Aslında ilk birkaç saat bilincim gayet yerindeydi. Tuğrul Amca, ki artık ona amca falan demek istemiyordum, beni omzuna kolaylıkla almış, nereye gittiğimizi bilmeden onun omzunda seyahat ediyor, geçtiğimiz yerleri tanımaya çalışıyordum. Ama uykuya daha fazla direnemeyerek ipin ucunu bir yerde kaçırmıştım. Uyandığımda da iş işten geçmiş, gelmemiz gereken yere varmıştık. Elim kolum bağlanmış halde boydan boya pencerelere sahip evin içinden dışarıdaki hiçliğe bakıyordum. Bomboş bu arazinin sonunu göremiyordum. Sadece etraftaki küçük, bakımlı çalılıklar ve yine aynı güzellikteki çiçekler, bana lüks bir yerde olduğum izlenimini veriyordu.
Tüm gücümü toparlayarak bileklerimdeki ipi şöyle bir yokladım. Öyle sıkı bağlanmışlardı ki ne yaparsam yapayım açılacak gibi değillerdi. Bağlı olduğum sandalye, kendimi yere falan atsam da kırılacak türde bir şeye benzemiyordu. Ben de etrafımda işe yarar bir şeyler bulma umuduyla bakınmaya başladım. Ev çok geniş ve ferahtı. Duvarlar krem, koltuk takımı zümrüt yeşili ve kahverengi ağırlıklı tonlardan oluşuyordu. Standart hemen her evde bulunan eşyalar ve üç beş sade süs eşyaları da odayı tamamlıyordu. Şu an tutsak olarak bulunmamış olsaydım bu evi gerçekten çok beğenebilirdim.
Kesici, delici hiçbir eşya bulamadığımdan, delirmemek için ısrarla yeni kaçış yöntemleri bulmaya çalışıyordum. Her an biri gelir korkusuyla da aceleci davranıyordum. Tabi ki de burada yalnız olmak işime geliyordu ama sahiden de neredeydi bunlar? Tam bunu düşünürken beni yerimden sıçratacak kadar gereksiz bir güçle kapıyı açan büyücü içeri girdi. Tuğrul ortalıkta görünmüyordu.
"Hay şom ağzım." derken ona arkamı dönmek istesem de yapamadığımdan kafamı çevirmekle yetindim. Daha önce hiç yapmadığı bir şey yapıp elini yanağıma sürttü. O kadar iğrenç bir histi ki midem bulanmıştı.
"Çek o pis ellerini benden!"
"Çekmezsem ne yaparsın Zuhal?"
"Sana çek dedim."
"Hayır."
"Şimdi görürsün!" Derken hızla dönüp parmağını bütün gücümle ısırdım. Acıyla haykırırken sanırım küfür de ederek geri çekildi.
"Sen gerçekten çok tuhaf ve zor bir kadınsın." Elini okşadıktan ve hasarı inceledikten sonra yeniden karşıma dikildi.
"Seni hafife almışım Zuhal. Eğer o gün senin de hafızanı silmiş olsaydım bunları yaşıyor olmazdık. Büyük bir hataydı. Ama hatalarından ders alıyor insan. Mesela artık işimi asla şansa bırakmamayı biliyorum. Seninle ilgili bütün problemleri çözmeliyim. Seni, işlerimin arasından çıkarmalıyım." Gayet açık ve net konuşmasına rağmen, ısrarla kelimelerin üzerine basarak telaffuz etmesi daha da gergin bir ortamın oluşmasına yol açıyordu. Yutkundum. Bu adamın sorunları çözme yönteminin Mavi'nin sorun çözme yöntemlerine olan benzerliklerini düşündüm. Mavi için çözüm, yok etmekti. Acaba o da mı öyle düşünüyordu?
"Eğer seni öldürürsem, ki inan bana bu en güzel ve en zevkli çözüm yolu olurdu, büyüm bozulabilir. Mavi'yle aranızda benim hafıza büyümü bile bozabilecek kadar sağlam bir bağ oluşmuş. Yani seni öldürmek, maalesef ki şu anki önceliğim değil." Önceliği bu olmasa da ileride beni öldürebileceğini anlamıştım.
"Seni uyardığımda gitmeliydin Zuhal. Ayrıca sana ikinizden birinin öleceğini de söyledim. Onun hayatını tehlikeye attın. Yalan söylememiştim. Her büyünün bir bedeli vardır. İkinizin de sonsuza kadar mutlu yaşaması için Helen'in baştan olmaması gerekiyordu. Ama olduğu için artık sen olamazsın."
"Yanılıyorsun. Sen, bir yalancısın. Aslında çok bencilsin. Kızının iyiliğini istemedin. O, umurunda bile değil. Kendin ölümsüz olmak istedin. Sen ve Mavi'nin annesi..." Sinirlenmiş ve yalanını yakaladığım için bozulmuştu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mavi Isırık
FantasíaBilmediğin bir şeyi asla ısırma. Sonunda ne olacağını bilemezsin.