"..Sana gelmeye gücüm yetmemeliydi. Çaresizliğimin bütün hıncını mesafelere yüklemeliydim.Dağda yanan bir çoban ateşi gibi, gökte bir yıldız gibi. Seni görmeli, seni yaşamalı ve senden çok uzaklarda olmalıydım."
•
Yanlış ile hatayı birbirinden ne ayırır? Toprak yolda attığı her adımda kendine tekrar tekrar bu soruyu yöneltiyor ve her defasında farklı bir cevap arıyordu Cevher. Zalim, kati yanıtlardan kaçınmak şakağında filizlenmek için an kollayan ağrıyı püskürtmesine yardımcı oluyordu. Bu kaçışın sağlayıcısı zihninde bozuk kaset gibi yinelenen müzikti.
Çocukluğundan kalma reklam şarkısı, kendini unutturmayan sözleriyle, bir fon olmuş düşüncelerine eşlik ediyordu.
Yanlış ile hatayı birbirinden ne ayırır? Tekrar bu noktaya odaklanmak için çaba harcadı. Şayet etrafta Tarık Sümer olsaydı ve onun sorusunu duysaydı fırsatı kaçırmazdı. Mürekkep kokulu, despot bir üslupla kasıt derdi ve eklerdi. Yanlış bir kurala, gerçeğe, doğruya uymama; hata ise bir yanlışın bilinç taşımayan halidir.
Cevher tatmin edici bulmazdı bunu. Karşısında bizzat babası olsaydı yeni bir soru daha sormak isterdi. Kafasındaki o siktiriboktan melodileri susturduktan sonra tabi.
Pişmanlık baskülünde hangisi daha ağırdır? Ela gözlerini miras aldığı, uzun, zayıf adamın kesinlikle buna da bir yanıtı olurdu ve muhtemelen hata derdi. Hatalar insana daha çok keşke dedirtir çünkü.
Aslında tüm bu hayali diyalogun Cevher için hiçbir önemi yoktu. Ne özrün ne de pişmanlığın boğazındaki düğümü çözecek sihirli hamle olmadığını biliyordu.
Efe hatırlamıyordu ancak bahsettiği parti Cevher'in Gölbaşı'ndaki evindeydi. Ankara'da olduğu süreç boyunca kiraladığı villa tipi bu eve ihtiyaç duymadığında uğramazdı Cevher. Genelde İstanbul'dan onu sık sık ziyarete gelen annesi, nadiren babası olunca oraya giderdi. Sanki hep evde kalıyormuş, düzenli hayat sürüyormuş numaraları çekmek için. Misafirlerini yolcu edince de evi yardımcıya bırakır, Tibet ve Tekin'in de içinde olduğu yakın arkadaşlarıyla gününü gün eder, rastgele bir yerde uyur, rastgele bir yerde uyanırdı.
Fakülteden, kulüpten, mekanlardan tanıştığı insanların sayısı fazlaydı. Fazla insan beraberinde fazla sorun getirirdi her zaman, Cevher bunu geç anladı.
Bir cuma akşamı maseratisini garajına çekerken şaşkındı. Genç kalabalık evinin her yerindeydi. Şüphesiz bir emrivakinin kurbanıydı, komite sonrası parti için mekan arayan bir grup cingözün kurbanı.
Durum karşısında canı sıkıldı, milleti kışkışlama işini Tibet'e devretti, kafa dinlemek için yukarı çıktı ve odasının kapısını aralık buldu.
Efe onun için bir meseleydi o zamanlar. Cevher'in bu meseleye yaklaşımı ise berbattı. Görmezden gelinmeyi kaldıramayan bir yapısı olduğu için her şeyi eline yüzüne bulaştırmıştı ama sonunda kendini kabul ettirmeyi bir obsesyon gibi kafasına taktığı varlığı, hayal edemeyeceği kadar yakınında, yatağında bulmuştu.
Cevher bu sayede keşfetmişti. Oğlanın güzellik sinmiş her detayına duyduğu yoğun hayranlık yüzünden dokunma, sarılma, öpme, tenini hissetme gibi istekler o ana kadar hep aklının en gizli köşesinde bekliyormuş, uçurumdan düşmek için önce tırmanması gerekiyormuş.
Cevher şimdi gözlerini kapatsa da her şeyi tüm yalınlığıyla anımsamaktan kurtulamıyordu.
"Cevher." demişti, derinlerde gömülü sesini bulup çıkarması zor olmuştu. İçinde kopan dizginlenemez fırtınalara çaresizce teslim olmuştu. "Adım Cevher. Adımı söyle."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KIZIL KAMELYALAR
Ficción General"Cevher." dedi derinlerde gömülü sesini bulup çıkarması zor olmuştu. İçinde kopan dizginlenemez fırtınalara çaresizce teslim oldu. "Adım Cevher. Adımı söyle." Parmaklar kumral tutamlarını sarmaladı. Ilık dudaklar kulağının üstünde belli belirsiz adı...