Kalemin kağıdın yoksa zihnin var. Acı çektiğin zaman ağrı kesiciler işe yaramaz bazen çünkü acı çok farklı bir yerdedir. Doktorların, ilaçların ulaşamayacağı bir yerde. Yüreğinde.
Yaralar vardır bazen. Kollarının uzanamadığı yerlerde. Pansuman yapamayacağın yerlerde.
Unutmayı seçmiştim ben yaralarımı. Daha kolaydı. Daha az acıtıyordu. Varlığını reddediyordum , böylece kör oluyordum bir nevi gerçeklere.
Bacaklarımı kendime biraz daha çektim. Paradoks yaşıyordum her gün . Aynı olan acılar, farklı şekillerde önüme çıkıp duruyordu.
Bazen hiç büyümemeyi diliyordum. O rahme düştüğüm ilk an yok olsaydım aslında, nasıl bir hayatları olurdu? Annemin nasıl bir hayatı olurdu ? Babamla yine de karşılaşırlar mıydı? Anne olur muydu bir daha? Daha problemsiz bir çocuk mu yetiştirirdi yoksa?
Ama bu dünyaya yine gelsem, yüz kez gelsem, bin kez gelsem, sayısız kez gelsem. Yine annem olarak onu isterdim. Beni pamuklara sarıp uyuttuğu anlardan, hastanede koltukta, yanı başımda kaldığı anlara.
Üşüyen parmak uçlarımı kendime çektim ve boynuma yasladım. Odama girmiştim ve kapıyı kapamıştım. Sanki bu eve girip yine karşıma çıkacakmış gibi hissediyordum. Ama giremezdi ki. İzin vermezlerdi. Kimse izin vermezdi ona.
Odaya çıkalı on beş dakikaya yakın olmuştu sanırım. Telefonumun çaldığını duymuştum ama açmak istememiştim. Konuşmak istemiyordum. Yattığım yataktan kalkıp kitaplığa doğru gittim ayaklarımı sürüye sürüye. Bir elim gözüme gidip ovuştururken, diğer elimle kitaplara dokundum yavaşça. Kapağı bile açılmamıştı çoğunun.
Kitağları zihnime kazıya kazıya geri arkamı döndüm.
Yarayı unutacaktım.
Kendimi daha iyi hissetmek için neler yapabileceğimi düşündüm. Belki dışarı çıkabilirdim yürüyüşe. Ancak onun varlığı bu sokaklarda dolanırken eledim. Üstümü değiştirmeye karar verdim ilk önce. Sanki gezmeye gidecekmişim gibi, krem rengi bir kazak ve buz mavisi jeanimi giydim. ayaklarıma beyaz yünlü bir çorap geçiripmakyaj masasının karşısına oturdum.
Masanın üzerindeki kremlere bakarak, nemlenmesi için bir tanesini aldım ve yüzüme sürdüm yavaş yavaş. Ardından yüzüm onu emerken saçlarımı yavaşça taradım. Çekmeceyi açıp gördüğüm beyaz bandanayı da saçlarıma takıp önüme düşmesine engel olduktan sonra , dudaklarıma nemlendirici sürüp geri kalktım.
Bu kez çalışma masama oturup ne yapacağımı kafamda toparlamaya çalıştım. Düşünmek istemiyordum, o yüzden kendimi meşgul etmeliydim belki de.
Evim yandığında, evimle birlikte eşyalarım da gitmişti. Giden çok daha değerli şeyler vardı, bir dost gibi, ancak dediğim gibi düşünmek istemiyordum.
Masada bulunan ajandalardan birini açıp inceledim. Bazen annemle birlikte kırtasiye kırtasiye dolaşır, ajanda toplardık. Seferdim ajanda doldurmayı.
Kalemin kapağını açıp ajandaya bir şeyler yazmaya başladım. Aklımda olan kitapları listeye sıralarken, koridordan duyduğum ayak sesiyle yazan elim durdu.
Ajandanın kapağını kapayıp çekmeceye yerleştirdim ve odama gelmesini bekledim. Çok uzun sürmedi zaten. Kapının kulpu yavaşça açıldı ve babamın ilk saçları görüş açıma girdi.
Bir insanı saçlarından tanımaktı bazen güven. Yaydığı güvenden tanımaktı. Kalbini tamamen açmaktı. Bababm da o insandı işte. Kalbimi tamamen açabildiğim o insan.
Odanın içine girdiği zaman kapıyı arkasından kapadı. Yüzü ifadesizdi. Daha doğrusu yüzünü ifadesiz tutmayı biliyordu. O gözlerinin ardındaki öfkeyi görebiliyordum çünkü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gökyüzü
Teen FictionGök Dalaman. Yüksek anksiyete ve epilepsinin mahvettiği hayatında, yeni umutlar ve yeni deneyimlerle hiç tatmadığı bir şefkati tadacaktı. Baba şefkatini. Bazen, kan bağının önemi olmadığını anlardı insanlar ve hayat bunu Gök'e acı tatlı bir yolda ö...