40. Perestiş

327 31 8
                                    


"Ben seni sevdim mi? Sevdim, kime ne? Tuttum, ta içime oturttum seni. Aldım, okşadım saçlarını, öptüm. İçtim yudum yudum güzelliğini. Ben seni sevdim mi? Sevdim elbette. Bendeydi özlemlerin en korkuncu..."

Kulağına abuk sabuk istekler ulaşıyordu.

"Ne diyorsun abicim?" dedi Efe en sonunda, kızarık kardeşine bakarken gülmeden edemedi.

"Pamuk şekerim diyorum elden gidiyor diyorum bir şey yap diyorum." İlay'ın işaret ettiği yere bakınca Murat'ı gördü ve meseleyi anladı. Koltuğunun altına aldı kardeşini, kendine çekerek yanağından sıkıca öptü. "Ne yapacaksın o kart herifi? Sen daha çıtırlara layıksın."

İlay saf dışı olduğunu bilmese de Efe biliyordu. Konu ne yaştı ne başka bir kıstas. Arkadaşının İlay'a o gözle bakmadığına emindi ve açıkçası abi olarak bundan memnundu.

"Kardeşini teselli ediyorsun ama asıl sen çok fena gol yiyorsun kanka." Masanın üzerinden eğilen Berfu devam etti. "Atağa geçmen lazım. En acilinden."

"Müsabakada değiliz Berfu." Parmağını dudaklarının üzerine bastırarak susmasını telkin etti. Endişesi duyulmaktı. Canlı müzik ortamda nara atarken bu imkansızdı aslında. İşitilmek istemediği adam; Cevher hemen karşısındaydı. Şakağına parmağını dayamış, avucuyla çenesine destek olmuş dikkatli öğrenci pozundaydı. Elaları telefonun siyah ekranına o kadar sık uğruyordu ki bu görüntüsüyle ortamla ilişiğinin neredeyse sıfır olduğunu düşünüyordu insan. Aklının bambaşka bir diyarda gezdiği belliydi.

Efe başlangıçta, arkadaşıyla aynı fikirde değildi. Ancak dakikalar birbiri ardına geçtikçe, kaçamak bakışlarını dizginlemekte zorlandıkça, kıskançlık fokurtuları yüreğinde kaynayıvermişti. Nasıl mı bu hale gelmişti?

Berfu ile birlikte Serhan'ı havaalanına bıraktıktan sonra İlay'ı okuldan almışlardı. Mekana geldiklerinde Murat'ı Oya'yla yemek yerken bulmuşlardı. Aynı masada Sibel de vardı. Oya ile Sibel'in komşu ve sıkı dost oldukları gerçeğinin piyasaya çıkmasıyla üçlü mana kazanmıştı. Sibel kılığı kıyafeti, kızıl saçları ve parlak yanaklarıyla her zamanki gibi bir içim suydu. Efe onunla kucaklaşırken kadının narin bedeninin titrediğini hissetmişti. Kumru'yu sormuş, yaramazın maceralarını dinlemişti. Muhabbet tamamen arkadaş canlısıydı. Ta ki Cevher dahil olana kadar.

Ayaküstü sohbet Cevher'in çıkıp gelmesiyle farklı bir boyut kazanmıştı. Efe onu burada bulmayı beklemiyordu. Yarısı dolu viski bardağın ardındaki sandalyenin sahibi olmasını beklemediği gibi.

O saniyeden sonra teklife icabet etmemek gibi bir ihtimal söz konusu olamazdı zaten. Masa büyümüş, sandalyeler, servisler artmış ve neticede olay doğaçlama toplu buluşmaya evrilmişti.

Neden buradaydı? Onun sahilde koştuğunu zannediyordu Efe. Hatta sırf yüzden rahatsız etmemek adına bir saat sonra aramayı planlıyordu. Nerede ise yanına gidecek, özür dileyecekti sözde. Ama şimdi, Cevher'in mana veremediği davranışı yüzünden içsel bir mahkemedeydi. Serhan'ı yolcu etmesine mi kızmıştı? Şüphesiz kızmıştı ama Cevher'in düşünceli halini bu açıklar mıydı? Huzursuzlandı, hiçbir halt bilmemekten, bulunduğu ortamdan, ceketinin cebindeki kadife kutuyu sıkarken hissettiklerinden hoşlanmadı.

Cevher'in hemen yanında oturan Sibel tamamen dostane temaslarda bulunuyordu ona. Koluna dokunuyor, elini tutup kaldırıyor, havasında olmayan arkadaşı eğlendiren diğer arkadaş misyonunu icra ediyordu. Kötü niyet yoktu, kasıt yoktu.

Tüm bu masum kıstaslara rağmen, çok lazımmış gibi, kumralın öpücükler ve mekanlar arasında kurduğu örüntüyü hatırladı Efe. Asiliği tutsaydı mesela. Ayağa kalkıp, yakasından çekerek dudaklarına yapışsaydı. Bu adam dibine kadar bana aittir ulan diye ilan etseydi, o busenin lezzeti tam da iddia edildiği gibi bambaşka mı olurdu?

KIZIL KAMELYALARHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin