Bu sefer Caius ona uzanan eli tutup tutmamak arasında kararsız kalmıştı ancak bedeni ve duyguları, mantığı ve beyninden daha hızlı çalışıyordu. Onun elini tuttuğunu görünce Julian gülümsedi ve beraber ara sokaktan çıktılar.
Haber kuşunun olduğu yere geldiğinde Julian elini bırakırken o da tutmakta olduğu nefesi bırakmıştı. Julian hemen kısa bir not yazıp kuşun ayağına bağladı ve onu yolladı. Etraflarında çok kişi yoktu, olanlar da birinin kuşla savaşçı binasına haber gönderdiğini görünce hızla oradan uzaklaşmıştı. Julian ona döndü. "Sanırım Ignatia gelene kadar beklesek iyi olur."
Caius bunun nedenini anlıyordu, eğer yakınlarda başka şeytanlar varsa Julian savaşçı olduğu için orayı öylece bırakıp gidemezdi. Her ne kadar insanlar malca davransa da onların güvenliğinden sorumluydu. Başını onaylarcasına salladı ancak cevap vermesine kalmadan Julian yeniden söze girmişti. "Cai, üzgünüm."
"Ne için?" Caius onun böyle bir şey söylemesini beklemiyordu. Julian arkalarındaki binanın bahçesinin parmaklıklarına sırtını yaslarken cevapladı. "Randevumuzun bu şekilde geçmesini istemezdim."
Caius Julian ona bunun açık açık bir 'randevu' olduğunu söylediğine göre artık ona arkadaş gözüyle baktığı ve kurtardığı için teşekkür etmek üzere çağırdığı seçeneğini, bu seçenek üzerinde gerçekten çok düşünmemiş olsa da, tamamen aklından silebilirdi. Gözlerini diğerinin gece kadar simsiyah olan gözlerine diktikten sonra cevapladı. "Benim için sıkıntı değil, sonuçta bir savaşçısın."
Julian ona hafifçe gülümsemişti. Anlayışla karşıladığı için memnun gözüküyordu. Böylece o da diğerinin yanına gidip sırtını demirlere dayadı, aralarında on santimden az mesafe vardı. "Savaşçı olmak nasıl bir duygu?"
Julian ona cevap vermeden önce biraz düşündü. "Uğraştırıcı."
"Uğraştırıcı mı?" Caius onun işini severek ve isteyerek yaptığını düşünmüştü. Sonuçta kimse zorla savaşçı olmuyordu ve herkes istediği zaman işini bırakabilirdi. "Neden bir savaşçı olmayı seçtin o zaman?"
"Yapmam gereken bir şey var." dedi Julian, bu sefer düşünmemişti. Sanki cevabı çok önceden hazırdı. Caius kafasını eğdi ve gözlerini taş zemine dikti. Bu konuyu açtığı için kendine içinden lanet okurken daha fazla konuşmaya devam etmek istemediğini düşündü ancak bir şeyler demesi gerektiği hakkında üzerinde gereksiz bir baskı hissediyordu. Sesi konuşup konuşmamak arasında kalmış olduğunu ele veriyordu. "İnsanları korumak için mi?"
Julian ona yöneltilen soruyla sessizleşmişti. Caius onun konuyu kısa kesmesini diledi ancak Julian, beklentilerinin aksine, kısa bir süre sonra yeniden dudaklarını aralamıştı. Sesi kısık olsa da duyuluyordu. "Ailem ben küçükken bir şeytan tarafından katledildi. Bu yüzden o şeytanı bulup öldürene kadar duramam."
Caius onun sözleriyle yeniden ona bakmıştı. Genç adam ona bakmıyor uzakları izliyordu, ekledi. "O şeytan... Kırmızı Lord'du."
Julian ona döndü, göz göze geldiler. Kısa bir süre Caius'un suratını inceledi. "Sence... Kırmızı Lord'u öldürmeyi başarabilir miyim?"
Caius ondan gözlerini çekmeden cevapladı, kaşları hafifçe çatılmıştı. "...Neden bunu sordun ki şimdi?"
İlk gözlerini kaçıran Julian olmuştu, tekrardan karşısına döndü. "O günden beri kimse Kırmızı Lord'u görmedi. Ignatia bile onu bulup öldürmenin imkânsız olduğunu söylüyor."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KIRMIZI LORD [BL] (+18)
FantasyÇocuk annesinin nefes almayan cansız bedeninin önünde duruyor ve ona sarılıyordu, adamın yeniden başına gelmesiyle ona nefret dolu gözlerle baktı. Adamın suratındaki gülümseme, çocuğun ifadesini görmesiyle yüzüne daha da yayıldı. Ardından eğilip ço...