"Nereye gidiyorsun peki?" Sinan peşimden koşturuyordu.
"Anlattım sana. Biraz uzaklaşmalıyım. Kendi ayaklarımın üzerinde durmaya ihtiyacım var. Sanatçı duyguları işte. Ayrıca geçmişimde ofis içi ilişkilerin nelere yol açtığına dair anılarım var. Konuştuk bunları. İşçiler, sürekli başarılarımı değil seninle olan ilişkimi görecekler." Sürekli bu adamdan ayrılırken buluyordum kendimi. Tekrar tekrar hayatıma girmesinden yorulmuştum. Ama olan biteni düzeltene kadar buraları karıştırmak istemiyordum. Uzaktan da olsa sevgilim olarak kalabilirdi Sinan. Ne zararı olabilirdi ki?
"Anlıyorum. Daha doğrusu seni üzmemek için anlamaya çalışıyorum. Kısıtlamak istemiyorum seni. Peki. Nasıl istiyorsan öyle olsun. Tek istediğim ilişkimize zarar vermemen. Seni seviyorum." Belimi sarıp yeniden dudaklarıma yöneldi. Kafamı çevirdim. Öpücüğü, homurtuyla yanağımda son buldu.
"Kolay gelsin sana. Bol para kazan bize. Tamam mı?" 50 yıllık karı kocaymışız gibi söylediğim cümleden sonra bütün eşyalarımı alıp çıktım. Şimdilik bulabildiğim en basit çözüm buydu işte. Kaçmak. Her zamanki gibi.
Bu kaçık büyücü kafayı bana takmıştı. Birebir konuşmak istesem de henüz ona ulaşmak için bir yol keşfedememiştim. Sonuçta Mavi'ye yaklaştığım zaman bundan rahatsız olup beni bulacaktır düşüncesiyle yoluma devam ettim.
Eve uğrayıp elimdeki her şeyi bir köşeye fırlattım. Dolabıma gidip dar kalem eteğimi, beyaz gömleğimi alıp hızlıca giydim. Toz dolu dolabımın yukarısında köşede duran kutuya uzandım. Siyah topuklu ayakkabılarımı da hızlıca giydim. Tabi anında kendimi yerde bulmuştum. Söylenirken yatağımın altındaki birikinti de altın bilekliğimi görmüştüm. Annemindi. Babam evlendiklerinde ona vermişti.
"Hadi bana şans getir." Onu da taktıktan sonra makyajımı tamamladım. Kırmızı rujun bana öz güven vermesini umut ettikten sonra son kez kendime baktım. Bunu yapabilirsin Zuhal. Gerçek aşkın önünde engel yoktur.
Şirkete adımımı atar atmaz bütün gözler bana dönmüştü. Saçlarımı savura savura Mavi'nin odasına gidiyordum. Hayranlıkla bakan erkekler öz güvenimi daha da arttırmıştı. Demek ki doğru yoldaydım. Tam kapıdan girecektim ki saçları sıkıca toplanmış, fazla mutsuz bir surat bana engel oldu.
"Yardımcı olabilir miyim acaba?" dedi.
"Merhaba ben Zuhal." Uzattığım el havada kalınca saçlarımı düzeltip kendimi avuttum.
"Mavi Bey'i görecektim. Burada çalışıyorum da." dedim.
"Mavi Bey geleceğinizi söylemişti. Ama korkarım ki sizi buradaki işleyişi anlatan olmamış. Mavi Bey, patron. Yani kafamıza estikçe odasına giremeyiz. Randevu talep ederiz, toplantılar yaparız veya o sizi çağırır. Anlaşıldı mı acaba?" dedi asık surat azarlayarak beni.
"Anlaşıldı mı Zuhal Hanım? Kafanızı sallayın." Çocuk gibi kafamı aşağı yukarı salladım.
"Sorunuz?" Kapı aniden açılmıştı. Kafamın tam arkasında durana kadar. Kendimi bir kez daha yerde bulmuştum. Sanırım, bu seferki darbe diğerlerinden de kötüydü.
"İyi misiniz? Zuhal Hanım! Gülşah, onun ne işi vardı kapının hemen arkasında Allah aşkına!" dedi beni incelerken. Başım zonkluyordu.
"İyi misiniz?" dedi Mavi, adının Gülşah olduğunu öğrendiğim asık suratlı asistanına öfkeyle bakmayı sürdürürken.
"Evet. Kesinlikle harikayım." dedim başımdaki ağrıyı umursamayarak.
"Kıpırdamayın! Sorun yok. Gülşah hemen ilk yardım çantasını getir. Beni tutun Zuhal Hanım. Yavaşça."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mavi Isırık
FantasyBilmediğin bir şeyi asla ısırma. Sonunda ne olacağını bilemezsin.