~JULIAN 9.KISIM~

105 8 11
                                    


Kahvesinden bir yudum alırken karşısında oturan, sipariş etmiş olduğu tiramisuyu büyük bir afiyetle yiyen Ignatia'yı izliyordu. Kız bir kere daha sordu. Bu arada tiramisusunu işaret etmişti. "Tatlı istemediğine emin misin? Çok güzel."

Caius başını salladı, kahve onun için yeter de artardı bile. Ignatia onun daha fazla üzerine gitmemişti. Karşısındakinin onunla konuşmaya çok istekli olmadığını görünce direkt olarak konuya dalma kararı verdi. Onu gerçekten de sadece 'Julian'a yardım ettiği' için yanında sürüklememişti. Julian, kendisi dışındaki neredeyse hiç kimseyle tek bir laf etmeyi bile reddeden kişi, karşısında oturan çocuktan hoşlanıyormuş gibi gözüküyordu ve bu yüzden her şeyden önce Caius'un sevgili arkadaşının kalbini kırmayacak biri olduğundan emin olmalıydı. İki kere bile düşünmeden tehdit etti. "Julian'ın kalbini kırarsan en iyi arkadaşı olarak seni yaşatmam."

Caius elinde tuttuğu kahveyi yavaşça masaya koydu. Ignatia, ağzından kaçırdığı bu tehdide kendisi bile şaşırmış gözüküyordu ancak geri adım atmadı. Caius anlamamış gibi davrandı. "Neden böyle bir şey dedin?"

Bununla Ignatia'nın aklına Caius'un Julian'ın ondan hoşlandığından haberi bile olmadığı geldi. Önceki gün Julian bir anda ortadan kaybolmuştu. Geri geldiğinde Ignatia onu sorguya çekmiş ve Caius'un yanına gittiğini, çarşamba günü buluşmak için sözleştiklerini söylemişti. Bu çıkma teklifine giriyordu, değil mi? Tam olarak bilmiyor olsa bile Caius en azından neler olduğunu az çok tahmin edebiliyor olmalıydı. İç çekti. "Bunu ilk olarak benden duymanı istemezdim ama Julian senden gerçekten hoşlanıyormuş gibi görünüyor. Onun... Daha önce kalbini kıran biri oldu ve bundan toparlanması uzun zamanını aldı. O yüzden seni baştan uyarmak istedim, zaten kütüphaneye gelmeyi düşünüyordum, burada karşılaşmamız iyi oldu. Eğer 'o kişinin' yaptığı gibi kalbini kıracaksan onunla konuşmayı hemen kes."

Ignatia bunların hepsini neredeyse tek nefeste söylemişti. Sesi de sertti, sanki düşmanıyla konuşuyormuş gibiydi. Bunun üzerine Caius'un ağzından çıkan tek şey 'Oh...' olmuştu, ardından gözlerini kaçırdı. Ignatia onun bu tavrını görünce daha yeni tanıdığı bu kişinin üzerine çok gitmiş olduğunu düşünerek hemen yumuşamıştı. 'O kişi'nin Julian'a yaşattıklarının getirdiği siniri, karşısında oturan ve oldukça masum gözüken bu çocuktan çıkarması doğru değildi. Julian'ın içinde bulunduğu durumu hatırlamak kendini kaybetmesine yol açsa da kendini birazcık oradaki kötü karaktermiş hissetmekten alıkoyamamıştı. Gözlerini yeniden tiramisusuna dikti. "Seni korkutmak istemedim..."

"Sorun değil." dedi Caius, elindeki kahve bardağıyla oynuyordu. Ignatia'nın endişelerini anlaması zor değildi, en yakın arkadaşının iyi ve mutlu olmasını istemesi en doğal hakkıydı. İçindeki suçluluk duygusu büyürken sordu. "O kişi... Onu tanıyor muydun?"

"Hayır." diye cevapladı Ignatia. "Yalnızca ondan birkaç kere bahsetmişti. Eğer nasıl göründüğünü bilseydim onu çoktan boğup balık yemi yapardım..."

Ignatia'nın yeniden sinirlendiğini görünce Caius onu durdurmuştu. "Tüm bunlar ne zaman oldu?"

"...Altı, yedi-sekiz sene olmuştur." diye yanıtladı Ignatia gözlerini sonunda tiramisunun üzerinden çekerken, aynı zamanda çatalını da bıraktı. "Bak, üzerinden çok uzun zaman geçmiş olduğunu biliyorum ama bu gerçekten Julian'ı çok etkiledi... Bazen hâlâ etkiliyor olduğundan şüpheleniyorum. O yüzden, seninle ilgilendiğini duyunca, çok sevindim ama daha önceki gibi bir kalp kırıklığı yaşarsa bunu kaldırabileceğini düşünmüyorum. Onunla neredeyse bebeklikten beri beraberim ve geçirebileceği en iyi çocukluk dönemini geçirmedi. Göründüğünden daha hassas biri."

Caius buna nasıl bir yorum yapacağını bilemeyerek kahvesinden bir yudum aldı. Ignatia en azından mantığını geri kazanmış ve sakinleşmiş gözüküyordu, ekledi. "Bunları sana anlattığımı söyleme olur mu?"

