Seonghwa dönüşemiyordu. Çocuklara alay konusu olmuştu. Vücudu kuruduğu için canı yandığından Hongjoong alt güvertedeki su deposunu ayırıp yukarı kurmuştu Yunho'nun yardımı ile. Burna yakında, içi su dolu tanktaydı Hwa şimdi. San ve Yeosang tankın yanında oturmuş suyla oynuyorlardı.
"Hyung, pulların dökülüyor mu?"
"Hayır San ama saçlarım dökülmek üzere. Neden gidip eğlenmiyorsunuz? Bu şehir kavganın bile yasak olduğu bir festival şehri. Eğlenmeniz gerek."
"Ben eğleniyorum." Dedi Yeosang ve bir avuç su doldurup hyunguna attı. Seonghwa sonunda dayanamayıp kuyruğunu savurdu ve iki oğlanın baştan aşağı ıslanmasına neden oldu. İkisi bağırarak geriye düştüğünde Seonghwa güldü şimdi.
"Hyung sen hep böyle mi kalacaksın? Üşümüyor musun?" Jongho diğerlerinin aksine sakince gelip oturdu yanına. Seonghwa oğlanın yanağına elini yasladı. "Sanırım biraz daha sürecek."
"Hongjoong hyung bitmesini pek istemiyor gibi. Baksana, kaçış için sakladığımız suyu senin için boşalttı."
"O delinin ne düşündüğünü bilmek istemiyorum şu an." Seonghwa lafını ettikleri adama baktı. Yunho ile fırtınada zarar gören halatları değiştiriyorlardı. Koluna dolayıp sardığı halata bakarken bile onu beğenmeden edemedi.
"Hyung, mutluyken kuyruğun mu sallanıyor senin?"
Hwa başını indirip ufakça sallanan kuyruğuna baktı. Eliyle vurdu kuyruğa. "Hayır Jongho, köpek miyim ben?"
"Hyung denize açılsak Hwa hyungla yüzebilir miyiz?"
"Wooyoung hayır dedim!" Hongjoong çocuğa bağırdı. Saatlerdir çocuğa hayır diyordu, bir daha sorarsa onu direğe bağlayacaktı. Wooyoung mızmızlanarak işine geri döndü.
"Kaptan Edward!"
Tayfa seslenen kişiye bakmak için küpeşteye yaklaştı. Hongjoong küpeşteye çıkıp aşağı baktı. Bu yüzü tanımıyordu. Ancak kirli kıyafeti ve birbirine giren saçından belliydi ki o da korsandı. "Kimsin denizci?"
"Seninle konuşmak isteyen biri var." Dedi adam. Başıyla belki on beş metre gerisinde bekleyen birini gösterdi. Hongjoong onun giyimini daha düzgün buldu. Büyük şapkası ve belindeki kılıca bakılırsa bir geminin kaptanıydı.
Hongjoong küpeştenin üzerinde yürüdü, halatın birini tutup aşağı atladı. İp makarada kayıp durana kadar indi, sonra da ayakları yere çarptı. Peşinden inen San ve Mingi ile birlikte kaptan olduğunu tahmin ettiği kişiye doğru yürüdü. "Kimsin soruma cevap alamadım."
"Ruhlar Denizi'nin eski Efendisi." Dedi adam olabilecek en derin sesle. Sarı dişlerinin birkaçı eksikti. Gözlerinin akı bile balçığa bulanmış gibi kirliydi. "Ben deniz Maria gemisinin kaptanı Bon, namını duyduğum gemi ve kaptanını burada görünce konuşmadan gidemezdim."
"Bon... seni hiç duymadım, bir lakabın olmalı, nedir?"
"Ah, bir lakabım var ancak beğenmeyeceğinizi düşünüyorum." Adamın kirli gülümsemesi yüzünde büyüdü. "Ben ve tayfam Siren avcıları olarak biliniriz. Bana, Siren Yiyen Bon derler."
Hongjoong bu lakaptan cidden hoşlanmadı ama adamı tabi ki duymuştu. Siren etine bağımlı bir manyaktı. Avladıklarını satmak bir yana kendine etlerinden ayırır yerdi. "Benimle ne konuşmak istedin?"
"Sizinle savaş konuşmak isterim. Sevgili kaptan Edward, daha az insanın olduğu bir yerde konuşmalıyız."
Hongjoong başını hafifçe yana yatırdı ve düşündü. Onu gemiye almazdı. Seonghwa oradaydı. Ancak onun gemisine de gitmezdi. Başa bir yer de güvenli olmazdı çünkü bu adamın önceden bir yerlere adam yerleştirip yerleştirmediğini bilmiyordu. "San, bu beyefendi ve üç adamı bizimle gelecek, Hwa'mın yanından ayrılma."

ŞİMDİ OKUDUĞUN
THE DOOR
FantasyBir anda kötü ikizinizi karşınızda gördüğünüzü düşünün. Size ve sevdiğiniz her şeye zarar veren biri. Gün doğumunda bütün kanıtlarıyla yok olan bir canavar. peki ya sizden başka kişilerin de başına geldiğini öğrenseydiniz? Peki ya çok daha ağır sır...