"Kendini hazırla Zuhal. Daha kötülerini de gördün sen." Kamuran Hanım'ın ofisinin önünde bekliyordum. Mavi'yi bulmak için önce burayı kontrol edecektim. Eğer bu kadar saattir hala buradaysa... Göreceğim manzaraya hazırlamaya çalışıyordum kendimi. Kapının önünde voltalar atmayı sürdürürken Kamuran Hanım'ın sekreteri deli görmüş gibi bana bakıyordu. Eh, bir yerde haklıydı da.
"Tamam Aysun, giriyorum içeri. Lütfen bakmayı kes artık." derken Aysun'a bakıp kapıyı ittim. Karşı taraftaki, kapıyı açmak için benden önce davranmasaydı yere düşmüş olmazdım. Neden hep yere düşüyordum ki ben? Kamuran Hanım bana bakıyordu.
"Zuhal? Ne yapıyorsun orada?" Ayağa kalkıp üzerimi silkeleme bahanesiyle odayı süzdüm. Mavi içeride yoktu.
"Şey, ben, geldim de onu haber verecektim." Bundan daha iyi bir bahane bulabilirdim ama düşünmek için beklememiştim bile. Mavi içeride olmadığı için hem sevinmekle hem nerede olduğunu düşünmekle meşguldüm.
"Bana her gidişini ya da her gelişini haber vermek zorunda değilsin tatlım. Madem buradasın Sinan Bey nerede? O da geldi mi?" dedi yapmacık hareketlerle. Gerçekten mi? Gerçekten de koskoca Kamuran Hanım, bir adam için bana liseli kız tavırları yapmayacaktı değil mi?
"Bilemiyorum. Yemekten sonra benim işim çıktı. Beraber dönmedik." dedim sesimin duygusuz çıkmasına özen göstererek. Doğruyu söyleyip söylemediğimi tartıyor gibiydi.
"Oda arkadaşın zoru oynuyor. Zoru severim." dedi hırslı gözlerle. Sinan Bey'i kıskanmayı bırakıp şimdi de Mavi'ye geçmişti. Kamuran Hanım'ın anlayamadığım davranışlarına bir yenisi daha eklenmişti. Ayrıca Mavi, her zaman zoru oynuyordu. Onu anlamak zaten başlı başına zordu.
"Ben istediğimi alırım er ya da geç. Benim olan da benim kalır daima." dedi yukarıdan bakarken bana. Aslında bu tarz bir meydan okumaya hazırlıklıydım. Sonuçta hayatımda ilişkilerimiz her ne kadar belirsiz olsa da iki erkek vardı. Ve bu erkekler sadece benim değil, Kamuran Hanım'ın da ilgi alanındaydı. Bana göz dağı vermesine şaşırmamıştım o yüzden. Ama altta kalacak da değildim.
"İnsanlar ve eşyalar arasında fark var tabi. Bir eşya, siz onu istediğiniz sürece yanınızda olur. İnsan ise düşünen bir eşyadır. Sizin sıkılmanızı beklemeden gidebilir." dedim tane tane. Aslında anlamlı cümleler kurmakta iyi değildim. Ama bu sefer mantıklı bir cümle kurmayı başarabilmiştim. İşe yaramış olacaktı ki Kamuran Hanım yüzünü buruşturduktan sonra arkasını dönüp gitmişti. Kapı kapanınca homurdanıp Aysun'un şaşkın bakışları arasından Kamuran Hanım gibi odama doğru yola koyulmuştum.
Yeni masa, yeni koltuklar, yeni manzara, yeni kahve fincanı... Hepsinin zevkini ayrı ayrı tatmak, keyfini sürmek istesem de daha önemli işlerim vardı. Kimdi bu Helen? Google'ın bilmediği bir şey olmadığından ve aradığım kişi yaşadığı zamanın en popüler rezil kişisi olduğundan ufak çaplı kötü şöhretinin gazeteleri süslemesi sayesinde bulduğum bilgileri çıktı aldım. Ama bulduklarımı burada incelemek riskli olurdu. Hemen herkes başımdaydı. Olaylar yeteri kadar çığırından çıkmıştı. Etrafımdakilerin aptal olması bunu atlatmamı sağlıyordu. Saçlarımı, gözlerimi, kırık kolumun nereye gittiğini soran yoktu. Yalan söylemede beceriksiz olduğumdan bana kolaylık sağlıyordu bu durum.
Tabi ellerine yeni bir fotoğraf vermem de yardımcı olmuştu. Babamın çok eskiden çektiği bir manzara fotoğrafını paylaşmıştım onlarla. İnsanlar, nostaljik şeyleri severlerdi. Verdiğim fotoğraf da bunların belki de en iyilerinden biriydi. Bu da onları bir ay daha dergi düzenlemek için oyalardı. Herkesin yüzü gülüyordu. En azından yeteneğimi kimden aldığım aşikardı. Telefonumdaki resmine baktım babamın. Çoktan gitmiş olmasına rağmen beni hala koruyup kolluyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mavi Isırık
FantasyBilmediğin bir şeyi asla ısırma. Sonunda ne olacağını bilemezsin.