"Tabii ki de," diyerek gülümsedi Caius. Ignatia çok fazla bir detay vermemiş olsa bile Julian eğer bu tür şeyleri birinin bilmemesini istiyorsa ona gelip anlatmış olmasını hoş karşılamazdı. Kız, sadece Julian'ı korumak için elinden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyordu. "Aslında... Bunları söylediğin için teşekkür ederim. Neden bir gün kütüphaneye çay içmeye gelmiyorsun? Karşılığını vermek isterim."

Ignatia da gülümsemeyle karşılık vermişti. Caius hemen ekledi. "Hatta, bu cumartesi Julian'la gelsen çok iyi olur."

"Harika olur!" diye cevapladı Ignatia, yeniden keyfi yerine gelmiş gibi hissediyordu. Caius gerçekten de iyi birine benziyordu ve bu onu rahatlatmıştı. "Biraz kendinden bahsetsene," diyerek topu ona attı, bir çatal daha tiramisu almıştı. "Ne zamandır buradasın? Ailen nerede? Kaç yaşındasın? En yakın arkadaşımla sevgili olacaksan her detayı bilmem gerekiyor, hiç durma."

"Aslında benim artık gitmem gerekiyor." dedi Caius daha fazla soruya boğulmadan. Kahvesini bitirmemiş olmasına rağmen ayaklanmıştı. Hava artık kararmış sayılırdı. "Kütüphanede işler var. Bir sonraki sefere daha detaylı konuşabiliriz."

Ignatia onu zorlamadı, yeterince tatmin olmuş gibi gözüküyordu. "Pekâlâ, öyle olsun madem." dedi tiramisusunun son parçasını ağzına atarken, ardından da tatlısı bittiği için üzülmüştü. Bir tane daha sipariş vermeyi düşünürken yerinden kalkmamıştı. "Sonra görüşürüz."

Caius, ağır çantasını alırken ona el salladı ve sadece yarısı dolu olan kafeden çıktı.

Oradan ayrıldıktan sonra aklına gelen ilk düşünce Ignatia'nın onun için büyük bir problem olabileceğiydi.

Julian'la olmak istemiyor olsa bile bu onun kalbini umursamadan kırıp atabileceği anlamına gelmiyordu. Eskiden olsa bunu yapabilirdi ancak onu umursadığı açıktı ve artık eskiden olduğu kişi değildi. En başından Julian'a yaklaşmanın kötü bir fikir olduğunu biliyorken neden o kadar ileri gitmek zorundaydı ki? Antoine tamamen beynini yıkayıp anın büyüsüne kapılmasını sağlamıştı. Bir daha asla o çokbilmiş sarışını dinlemeyeceğini düşünürken kalan dört eve daha sonra gitme kararı alıp kütüphaneye doğru yolunu değiştirdi.

Kütüphaneye vardığında hiç müşteri kalmamıştı, Antoine son temizlikleri yapmaktaydı. Onu görünce gülümsedi, Caius bu gülümsemenin karşılığını göz devirerek vermişti. Antoine onun bir şeylere canının sıkılmış olduğunu anlayarak süpürgeyi bir kenara bıraktı ve hemen bir köpek gibi onun peşine takıldı. Gözüne ilk çarpan Caius'un taktığı ağır çanta olmuştu. Caius çantayı masaya yerleştirirken gözleri parladı. "Nasıl böylesine ağır bir şeyi hiç zorlanmıyormuş gibi taşıyabiliyorsun?"

Caius omuz silkti. "Güçlüyüm... Sanırım."

"Öyle mi?" Antoine harbiden de şaşırmış gözüküyordu. Elleri Caius'un sırtını yoklarken merakla sordu. "Bana hiç kasın varmış gibi gelmedi."

Caius yavaşça onu itti. "Küçüklükten beri çalışıyorum, göstermesem de güçlü olduğumu biliyorsun."

Bunu dedikten sonra masasının diğer tarafına geçip çantasındakileri çıkarmaya başlamıştı. Antoine biraz daha onu inceledikten sonra gerçekten de yorgun gözüktüğünü düşündü ve çıkardığı kitapları aldı. Gülümsemişti. "Bunları yerleştireyim."

Caius itiraz etmedi. Masadaki evrakları ve defterleri gelişigüzel bir şekilde düzenledikten sonra Antoine'a seslendi. "Ben yukarı çıkıyorum, çıkarken kapıyı kilitlemeyi unutma."

Antoine ona anlaşılması zor boğuk bir sesle cevap vermişti. Onayladığını düşünerek merdivenlerden yukarı, odasına çıktı ve üzerini değiştirdikten sonra kendini yatağın üzerine attı.

Çarşamba günü geldiğinde ne yapacaktı?

Belki de üzerinde çok düşünmeden ne olacaksa olmasına izin vermeliydi. Bir şeyler üzerine düşünüp kafa yormak onun işi değildi.

Aynı zamanda Chasity'nin olanlardan haberinin olmasına izin veremezdi yoksa o kadın, eğer onu boğarak öldürmezse çok daha yaratıcı yollar bularak sürünmesini sağlardı.

Ne zaman tekrar ziyarete geleceğini merak ediyordu. Gözlerini kaparken kendini içine soktuğu durumdan bir an önce kurtulmayı diledi. 

KIRMIZI LORD [BL] (+18)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin