26. Truva atı

363 37 46
                                    


"en yakın yabancı sendin."

Ciğerlerinin tütün hasretine son verirken kafasını arkaya yatırıp gece göğüne baktı ve düşündü. Deneyimli sayılmazdı, ayrıca kabul ediyordu; fazla rasyoneldi. Ama tüm bunların farkında olmak kesin bir kanıya varmaya mani değildi. Bu sebeple hüznün romantik bir ilişkinin başına gelebilecek en belalı şeylerden biri olduğuna körü körüne inanabiliyordu.

Hüzün köküne baştan kibrit suyu dökülmediği takdirde, bir fırsatını bulup yerleştiği yüreklerde acı meyveler doğururdu. Kimsenin tadından haz etmeyeceği sevgi görünümlü acımaya, yersiz şefkate ve fazla feragate dönüşürdü.

Bir truva atıydı. Sinsice kapıyı tıklatan, masum görünüşüyle rahatça içeri süzülen, doğru yeri ve zamanı bulunca da azgınca hücuma kalkıp ortalığı tarumar eden.

Esaslı bir yıkım yaşamamak hem dayanıklılığa hem de öngörüye bağlıydı ve o bu öngörü işinde kendine çok güvenirdi. Devasa soyut kavramlara küçük, basit etiketler yapıştırmak gibi meziyetleri yardımcısıydı. İtinayla uyguladığı, uygularken acaba doğru mu yapıyorum diye şüpheye kapılmadığı stratejileri bile vardı. Ancak bazen hiçbir şey kılavuza göre gitmezdi, Cevher'e içini döktüğünde olduğu gibi. 

Aklına gelince midesinde yanma yaratan konularda dilinin ucuna ilahi bir dokunuş almıştı sanki. Çenesinin paslı olduğunu zannettiği yayları gevşemiş; tabu saydıkları ekşi ama anlatması kolay anılara dönüşmüştü. Tahminlerinden, olması gerektiğinden daha erken mi kendini açmıştı, kusurlarını üryan bırakmıştı?

Cevabı bilmiyordu. Yanıtsızlık pişman olması için talimat veren yanını besliyordu. Bu yanı görmezden gelinecek boyutta olduğundan kafasına pek takmamaya çalışıyordu. Ama garip bir endişenin esiri olmaktan da kurtulamıyordu.

Cevher'e hiçbir zaman rahatsızlığı olan biri gibi davranmamıştı. Hiperosmi için elinden geleni yaptığı doğruydu fakat o kadardı, daha fazlası değil.

Karman çorman bir bagajın önünde onun DEHB tanılı olduğunu öğrendiğinde, kaşlarını kaldırmıştı ancak tepkisi duyduğuna değil karşısında gördüğü cümbüşeydi. Çünkü dövme salonu bağlamındaki malum olaylar sayesinde Cevher'in uyarıcı tipi ilaçlar kullandığını zaten biliyordu. Metilfenidatın endikasyonları belliydi sonuçta. Psikiyatri stajı verimli geçmese bile ufak bir araştırmayla bilgileri hatırlayabilirdi. Aslında hatırlamasına gerek yoktu, kendisi bilgi olarak karşısındaydı zira fakültede öğretildiği gibi; hastalık yoktu, hasta vardı ve seyir subjektifti.

Cevher fevriydi. Koşar tempoda yürüyüşü, aniden patlayan gür kahkahası, tanımayanın yanlış yorumlayacağı -Fikret bunun kurbanıydı, tıpkı geçmişteki kendi gibi- ifadesiz tutabildiği bakışları vardı. Otururken genelde bacağını, şayet onu yapamazsa da parmağını oynatırdı. Konuşurken daldan dala atlar, kendi sorularına cevap almakta diretirdi. Merhaba, selam gibi yumuşak sohbet başlangıçları kullanmak yerine, bodoslama bir soruya başvururdu genelde. En azından onunla konuşurken öyle yaptığını düşünüyordu Efe. 

Malına gelen zarara zerre önem vermezdi. Keskin kararları sanki çok kolaymış gibi uygulayabilirdi. Dönem ortası yurtdışına taşınmak, iyi bir üniversitede cerrahlık eğitimi alırken ertesi gün ücra bir kente  jinekoloji uzmanlığına gelmek, bir anda İstanbul'a gitmeye karar vermek gibi. Belki de bu emsallerden daha nicesi vardı, Efe'nin şahit oldukları bu kadardı. Daha doğrusu Cevher'in şahit olmasına izin verdikleri.

Aslında onu anlayabiliyordu. Bitirmeden diğerine geçebilmesi, dürtülerine kapılması semptomlardan biri olan sıkılganlığının hayatına yansımalarıydı. Belki ilişkileri de bir feveranın neticesiydi.

KIZIL KAMELYALARHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin