~YENİ BİR SAYFA 7.KISIM~

19 5 0
                                    

"Sen varsın."

Caius'un kaşları daha da çok yukarı kalkarken dudaklarının hafif bir 'ne?' çıktığını duyar gibi oldu.

"Sen varsın..." Julian tereddüt etmeden tekrarladı. "Sevdiğim şeytan olarak..."

Sesi kısıktı, yalnızca Caius'un duyabileceği kadar. Bir başkasının kulaklarına ulaşmasından korkuyor gibiydi fakat bakışları kendinden emindi ve söylediklerinde ciddi olduğu belliydi. Caius'un dudakları açıldı ancak hiçbir ses çıkmadı. Duyduklarına inanmakta zorluk çekiyordu. Kendisini konuşmaya zorladı. "Beni sevemezsin, ben bir şeytanım."

"Sorumuz bu değil miydi zaten?" Caius, Julian'ın hafifçe titrediğini hissetti. Kolunu geri çekerek onun tutuşundan kurtardı. "Beni sevmemelisin."

Kaldığı kamaranın kapısını açtı ve içeriye girdi. Gözlerinin dolduğunu hissedebiliyordu. Kapıyı arkasından kapatmaya çalıştığında genç adamın tahta kapıyı tutup zorladığını hissetti.

"Neden?" diye sordu, sesi daha yükselmişti. "Neden sevmemeliyim?"

Caius ona dönmedi. "Çünkü ben bir şeytanım."

Julian küçük kamaranın içerisine girip kapıyı arkasından kapattı. Ardından Caius'u omuzların tutup olduğu yerde dönmesini sağlamıştı. "Diğer şeytanlardan farklı..."

Sözleri Caius'un gözlerindeki yaşları görmesiyle kesildi. Bir anlığına durakladıktan sonra daha yumuşak bir sesle sordu. "...Neden ağlıyorsun?"

Caius omuzlarını ondan kurtarıp gözlerindeki yaşlarını eliyle sildi. Sesi titremişti. "Hoşuma gitmiyor..."

"..."

Caius'a yıllar geçiyormuş gibi gelse de araya giren kısa bir sessizlik girmişti. Julian birkaç adım geriye doğru giderken sordu. "Ben mi?"

Caius 'evet' demek istedi, böylece işleri daha da kolaylaşırdı ancak Julian'ın sesindeki hayal kırıklığı ve belki de üzüntü o kadar belirginden böyle bir yalanı nasıl söyleyebilirdi? Kendi izni bile olmadan dudakları hareket etmişti. "Hayır! Öyle değil..."

"Ne o zaman?" Bu sefer Julian araya bir saniye bile sessizliğin girmesine izin vermedi. Caius bakışlarını yere sabitledi.

O da Julian'ı seviyordu.

Onun mutlu olmasını ve iyi bir hayat sürmesini istiyordu. Bunun için elinden gelen her şeyi yapardı ve yapmaya da hazırdı, nasıl sevmiyor olabilirdi ki? Alnını tutarken tam arkasında olan küçük yatağın üzerine oturdu. Sesi fısıltı gibi çıkmıştı. "Beni seviyor olman..."

Elini çekeren kendisini, gözyaşları akmadan, Julian'a bakmaya zorladı. "Ben bir şeytanım, beni sevmemelisin. Diğer şeytanlardan daha farklı olabilirim ama sonuçta cehennemde doğdum. Bir gün seni incitmeyeceğimin garantisi yok."

Julian durumu az çok anlamaya başlamıştı. Geçmişte, Caius'la beraber zaman geçirirken de ona ve diğer herkese karşı büyük bir duvar örmüş olduğunu fark etmişti. Yanına yaklaşmasına da kolayca izin vermemişti. Çoğu zaman panik halindeydi ve çoğu zaman gergindi. Beraber uyumaya başladıklarında bile Julian'ın uyanıp Caius'u kontrol ettiği gecelerin çoğunda onu kaşları çatık ve huzursuz bir ifadeyle bulurdu. Ona yaklaşmaktan kaçınmasının başka bir nedeni olması gerektiğini düşündü.

Şeytan olarak doğduğu için kendisini o kadar kötü mü hissediyordu? Cehennemde doğmuş olduğu için mi insanların etrafında olmaktan hoşlanmıyordu? Yoksa Şeytan Kralından mı korkuyordu? Antoine'ı yakalamasından endişelendiğinden bahsetmişti... Fakat böyle bir nedeni olsaydı direkt söylemez miydi?

Ya da...

Dediklerinin aksine geçmişinde insanları mı öldürmüştü? Onlara zarar mı vermişti? Bu yüzden onlara yaklaşmaya korkuyor muydu?

"Şeytan olmanla alakalı değil." derken buldu kendisini Julian. "Bir insan bile dediklerinin garantisini veremez. Gerçek nedenin ne? Eğer benden hoşlanmıyorsan hoşlanmadığı söyle, bunu kabul edeceğim."

Caius gözleri kaçırdı, ona bakmakta zorlanıyordu. Julian onun pişman gözüktüğünü düşündü, suçluluk mu duyuyordu? Belki de beyni daha önceki düşüncelerinden ötürü olmayan şeyleri görüyordu ancak birini incitmiş olsa bile... Önemi var mıydı? Her şey artık geçmişte kalmış olmalıydı, o anda neden önemli olmalıydı?

Kendi düşüncelerinden korktu. Ne düşünüyordu öyle? O bir savaşçıydı ve bu tarz soruları aklından bile geçirmemeliydi.

Caius, Julian'ın düşüncelerinden tamamen habersiz bir şekilde dudağını ısırdı ve pes edercesine suratını avuçlarının içine koydu. Boğuk bir sesle konuştu. "Seni yeniden kaybetmekten korkuyorum çünkü..."

Bunu duymasıyla Julian'ın tüm düşünceleri durdu.

Sonraki saniye kendisini Caius'un yanında ona sımsıkı bir şekilde sarılırken bulmuştu. "Böyle bir şey olmayacak."

Caius gerçekten de Julian'ı kaybetmekten korkuyordu. Hayır, onun ölmesinden korkmuyordu. Ne olursa olsun onun ölmesine izin vermezdi veya yeniden ona anılarını unutturmazdı, bu karşısına Şeytan Kralı'nı alması anlamına geliyor olsa bile. Tüm bunların yerine güçlenip, korkularını bir kenara bırakıp yıllardır yapmayı beceremediği o şeyi, kralla yüzleşmeyi tercih ederdi. Asıl korktuğu şey Julian'ın gerçek kimliğini öğrendiğinde vereceği tepkiydi. Artık ondan nefret ediyor olacağı ve ona tamamen arkasını döneceği gerçeğiydi.

Julian etrafındayken sonsuza dek bu sırla yaşayamazdı... Simsiyah gözlerine bakınca bile kendisini o kadar suçlu hissederken nasıl yapabilirdi ki? Ya da nasıl onunla yeni bir sayfa açmayı nasıl becerebilirdi? Eninde sonunda gerçekleri söylemesi gerekiyordu.

Genç adamın göğsünün sıcaklığını yüzünde hissetti. Eğer Kırmızı Lord olduğunu biliyor olsaydı onu asla o şekilde tutmayacağının farkındaydı, belki de ona dokunmaya bile cesaret edemezdi. Kim olduğu öğrendiğinde o ankinin aksine gözlerinin soğuk ve nefret dolu bir şekilde mi ona bakıyor olacaktı? Hâlâ ona karşı o kadar anlayışlı ve nazik olabilecek miydi? Yoksa tereddüt bile etmeden kılıcı kalbine mi saplayacaktı?

Ah, ne güzel olmaz mıydı? Caius sonunda ıstırabından kurtulurdu ve Julian tüm hayatı boyunca peşinden koştuğu intikamına kavuşurdu.

Onu o anda tutan tek şey Chasity'e verdiği sözdü... Julian'ın güvenliği için.

Genç adam ondan ayrıldı ve suratını inceleyerek akan yaşlarını silmeye başladı. Caius'dan şüphe duyduğu için kendisini kötü hissetmişti. Caius ise gergin ve üzgün gözüküyordu. "Beni kaybetmeyeceksin. Şeytan Kralı'nı beraber öldüreceğiz."

Caius kafasını olumlu bir şekilde salladı, kendisini berbat hissediyordu ancak iyi gözükmeye çalıştı. Julian'ın yüzündeki elini tutarak artık gitmesi gerektiğini söylemek için dudaklarını araladı fakat genç adam ondan hızlı davranarak konuşmuştu. "Sana söz veriyorum, seni bir daha kaçırmayacak."

Caius dudaklarını geri birbirine bastırdı ve, başka bir şey yapamadığı için, kafasını yeniden salladı. Neden ona bu kadar şefkatli ve iyi davranmak zorundaydı ki? Bu sadece içindeki ağlama isteğini arttırıyordu.

Julian onun yanağını okşadı, Caius durdurmak istercesine elini daha sıkı kavradı ancak genç adam bunu yanlış anlamış olmalıydı ki aksine Caius'un çenesini tutarak ona daha da yakınlaşmıştı. Dudaklarını birleştirdi.

Caius'un gözleri kocaman açılırken ona ne hayır diyebildi ne de onu itebildi. Onu daha fazla incitemez, kalbini kıramazdı. Bu yüzden karşılık vererek onu öpmeye başladı ve kokusuyla beyninin sarhoş olmasına izin verdi.

Doğru ya...

Düşünmediği sürece bunu yapabilirdi ve Julian'ın dokunuşları ona gerçekliği unutturmakta iyiydiler. Onunla beraberken düşünmesine gerek yoktu. 

KIRMIZI LORD [BL] (+18)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin