Bu bölüm buraya o kadar zor şartlarda geldi ki inanamazsınız. Oylarınızı ve yorumlarınızı unutmayın, finale son üç bölüm kadar kaldı
.
.
.Ama ben hiçbir zaman onun geleceğinden şüphe etmedim.
Bekleyişler hep acıtırdı. Ben kargomu beklerken bile endişe duyardım, bir insanın bir ömür bir evlat beklediğini düşünmek çok can akıcıydı. Onlara, geri gelemeyecek bir ömür borçluydu bu kötülüğü kim yaptıysa.
Hava kararmıştı. Poyraz hastalıklarını genelde ayakta geçirirdi ama bu kez bir kez olsun uyanmamıştı bile. Doktora gitmekte ısrarcıydım lakin annem evde kalmamızın daha yararlı olduğunu, annesinin ona iyi geleceği konusunda diretmişti.
Nazlı ablayı aradığımızdan beri yarım saat geçmişti. Evlerinden burası uzak bir mesafeydi, yine de içimden bir ses çok hızlı geldiklerini söylüyordu.
Atakan abi de yanındaydı. Annem aradığında ikisi de çok endişelenmişti ve yola çıkmışlardı. Eh, yıllar sonra kazandıkları bu çocuk onlar için herkesten kıymetliydi.
Alçılı kolum biraz sızlıyordu ancak ağrı kesici içmiştim. Birazdan toparlardı.
Uzandığım yatakta ona biraz daha yaklaştım. Elimi uzatıp tersiyle yanağını okşadığımda mırıldandı bir şeyler. Başını elime doğru yaklaştırdı refleksle. Göz kapakları hareket etti.
Ancak uyanmadı. Ona iyice yaklaştım ve başımı göğsüne yaslayarak gözlerimi kapadım. Sevdiğim, annemin her zaman mırıldandığı bir ninninin melodisini dudaklarım kapalıyken çıkarmaya başladığımda bedeninin gevşediğini hissettim. Hala ateşi vardı.
"Çok seviyorum seni."
Fısıltım karanlık odada yayıldı. Gözlerim yavaş yavaş kapanırken kapının sesini duydum. Kirpiklerim ani bir hızla aralandı ve yataktan zar zor doğrulurken Nazlı ablanın sesini duydum.
Odanın kapısı hızlı bir şekilde aralandı. Bir annenin ne kadar telaşlı olabileceğini biliyordum çocuğu söz konusuyken. Özellikle onun gibi, henüz yeni varlığından haberdarsa bir annenin neler hissedeceğini tahmin bile edemezdim.
"Nazlı abla." Nazlı abla yatağın yanına geldikten sonra bana gülümsedi zar zor. Bir elini kaldırıp muhtemelen yastık izi çıkan yanağımı okşadı.
Ancak cevap vermedi. Yatağın yanına çöktü ve hastalık yüzünden uyuyan oğlunun alnına elini yasladı. "Ne zamandır hasta?" dedi endişesi belli olurken.
Kapının aralığından Atakan abiyi ve annemi görüyordum. Atakan abi gelemiyor gibi bakıyordu mesafeye.
"Sabah uyuyacağım yazdı, geri dönmeyince evine geldim. Genelde yataklık olmadan atlatır hastalığı ancak bu kez uyanmadı bile."
Yüzü kasıldı. "Ağır geliyor her şey ona." Dedi acıyla. Ağlamamak için kendini sıktığını biliyordum.
"Eminim siz onunla ilgilenince çok çabuk iyileşecek." Dedim hemen içini rahatlatmak için. "Annem benimle ne zaman ilgilense çok hızlı iyileşirim. Hem Poyraz güçlüdür. Desteğinizle atlatacak."
Uzanıp elimi tuttuğunda minnetle sıktı. "Teşekkür ederim Gök." Dedi içinden gelen bir sesle. "Her şey için; bugün için, her an yanında olduğun için."
"Onun için her şeyi yaparım."
Yapardım.
Her şeyi yapardım.
Ama şimdi sahneden çekilme zamanıydı, çekilmeliydim ki bu anne oğluna iyi gelebildiğini görmeliydi.
Yataktan kalktıktan sonra kapıya ilerledim. Küçük aralıktan dışarı süzüldükten sonra Atakan abinin çökmüş suratına baktım. İçimde bu adama karşı çok büyük bir şefkat vardı. Kıyamıyordum hiç.
"Merhaba Atakan abi." Dedim uzanıp ona sarılırken. Kolları baba şefkatiyle bana sarıldığında gülümsedim küçük bir kıvrım dudaklarımda.
"Merhaba Gök kız." Ayrıldığımızda başımla içeriyi gösterdim.
"Hadi, gidin de oğlunuzla ilgilenin."
Annem de onayladı. "Birkan merak eder, biz gidelim artık. Çorba yapıp ocağa koydum, siz de yiyin mutlaka. İlaçları masanın üzerinde, ateş ölçer de komodinde."
Atakan abinin gözündeki minnet ışığı büyüdü.
"Teşekkür ederim, hepinize." Dedi kısıkça. "Sana ayrı, annene ayrı, babana ayrı teşekkür ederim."
Bilmiyordu ki, oğlu için geçemeyeceğim sınır yoktu. Bu teşekkür ise sadece onun için yapabileceklerim fragmanınaydı.
Çünkü gökyüzü var olduğu sürece, ben onun için savaşmaya devam edecektim.
.
.
.
"Hastaneye gidelim." Atakan ateşi yükselen oğlunun artık doktor müdahelesi olmadan toparlayamayacağını anlamıştı.
Ancak Nazlı hastane lafını duyduğundan beri buz gibi bir ifadeyle bakıyordu ona. Hastane, hayatı boyunca ona hep korkunç şeyler hatırlatacaktı.
"Biraz daha bekleyelim." Dedi bezle alnını silerken. "Biraz daha, belki ateşi-"
"Nazlı." Uzanıp elini tuttu. "Hastaneye gitmemiz gerek."
Nazlı gözlerini kapadığında Poyraz kıpırdandı. Kirpikleri yorgunca aralandığında bilinci pek yerinde değildi. Ancak görüş açısına giren kadını tanıdı.
Rüya olduğunu zannetti. Savunmasız bir çocuk misali, o kadar yalnız kalmıştı ki gerçek olacağını düşünemedi.
Bayık gözlerini gören annesine doğru elini uzattığında, Nazlı hemen o eli tuttu. "Oğlum." Dedi endişeyle. "Annecim."
Poyraz dudaklarını araladı ama sesini duyamadı. Saatlerdir bir labirentte kaybolmuş gibi içi bunalmıştı. Kalkmak istiyor, kalkamıyor; ama en acısı da bu bir rüyaysa uyanmak istemiyordu.
Elini tutan bu kadın kaybolsun istemiyordu.
"Tamam, gidelim." Dedi Nazlı en sonunda. Onun bu nemli gözlerini gördüğünde tüm korkuları yerle bir olmuştu.
Bu kez hastanede elini tutacak ve bırakmayacaktı.
Atakan gözlerini açsa da hala kendine gelmeyen oğluna doğru uzandı. Sırtına elini yasladı ve yavaşça doğrulttu.
Poyraz bir robot gibi ona yaptırılan şeylere itiraz edemedi. Başını zar zor kaldırıp babasına baktığında, o gözlerin içinde yanan alevi görüyordu ancak yalnızlık hissi çok uzun zamandır onunlaydı. Hala gerçek olduklarını anlamamıştı.
"Ben-" dedi fısıltıyla. Sadece ben diyebildi. Atakan sırtını desteklerken terden sırılsıklam olmuş ensesini sildi.
"Buradayım oğlum." Dedi kulağına doğru fısıltıyla.
"Gitme."
Bir sözcüğün yükü, bellerindeki kambur gibi hayatlarına yapışırken bazı yaralar kapanabilirdi de. Bir sözcük ne kadar yaralarsa o kadar ölebilirdi bir insan.
Bu sözcük onların miladı olacaktı. Poyraz git dese de gidemezlerdi artık.
Çünkü oğulları, onlara kal diyordu. Kalacaklardı. Bir aile olacaklardı.
.
.
.
"Serum biraz daha iyi geldi, artık ateşi yok." Arabayı sürerken bir yandan Birkan'la konuşuyordu. Nazlı ve oğlu arka koltuktaydı. Poyraz'ın bilinci bir gidiyor, bir geliyordu.
Özel bir hastaneye gitmişlerdi. Poyraz kendine geldikten sonra onların gerçek olduğunu anlamış ve bir daha konuşmamıştı. Konuşacak bir hali de yoktu zaten.
Hızlı bir serumdan sonra hastanede kalmaya dayanamamıştı Nazlı. Şimdiyse arabanın arka koltuğunda, gözleri kapalı olan ama uyumadığını bildiği oğlunun elini tutuyordu.
İtiraz etmiyordu, elini geri çekmiyordu. İnkâr etmek istese de çok ihtiyacı vardı şu an bu eli tutmaya. Annesinin elini tutmaya.
Gözleri hafifçe aralandı Poyraz'ın, o an gördü. Kendi evine gitmek için dönmesi gereken kavşaktan dönmemişti babası.
Evine gitmiyorlardı.
Kaşları çatıldı hafifçe. Ağrıyan başı yüzünden kafasını çok oynatamasa da gözlerini annesine çevirdi. Nereye gidiyorlardı? Neden herkes bu kadar sessizdi?
Neden bu sessizlikten rahatsız olmuyordu; bu sakin hava ona huzur veriyordu, tıpkı Gök'le olduğu anlardaki gibi. Bazen konuşmazlardı ve o sessizlikte çok şey duyulurdu. Güven gibi, aşk gibi.
Güven mi duyuyordu? Onun gibi sokaklarda yetişmiş, dünyanın en pislik yanına şahit olmuş bu genç oğlan nasıl böyle bir şey hissederdi? Neden?
"Nereye gidiyoruz?" En sonunda merakına yenilip sordu. Eczane mi arıyordu, anlamamıştı.
"Evimize." Dedi Atakan yoldan gözlerini ayırmadan. Şeritler akıp gidiyordu gözünün önünden ve o; o hızda kayboluyordu. "Evde tek kalamazsın iyileşene kadar, yanımızda çok daha çabuk toparlanırsın. Hem, bizim de aklımız sende kalmaz."
"Kendi başımın çaresine bakabilirim." Ani bir huzursuzluk çöktü içine. O eve girmeye hazır değildi. Hiçbir şeye hazır değildi, ne zaman hazır olur onu da bilmiyordu. Koca bir bilinmezlik duygusu sahipti şu an ona. Ne dese geçmiyor, ne yapsa bitmiyordu.
Nazlı yana döndü, bu tepkiyi beklediği için kırılmamaya çalıştı. Haklıydı, onlarla gitmek istememek onun en büyük hakkıydı. Ancak onu sarmalamak, tüm dünyadan korumak istiyordu bu kez. "Olmaz." Dedi. "Hastasın; başın döner, ateşin çıkar tekrardan. Kendine düzgün bakamazsın."
Poyraz'ın ağzı açılacak gibi oldu. Bu zamana kadar tektim demek istedi, kendi başımın çaresine bakarım.
Diyemedi.
Onları suçlayıcı değildi düşünceleri ama sözcüklerinin bu kadını ne kadar yaralayacağının bilincindeydi. Ayrıca hiç hali yoktu, itiraz etmek bir işe yaramayacaktı ne de olsa.
Sustu.
Nazlı ve Atakan fark etmeden derin birer nefes verdiler. Üçü de gergin, üçü de heyecanlıydı.
Araba yirmi beş dakika kadar sonra zengin bir banliyönün içine girdi. Sıralı evler birbirlerinden uzak ve muntazam bir görüntü içindeydiler. Çoğu evin bahçesi evin içi kadar genişti.
Hayret etmemek mümkün değildi. Poyraz çok farklı bir dünyaya doğduğunu gördü o an. Gök'ün hayatını, yaşam şartlarını düşündü. Böyle bir zenginliğin ona da ait olduğunu hiç düşünmemişti.
Aynı şehrin farklı iki ucunda, binlerce farklı hayat vardı.
Pamuklara sarıldığı hayatından bir çamurluğa atılmıştı. O an daha çok merak etti bunu kimin yaptığını.
Kim bu kadar kötülük yapmışsa, amacına ulaşmıştı.
Araba bir süre sonra durdu, garaj kapısı açıldı ve yavaşça taşlı yoldan bahçeye girdiler. İki katlı bir villaydı burası. Taştan bir yapısı vardı; yapının eski olduğu ama iyi bakıldığı belliydi. Bahçesi büyüktü, kiraz ağaçları vardı.
"Geldik." Nazlı kemerini açtıktan sonra titreyen ellerini saklamaya çalışarak oğluna döndü.
Poyraz ona dönen bakışların gerginliğiyle kapı koluna uzandı, babası ondan önce davrandı ve kapısını açtı.
"Gel hadi." Yorgun bedenini araçtan çıkardı. Sıcak hava biraz serinlemişti gece olduğu için.
Bahçedeydi.
Nazlı da arabadan çıktıktan sonra üçü o yaz akşamında takılı kaldı. Hiçbiri bu anı unutmayacaklardı. Yirmi küsür yıl önce bu bahçede oynaması gereken o küçük çocuk, genç bir yetişkin olarak ilk kez bakıyordu sahip olması gereken hayata.
Hepsi aynı şeyi düşünüyor, hepsi aynı acıda yanıyordu.
"Eve girelim."
Poyraz eve bakamıyor gibi hissetti. Omuzlarındaki yükler başını öne eğdirdiği sırada sırtında bil el hissetti; babasının eli.
Daha önce hissetmediği türden bir baskıydı bu. Babası onu ileri doğru desteklediğinde adımları kapıya yöneldi. Nazlı bir yandan yıllar önce yaşanması gereken bu anı izliyor, bir yandan gözyaşlarına sahip çıkmaya çalışıyordu. Çok zordu. Bu anı o kadar uzun zaman beklemişti ki izlemesi çok zordu.
Kapının önüne geldiklerinde Nazlı anahtarı yuvaya soktu, kilidi çevirdi ve bu ev yıllarca yasına sahiplik yaptığı çocuğa kapısını açtı.
"Evine hoş geldin." Babasıydı bunu söyleyen ama Poyraz sadece geniş koridora bakıyordu.
Başka bir evrendeki Poyraz bu koridorda büyümüştü, bu koridorda koşturmuş; babası işten her geldiğinde bu koridorda karşılamış onu, okuldan geldiğinde bu koridordan geçmiş ve bu koridorda yaşamıştı vedaları.
Şimdiyse yaşanmamış anıların ağırlığı tokat gibi çarpmıştı üçünün yüzüne de.
İlk adımını attı eve. Ayakları zemine değdiği anda dişlerini sıktı.
Peşi sıra annesi ve babası da içeri girdiler. Nazlı vestiyeri açtı, üç tane terlik çıkardı.
"Al bakalım." Terliği oğlunun önüne koydu ve kendi ayakkabısını çıkartırken onun hareketlerini izledi. Hissettiği duygulara rağmen ifadesizdi suratı Poyraz'ın. Hayat yaşattıklarıyla birer maske sunuyordu.
Terliği giydiğinde ayakkabısını kenara koydu. Kafasını kaldırıp evi inceleyemiyordu.
"Hadi, ayakta kalma daha fazla." Atakan daralan göğsüne söz geçiremedi.
Her bir adımda farklı bir acı ve farklı bir özlem vardı yaşanmamış anılara. Geniş koridorun sonunda bir merdiven vardı üst kata çıkan. Yan tarafta geniş salona açılan kapıyı ve o aralıktan salonu görebiliyordu. Ev ahşap bir zeminden yapılmış, sıcak bir görüntüye sahipti. Salonun kenarındaki piyano gözüne çarptı.
"Burası salonumuz." Nazlı önden girdiğinde onu takip etti.
Temiz, sade bir salondu. Koca bir L koltuk vardı salonun ortasında. L koltuğun önü bahçeye açılan cam duvara ve diğer önü de televizyon ünitesine bakıyordu. Birkaç dekoratif sehpa ve onların üzerinde biblolar, duvarlarda soyut birkaç tablo, ve bir çerçevede asılı, bebekliği duruyordu.
Bu; hastanede gördüğü o fotoğraftı.
Boğazındaki düğüm büyüdü. Başını yana çevirdiğinde ikisinin de kendine nemli gözlerle baktığını gördü.
Ne yapacaktı?
İkisine de sımsıkı sarılmak isteğini ne yapacaktı?
L koltuğun arka tarafında kalan piyano ve yemek masasına dikkatini veremedi. Elini boğazına götürüp ovduğunda Nazlı endişeyle yaklaştı.
"Boğazın da ağrıyor değil mi?" dedi telaşla kolunu tutarken. "Çok ayakta kaldın zaten, hemen kalacağın yeri göstereyim ben sana. Dinlendikten sonra da gezeriz evimizi." Kolundan eline indi eli ve küçük avcu oğlunun elini kapadı. Onu salondan çıkarırken Poyraz birleşmiş ellerine bakıyordu.
Elinin yanında küçücük kalan elinden gelen sıcaklığı kalbinde hissediyordu. Salondan çıkıp merdivenlere yöneldiler. Atakan peşlerinden sessizce ilerliyordu.
Üst katta sayabildiği kadar beş oda vardı. Ev zaten enine çok genişti, girdiği anda fark etmişti.
Bir odaya girdiler. "Burası şimdilik misafir odası." Dedi annesi. Bir kişilik yataktan daha büyük ama iki kişilik de olmayan bir yatak, koyu renk bir halı, güneşlikler, küçük bir dolap, birkaç tablo, masa ve şifonyeriyle tatlı, sade bir odaydı. "Senin odanı bozmadık hiç, o yüzden burayı hazırlıyorum sana şimdilik." Güldü, acı bir gülüştü. "Beşikte yatamazsın değil mi?"
Burnu sızladı. Annesi elini bırakıp yatağa yöneleceği sırada o anki zayıflığına yenik düştü.
Elini bırakmasına izin vermedi, onu yavaşça kendine çekti ve dürtülerine hakim olamayarak küçük bir çocuk gibi ona sarıldı. Gözleri kapandı kokusunu aldığı anda.
Bu sarılma kendi için olduğu kadar onun içindi de. Nazlı'nın gözleri oğlunun bu hareketiyle koca birer deniz kadar doldular. Kolları ona sığınan oğlunu sıkıca sarmalarken eşiyle göz göze geldiler. Atakan gözünden akan bir damlaya hakim olamadı. Kalbi göğsünü döverken bu sahneyi kalbine kazıdı.
Poyraz, başını kadının boynuna yasladığında zaman durdu, kelimeler çoğu anlamını yitirmişti. Buradaydı işte, kızsa da, kırgın olsa da.
Bu kadına çok ihtiyacı vardı.
"Bebeğim benim." Nazlı sırtını okşadı. "Birtanem benim, canım oğlum, göz ağrım." Kafasını yana çevirdi ve oğlunun şakağını öptü derince. "Buradayım annecim, buradasın annecim."
Buradaydı.
İhtiyacı olan o kollarda.
Daha fazla sarılırsa bir şeylere engel olamayacağını düşündü. Ağlamak istemiyordu, ağlamazdı da kolay kolay.
Geri çekildiğinde babasına bakamadı. Onu öyle yalnız hissettirmek istememişti. Ancak ona sarılacak cesareti şu an yoktu.
"Hadi, ben sen biraz dinlenirken hızlı bir çorba yapayım." Nazlı her şey yolunda gibi bir neşeyle oğlunu yatağa ilerletti. Terliklerini çıkaran Poyraz yatağa uzandı yavaşça.
Nazlı ince bir yorgan çıkardı dolaptan oğlunun üstünü güzelce örttükten sonra eliyle alnına düşen saçlarını çekti yavaşça. Eğildi ve hem ateşine bakmak hem de onu öpmek için dudaklarını alnına bastırdı.
Kalp bu kadar hassas bir organ mıydı bilmiyordu ama bu anlar hiç bitmesin istiyordu. Sanki bir rüyadaydı, uyancaktı; tekrar o depoda açacaktı gözlerini.
Bu düşünceyle titredi. Bu anın gerçek olması içn ömründen on yıl verirdi. Sadece bu anda kalmak istiyordu.
"Ateşin yok." Dedi saçlarını okşayıp. "Ben hızlıca bir çorba yapayım sen dinlenirken, biraz uyu sen de."
Başını salladı sadece. Üç yaşında savunmasız bir çocuk gibiydi.
Nazlı titremesini durduramadan eşine döndü. "Hadi yalnız bırakalım da dinlensin biraz." Eşinin elinden tutup kapıyı kapattıkları an yaşlarını saldı gözlerinden.
Atakan elini tuttuğu karısını alt kata indirdi ve yaşlarını sildi tek tek. "Evimizde." Dedi ağlarken. "Şükürler olsun, Allah'ım şükürler olsun evimizde."
"Evet karım." Dedi alnına alnını yaslarken. "Evimizde, güvende."
Güvendeydi.
Bu kez annesi ve babası varken ona kimse zarar veremezdi. Tarih, bu kez tekerrür edemezdi.
Atakan bunun için canını verirdi, elini kana bulayacaksa da çekinmezdi. Çünkü oğlu onlara bir şans vermişti.
Her şeyi yapacaktı.
.
.
.
Bölüm sonu.
Nasıldı? Bölüm hoşunuza gitti mi?
Atakan ve Nazlı çok gerçekler benim için, yazarken ikisini de ağlamak istiyorum. Poyraz yavaş gitmek istiyor ama onlardan kaçamıyor.
Anne baba ve oğul olarak gelecek bölüm ağır bir sahnemiz var. Bebek odamıza giriyoruz :')
Muhtemelen üç bölüme falan finali veririz. Oylarınızı ve yorumlarınızı eksik etmeyin, diğer kurgularıma da göz atmayı unutmayın ballarım <3
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gökyüzü
Genç KurguGök Dalaman. Yüksek anksiyete ve epilepsinin mahvettiği hayatında, yeni umutlar ve yeni deneyimlerle hiç tatmadığı bir şefkati tadacaktı. Baba şefkatini. Bazen, kan bağının önemi olmadığını anlardı insanlar ve hayat bunu Gök'e acı tatlı bir yolda ö...