Annesinin bağırışları ve hıçkırıkları birbirine karışmıştı. Bir süre sonra dedikleri anlaşılmaz bir hal aldı. Sinirle Caius'un üzerine atlayıp onu parçalamak istediği hareketlerinden belli oluyordu. Caius sessizce olduğu yerden olanları izlemekten başka bir şey yapamazken hizmetçilerden biri annesini tutuyordu. Diğer hizmetçi ise ona algılayamadığı bir şeyler söyledikten sonra dışarı çıkmasını sağlayıp kapıyı üzerine kapattı.
Caius olduğu pozisyonda kaldı. Tahta kapı bir süre daha görüşünden çıkmadı. Ne kadar zaman geçtiğini bilmiyordu ancak sonuna kendine gelebildiğinde gözyaşlarının yanaklarından akmaya başladığını hissetti.
Babası onun yüzünden mi ölmüştü?
Peşinden gitmeseydi yaşayacak mıydı yani?
Gece gördüğü görüntüleri kafasında toparlayamıyor, neler olduğunu tam olarak hatırlayamıyordu. Annesinin haklı olduğunu düşündü. Hepsi kendi suçuydu.
Duvardan destek alarak yürümeye başladı. Ne yapacağını veya nereye gideceğini bilmiyordu. Hiçbir şey gerçek değilmiş gibi geliyordu. Birkaç gün sonra babasının çıkıp eve gelmesi ve onlarla biraz vakit geçirdikten sonra şeytanları avlamaya geri dönmesi gerekiyordu. Öyle olacaktı, değil mi?
İçindeki sıkkınlık büyürken bacakları daha fazla onu taşımadığı için olduğu yere oturdu ve dizlerini kendine doğru çekip ağlamaya başladı. Hıçkırıklarını sakin tutmaya çalışsa da etrafta olan hizmetçilerin hepsi ona dönmüştü. Kimsenin bir şey demeye veya onu teselli etmeye cesareti yoktu, öylece ağlamasına izin verdiler.
Bir sürenin sonunda annesinin odasındaki hizmetçilerden biri çıkmıştı. Biraz etrafa bakındıktan sonra Caius'un yere çökmüş bir şekilde dizlerine sarılmış olduğunu gördü. Ne kadar zavallı bir çocuk olduğunu düşünürken yavaş ve isteksiz adımlarla yanına gitti. Başına geldiğinde onu dürtmeden yalnızca seslendi, sesinden onun da herkes gibi üzgün olduğu belli oluyordu. "Efendim, anneniz kız kardeşinize olanları anlatmanızı istiyor." Caius'un ne kadar kötü durumda olduğunu görünce eklemişti. "Eğer dilerseniz ben onunla konuşabilirim."
Caius kafasını kaldırdı ve ona seslenen hizmetçiye baktı. Kadın onunla göz teması kurmaya çekindiğinden yere bakıyordu. Kısa bir süre daha ona boş gözlerle baktıktan sonra ayağa kalktı ve cevap vermeden kardeşinin odasına doğru yola koyuldu.
Lyra'nın odası evin en iç kısmında, en güvenli yerindeydi. Olanlardan haberinin olmamış olması veya hiçbir şeyi duymamış olması muhtemeldi. Caius ona bir hizmetçidense kendisinin haber vermesi gerektiğini düşünüyordu. Bacaklarını yürümeye zorlarken gözyaşlarını eliyle sildi. Uzun koridorun sonuna geldiğinde kapıyı çalmadan önce derin bir nefes aldı ve yutkundu.
Lyra kapının çalma sesini duyar duymaz içeri gelmesini söyledi, sanki uzunca bir zamandır birinin gelmesini bekliyormuş gibiydi. Caius'un cesaretini topladıktan sonra kapıyı açıp içeri girmesi normalden uzun sürse de bunu fark etmemişti. Gelenin abisi olduğunu görmesiyle yüzünde kocaman bir gülümseme belirdi. Odanın kapısının olduğu tarafa o anda güneş ışığı vurmadığı için Caius'un suratını veya ne kadar kötü bir hâlde olduğunu göremiyordu. Caius daha fazla içeriye girmeden heyecanla belirtti. "Abi, seni bekliyordum!"
Lyra hâlâ yatağındaydı, hizmetçiler olanlardan ötürü onu kontrol etmeye gelmemiş ve sandalyesine taşımamış olmalılardı. Buna rağmen kız bunların hiçbirini ne garip bulmuş ne de bir şeyden şüphelenmişti. Caius, onun o şekilde mutlulukla seslendiğini duyunca durakladı. Lyra hemen yatağının yanına saklamış olduğu bir paketi kucağına alıp ona uzattı. "Doğum günün kutlu olsun!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KIRMIZI LORD [BL] (+18)
FantasiaÇocuk annesinin nefes almayan cansız bedeninin önünde duruyor ve ona sarılıyordu, adamın yeniden başına gelmesiyle ona nefret dolu gözlerle baktı. Adamın suratındaki gülümseme, çocuğun ifadesini görmesiyle yüzüne daha da yayıldı. Ardından eğilip ço...