Babası hizmetçi kadının sözlerini duymasıyla ailesini odada bırakıp koşarak bahçeye doğru gitti. Annesinin ve kardeşinin gözlerini korku doldururken Caius da yardım edebileceğini düşünerek babasının arkasından fırladı.
Evin farklı köşelerinde yaşanabilecek saldırılara önlem almak amacıyla değişik silahlar yerleştirilmişti. Caius hızla koşarken o köşelerde duran kılıçlardan birini aldı ve koşarak bahçeye doğru ilerlemeye devam etti.
Babası Caius'un arkasından geldiğinin farkına varmamıştı, eğer bunu anlasaydı onunla gelmesine asla izin vermezdi. Caius hâlâ şeytanlarla karşılaşmaya hazır değildi fakat eğitmenin ona durmaksızın verdiği övgüler nedeniyle bunun bilincinde olduğu söylenemezdi. Babasından birkaç saniye sonra bahçeye vardığında karşısına beklediğinden daha farklı bir manzara çıktı.
Bahçenin ortasındaki gölet derin bir kırmızı renge bürünmüştü. Üzerinde yüzen cansız bedenler evde çalışan uşak ve hizmetçilere aittiler.
Hiç kimsenin kaçmaya dahi zamanı olmamıştı.
Caius'un gördükleriyle gözbebekleri büyürken ve titremesi daha da şiddetli bir hâle bürünürken yutkunup babasının nerede olduğunu görmeye çalıştı. Çok geçmeden ince, kendinden emin bir kadın sesi etrafta yankılanmıştı. "Çocuklarımı öldürdün."
Caius bir saniye bile düşünmeden sesin geldiği yönekoştu. Köşeyi dönmesiyle insan formundaki bir şeytanın, babasının boynuna normalden daha ince ve uzun olan metal bir kılıcı dayamış olduğunu gördü. Şeytanının arkası dönüktü. İki yandan küçük topuzlar yapılmış ve beyaz kurdelelerle tutturulmuş açık gri, düz saçlarının serbest kalan kısımları kalçalarına kadar uzanıyordu. Minikbir yapısı vardı, oldukça kısa olmasına rağmen Caius bile ondan yayılan tehlikeli aurayı hissedebiliyordu. Ağzının çıktığı kadar bağırdı. "DUR!"
Haykırışıyla babası sonunda oğlunun onu takip ettiğini anlamıştı. Şeytan oğluna doğru yüzünü çevirirken endişeli bir tonla emir verdi. "Caius! Hemen git buradan!"
İblis ölü gibi bembeyaz suratını dönmesiyle karanlıkta bile parlayan açık mor gözleri Caius'un üzerine düşmüştü. Tehlikeli bir varlık olmasına rağmen dudaklarında masum bir çocuğu andıran minik bir gülümseme vardı. Sadece belirli bölgelerini kapatan beyaz elbisenin üzerindeki renksiz tül, boynundan ayak bileklerine kadar uzanırken esen rüzgârla beraber ince kumaş parçaları adeta dans ediyordu. Kadın, Caius'u görünce daha da çok gülümsedi ve tekrar adama döndü. Sesi sakin ve tatlıydı. "Bu, senin çocuğun mu?"
Adamın boynundaki kılıcı geri çekti ve ince, beyaz topuklu ayakkabılarını döndürüp Caius'a doğru bir adım attı. Hâlâ babasıyla konuşuyordu. "Bir çocuğun olduğunu bilmiyordum... Acaba sen de benim gibi oğlunun öldürüldüğünü kendi gözlerinle izleyince nasıl bir tepki vereceksin?"
Babası ayağa kalkmak için olduğu yerde çırpınıyordu fakat şeytan onun üzerine bir tür büyü yaptığı için başarısız oluyordu. Çaresizce gözlerinden yaşlar akarken yalvarmaya başladı. "Hayır! Bilmiyordum, onların senin çocukların olduklarını bilmiyordum! Lütfen oğlumun canını bağışla, o hiçbir şey yapmadı! Lütfen öldürme onu! Onun yerine bana yap ne yapacaksan!..."
Kadın, kulağına müzik gibi gelen yalvarışları dinlerken yavaş adımlarla şaşkınlıktan ve korkudan taş gibi kesilmiş olan Caius'un yanına gitti. Uzun tırnağıyla çocuğun yanağını okşadı. "Hmm... Öldürmeyeyim, öyle mi?" Gözlerini arkasında kalmış, acı içinde kıvranan adama yeniden çevirdi. "Belki çeneni kapatırsan bu konu hakkında düşünebilirim."
Şeytanın sözleriyle babası bir umut susmuştu ancak ıslak yanaklarına yaşlar süzülmeye devam ederken hıçkırıklarının sesi kesilmemişti. Kadın onun eforundan yeterince memnun olmuş bir şekilde bir kez daha Caius'a döndü ve sanki yüz hatlarını ezberliyormuş gibi onu incelemeye başladı. Kısa bir sürenin ardından Caius'u omzundan tutup hafifçe kendine doğru çekip kulağına fısıldamıştı. "Güzel bir suratın var... Ziyan olmasın."
Caius, kadının nefesini kulağında hissetmesiyle refleks olarak geriye bir adım attı. Şeytan onunla daha fazla uğraşmadan havada kalan elini indirip adamın yanında bitti ve kılıcını gökyüzüne doğru kaldırdı. "Bu kadar yalvardığına göre belki onun için daha farklı planlar yapabilirim."
Etrafa sıçrayan kanlar kılıcın kabzasındaki uzun beyaz kurdaleye bulaşırken Caius çığlık atmaya çalıştı ancak ses boğazında takıldı. Babasının kafasının bedeninden ayrılıp yere düşüğünü gördü.
Neler olduğunu idrak etmesine kalmadan dizlerinin bağı çözülmüştü. İblisin kıkırtısını bile duyamadı. Beyni bulanıyor ve kulakları çınlıyordu. Tepki veremiyordu. Sadece olduğu yerden babasının hala açık olan gözleriyle bakışabildi.
-
Caius gözlerini araladı. Güneş ışığı camdan içeriye dolarken gece olanlar da bir bir aklına doluşmaya başlamıştı. Bir şeytan babasını öldürmüştü... Ve sonrasında... Sonrasında ne olduğunu hatırlamıyordu. Hızla doğrulurken yatağında yatıyor olduğunu fark etti. Gece olanların hepsi bir kâbustan ibaret olabilir miydi?
Büyük bir umutla hemen odasından çıktı. Normalde hizmetçilerle dolu olan koridorda kimse olmadığını fark etmişti. Bu detay bile onu endişelendirmeye yeterken kendini hızla evin bahçesine attı.
Gördüğü manzarayla olduğu yerde donakaldı.
Normalde berrak olan göletin ferahlatıcı suyu güneşin altında kıpkırmızı parlıyordu. Ölen insanların kanlarıyla boyanmıştı.
Hayatta kalan hizmetçilerden biri onun uyandığını görmüş olmalıydı ki hemen yanına gitti ve onu uyardı. "Efendim, burada olmamanız gerekiyor."
Caius, yanından gelen endişeli kadın sesiyle hizmetçiye dönmüştü. Alacağı cevaptan korkuyor olmasına rağmen hemen sordu, sesi titredi. "Babam nerede?"
Hizmetçi onu cevaplamadı. Yalnızca kederli bir şekilde ona bakıyordu. Caius ona doğru adım attı, istemeden de olsa bağırdı. "Babam nerede?! Söyle bana!"
Kadının gözyaşları akmaya başlamıştı, hıçkırıklara boğuldu. Sorusunu yanıtlamamış olmasına rağmen cevap gayet belliydi. Caius'un da gözleri dolarken hızla oradan ayrıldı ve koşarak annesinin kaldığı odaya gitti.
Odaya girdiğinde annesinin başındaki birkaç hizmetçiyle yere çökmüş ağlıyor olduğunu gördü.
Olanlar gerçekti.
Babası gerçekten de ölmüştü.
Caius kalbinin sıkıştığını hissederken kendini odanın içine doğru bir adım atmaya zorladı. Dudaklarını araladığında sesi zayıf çıkmıştı. "Anne..."
Annesi onun geldiğini duyduğunda avuçlarının arasındaki yüzünü kaldırdı. Muhtemelen dünden kalma olan makyajı ağlamaktan akmış, saçları dağılmış ve kıyafetleri salya sümüğe bulanmıştı. Caius, onu daha önce hiç o kadar berbat bir şekilde şekilde görmemişti.
Kendi duygularını bir kenara bırakıp annesini teselli etmesi gerektiğini düşünürken odanın içine doğru bir adım daha attı fakat annesi gelenin kim olduğunu idrak etmesiyle birdenbire sinirlenmişti. Nefes almak için bile duraksamadan saydırmaya başladı. "Senin suçun! Hepsi senin suçun! Babanla gidip ona ayak bağı oldun değil mi? Arkasından gitmeseydin bunların hiçbiri olamayacaktı! Gitmeseydin... Gitmeseydin o ölmeyecekti! Şeytan neden senin gibi işe yaramaz birini hayatta bırakıp onu öldürdü ki? Şimdi ben kız kardeşine nasıl bir açıklama yapacağım?! GİT BURADAN, BİR DAHA ASLA SENİN YÜZÜNÜ DAHİ GÖRMEK İSTEMİYORUM!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KIRMIZI LORD [BL] (+18)
FantasyÇocuk annesinin nefes almayan cansız bedeninin önünde duruyor ve ona sarılıyordu, adamın yeniden başına gelmesiyle ona nefret dolu gözlerle baktı. Adamın suratındaki gülümseme, çocuğun ifadesini görmesiyle yüzüne daha da yayıldı. Ardından eğilip ço...