~JULIAN 15.KISIM~

82 7 5
                                    


Caius kısa bir süre nereye gitmesi gerektiğine karar veremedi. Julian yakında kendine gelmemeliydi, bu yüzden uyanıp onu aramaya başlayana kadar Chasity'e mesaj yollamayı başarırsa her şey yolunda gidecek demekti.

Tabii bir de Dante vardı.

Muhtemelen Şeytan Kralı'na haber vermeye gitmiş olan Dante... Bu yüzden en kısa zamanda şehirden ayrılması gerekiyordu. Aşırı uzak olan kütüphaneye dönmenin kötü bir fikir olduğuna karar verirken ara sokaklarda yeterince ıssız bir yer bulmak için yürümeye başladı.

Yürürken ağzının içini acı kan tadı sanki ona devamlı olarak ne kadar mide bulandırıcı bir varlık olduğunu hatırlatmak için kaplamıştı. İnsanların sahip olduğu kandan tamamen farklı ve dilinin hafifçe yanmasına neden olan bu tattan nefret etti.

Olduğu şeyden nefret etti.

Ve hâlâ nefes alıyor olduğu gerçeğinden iğrendi.

Gözlerini sıkıntıyla kapatırken en başta kaçmak yerine yaşamına son vermenin daha akıllıca bir fikir olacağını düşündü, belki de hâlâ çok geç değildi. Sonuçta onun gibi iğrenç biri yaşamayı hak ediyor muydu?

Hiçbir şey böyle gelişmemeliydi...

Kendini tutabilse ve duygularından vazgeçebilse hiçbir şey böyle olmayacaktı. Tam bir aptaldı.

Alt dudağını sinirle ısırdı fakat acıdan dolayı dudağı parçalanırken hafifçe inlemişti. Acıyordu. Hâlâ acıyı hissedebiliyordu...

Gözleri dolarken olduğu yerde duvara tutunarak yere çöktü ve dizlerine sarılıp ağlamaya başladı. O dünyadaki ve cehennemdeki her şeyden nefret ediyordu, en çok da kendinden ve yaptığı seçimlerden.

Neden ağladığını tam olarak bilmiyordu. Yıllardır sevdiği kişinin onun ne olduğunu öğrenir öğrenmez gözünü bile kırpmadan öldürmeye çalışmasından dolayı mıydı? Yoksa hiçbir işi doğru düzgün becerememenin verdiği hayal kırıklığından mıydı? Belki neden her ikisiydi de, bilmiyordu. Düşünceleri bulanırken sadece gözyaşlarının akmasına izin vermekten başka bir şey yapmadı. Hıçkırıklarının sesi tüm sokakta yankılanırken yalnız, çaresiz ve güçsüz hissediyordu.

Bir süre o şekilde kaldı, ancak Chasity'e yollaması gereken bir mesaj olduğunun yeniden aklına gelmesiyle kafasını dizlerinin arasından kaldırabilmişti. Olduğu bölgede daha çok terk edilmiş ve inşaat halinde olan evler olduğu için fazla insan yoktu, kimse onun hıçkırıklarını duyup gelmemiş olmalıydı. Zaten kimsenin de gelmesini istemiyordu. Kollarını gevşetirken kanaması durmuş olan yarasına baktı. Neyse ki eline kullanabileceği kadar kan bulaşmıştı. Parmağıyla yere karmaşık işaretler çizmeye başladı. Son çizgiyi çekmesiyle mühür parlayarak sanki hiç orada olmamış gibi yok olmuştu. Bu işini görmeliydi. Şimdi tek yapması gereken şey beklemekti.

Gözyaşları yanaklarından süzülmeye devam ederken dizlerine yeniden sarıldı ve o şekilde kaldı. Gözleri kendiliğinden kapanmıştı.

Aradan ne kadar zamanın geçtiğini ve ne kadar süre orada yarı baygın bir şekilde kalakalmış olduğunu bilmiyordu fakat birinin onu sarsmasıyla yeniden gözlerini araladı. Hava artık kararmıştı. Odaklanmaya çalışırken karşısındaki kişi onu omuzlarından tutarak oturur pozisyona getirdi. Başının üzerinden gelen ses kızgındı. "Bu halin ne?!"

Caius gözlerini kaldırıp seslenen kişiye bakmasıyla ona bakan bir çift simsiyah gözle karşı karşıya gelmişti. Porselen gibi pürüzsüz olan suratındaki kaşları çatıktı ve yüzünde gördüğü görüntüden hiç memnun olmamış gibi bir hâli vardı. Caius'un bir açıklama yapmasını beklerken sarı, bir kısmı örgü olan ve beline kadar inen düz saçlarına vuran ay ışığı onların daha da parlamasına neden oluyordu. Her zamanki, kenarları altın işlemeli olan siyah şapkası kafasındaydı. Kıyafetleri ise hâlâ aynıydı, değişmemişti.

Omuzlarından başlayan, kolları aşağıya indikçe bollaşan beyaz gömleğinin üzerinde şapkasıyla uyumlu, kenarlarında siyah deri kaplamaları bulunan bordo bir yelek giyiyordu. Korseye benzeyen yelek belindeki kılıcını ve silahını tutturduğu siyah deri kemerin altından dans edermişçesine süzülüyordu. Arka kısmı daha uzun olduğundan bir kuyruk gibi uzarken ön kısmı siyah deri pantolonunun başladığı yerde bitiyordu. Dizlerine kadar gelen uzun, üst kısmı altın işlemeli olan siyah çizmeleri ise onun tam bir korsan gibi görünmesini sağlıyordu.

"Chasity..." Caius yalnızca fısıldamış olmasına rağmen dudaklarını oynatmanın verdiği acıyla yüzünü buruşturmuştu. Kendini arkasındaki duvara dayarken hâlâ karnını tutuyordu. Chasity onun önünde çömdükten sonra çenesini tutarak yüzünü kaldırdı ve yarılmış olan dudağına baktı. Ne kadar sinirli ve sert gözükse de tutuşu yavru bir ceylanı tutuyormuş gibi yumuşaktı, onu incitmek istemediği belliydi. Çenesini bıraktıktan sonra gözleri karnına kaydı. Kaşları daha da çatılırken konuşmaya başladı. "Bunu sana kim yaptı?"

Caius cevap vermek için dudaklarını araladı fakat olanların aklına doluşmasıyla boğazında kocaman bir düğüm hissetmeye başlamıştı. Konuşamadı. Kelimeler dudaklarını terk etmedi. Chasity, Caius'un çenesini yeniden tutup ona bakmasını sağlamıştı. Sordu. "Ağladın mı sen?"

Caius ona cevap vermedi. Bu Chasity'nin sabrını tüketmeye yetmişti bile. Harekete geçmek için neler olduğunu bilmesi gerekiyordu. Daha yüksek bir ses tonuyla tekrar konuştu. "Bunu sana kim yaptı diye sordum!"

"Bunun bir önemi yok." Caius sonunda kendini konuşmaya zorlayabilmişti. Sesi kısık ve titrekti. O anda olanları Chasity'e açıklayabilecek kadar gücü olduğunu düşünmüyordu. Yutkunduktan sonra hemen konuya girdi. "Dante beni buldu."

"Dante mi?" Chasity şaşırmış olsa bile şaşkınlığı en fazla iki saniye sürmüştü. Sesi daha da yükseldi. "Dante mi? Yakalana yakalana gidip şeytanların en salağına mı yakalandın? Nerede şimdi?!"

"Kaçtı." dedi Caius. Daha fazla detay vermese bile Chasity'nin onu anlayacağını biliyordu. Chasity onu bırakıp kızgınlıkla ayağa kalktı. "Ne demek kaçtı? Bunun anlamını biliyorsun değil mi?! Neden Şeytan Kralı seni ararken en başta kütüphaneden ayrıldın ki?! Gönderdiğim yardımcılara ne oldu?!"

Caius, Chasity'nin sürekli olarak sinirli olmasına alışıktı fakat bu kadının onu korkutmadığı anlamına gelmiyordu. Yutkunup sakince cevapladı. "...Kütüphaneye geldikten bir süre sonra öldüler."

"Öyleyse neden haber vermedin?! Neyse, bunun hiçbir önemi yok! Buradan olabildiğince hızlı bir şekilde gitmeliyiz." Bunu derken aynı anda Caius'un sırtını dayadığı binaya hızla bir yumruk geçirmişti. Yumruğunun geçirdiği yerde büyükçe bir göçük oluşurken Caius binanın salladığını hissetti. Chasity ona dönerek konuşmaya devam etti. "Şu an Şeytan Kralı muhtemelen yoldadır, hızlı olmamız gerekiyor ama şu hâline bak! Bu hâldeyken seni nasıl hızlı bir şekilde buradan götürebilirim ki?!..."

Chasity bağırmaya ve Caius'a ağzına gelini saymaya devam ediyordu. Caius onun sinirinin yatışmasını bekledi, zaten istese de onu engelleyemezdi. Ona kızmakta haklı olduğunu da biliyordu. Gözlerini dizlerine dikti.

Chasity bir süre daha bağırıp çağırdıktan sonra yorulduğunda kendi kendine durmuştu. Derin nefesler alıp kendine gelmeye çalışırken omzuna dokunan elle donakaldı. Caius da onun arkasında birinin belirdiğini hissetmişti. Gelen kişinin yüzüne bakarken gözleri istemsizce büyüdü, olduğu yerde irkildi.

Chasity sinirle omzundaki elden kurtulup arkasına döndüğünde üzerine kadın suratı çizilmiş bir maske takan o adamı gördü. 

KIRMIZI LORD [BL] (+18)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin