gibi tam karşımda duruyordu. Beni her defasında bulmayı nasıl başarıyordu?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mavi Isırık
FantasiBilmediğin bir şeyi asla ısırma. Sonunda ne olacağını bilemezsin.