Bir lades tutuşsak seninle mesela,
"nesine?" desen,
"sesine..." derim.
Bilirsin,
Yüzün aklımdadır hep
Ben sesini özlerim
Nazım Hikmet🕊️
Herkes derin bir acı içindeydi. Merve günlerdir ağlıyor, kendini toparlamaya çalışsa da pek başarılı olamıyordu. