29. Çöpler, güller, buseler

384 40 34
                                    

"Aykırı bir uçurumum yolunun üzerinde, elini uzatacağın dalları yamacında saklayan, birdenbire patlayan, bir çığlığım sessizliğinde, ele-güne karşı seni utandıran..."

Efe yumuşak tutamlar arasındaki parmaklarını sıkıştırarak, himayesindeki başı kendi gölgesine çekti ve dudaklarını davetlisi olduğu ziyafete ulaştırdı. Dilini pütürlü derinin üzerinde gezdirirken elaların buğulandığını göz ucuyla görmüş, daha şiddetli emme isteği duymuştu. Okşadığın sürece sorun değil diyen Cevher'di uğraşına itinayla kendini vermesinin nedeni. Şayet tükürüğü sağaltıcı olsaydı, had safhadaki özeni sayesinde izi bile iyileştirebilirdi.

Cevher tenini cömertçe sunarak ona zaman tanırken Efe'nin sıcak, pembe dilinin büyüsüne kapılmıştı. Hem ürperti hem de esir edici sabırsızlık yüzünden elleri uyuşur gibi oluyordu. 

Yaşadıkları bir zamanlar hayalken şimdi bizzat başına gelen olgulardı. Ondan şefkat gördüğünü bazen havsalası almıyordu. Nefretten koyulaşmış bakışların eskide kaldığını, artık yalnızca kötücül anlarla bezeli kabuslarında var olacağını bilmek ayaklarını yerden kesiyordu.

Ölçüsüz kavramlar yüreğinde ölçü buluyordu. Bir insan bir insanı ne kadar sevebilirse Efe'yi o kadar seviyordu. Duygularının hududu yoktu, sonu yoktu, işin tuhaf kısmı başlangıcı da yoktu. Sanki onlarla doğmuştu.

Böyle hissetmesinin arkasındaki sebep ; alışma, kanıksama değildi. Asıl neden; sevgisinin muhtaçlığa dönüşme yönündeki eğilimiydi. Efe'nin her bir zerresine ayrı ayrı gereksinimi vardı sanki. Habis ya da değil zihninde baş veren tüm fikirleri, çağrışımları bu uğurda feda edebilir, hayatının her saniyesini ona adayabilirdi. Sanki artık o olmadan yarınlara ulaşamazdı.

Bir eliyle çenesini destekledi, diğer eliyle oğlanın alnına düşmüş siyah saçları geriye doğru iterek yüzünü meydana çıkardı. "Efe'm.." diye inlerken buldu kendini. "Gözükaram.. Efe'm.. Benim canım.."

Engel olamadığı sayıklamaları şakaklara, gözlere, yanaklara, buruna, kaşlara bırakılan öpücüklerin virgülüydü. Derin baskılar kavruk ciltte değmedik yer bırakmamaya ant içmiş gibiydi.

Cevher'in kendini kaptırdıklarının yoğunluğu bilye gibi kamaşmış elalarından yansıyordu. Efe tüm netliğiyle görebiliyordu. Şüphe kaldırmaz bir gerçekti, seviliyordu. Daha önce hiç sevilmediği hırçınlıkta ve derinlikte. Yolu yordamı farklıydı belki ama özleniyordu. Biraz aşırı da olsa düşünülüyordu. Şiddetle arzulanıyordu, af dilemesine bile gerek kalmadan affediliyordu ve çoğunlukla kendi anlatmasına lüzum olmadan hakkındakiler biliniyordu.

Tam da bu yüzden dakikalar önce öfkesi çağlar hale gelmemiş miydi zaten? Cevher bir yabancı gibi ona İlyas dediği için aniden kızgın bir boğa gibi burnundan solumamış mıydı? İçini huzursuz etmemiş miydi onun ilk adından nefret ettiğini bilmemesi?

Ne değişmişti?

Cevher ona ilk kez böyle seslenmemişti hatta üzerine basa basa soy ismiyle tam adını defalarca kullanmıştı. Neden bu defa göğsü yanar gibi olmuş, nefesi ciğerlerine batar hale gelmişti?

Alıştığını bile fark etmediği gerçek yüzüne çarparken parmaklarını dövmeli kolun üzerine yaydı, gezdirdi. Elinin usul dokunuşu belli belirsiz devam ederken idrak etti; Cevher hep onu bilsin istiyordu. Daima geri gelsin gittiği yerden, kaleydoskop gibi baş döndürsün elaları, kibirli kıvrımlar belirsin ağzında, adını anarken yoğunlaşsın sesi, tenine değerken yansın teni.

"Baksana.." dedi Efe, kumral çatallı sesine kulak verip kafasını kaldırınca dudaklarına uzandı. İçli, derin iki öpücük bıraktı, geri çekildi. Kendi ıslak kalıntılarına baktı.

KIZIL KAMELYALARHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin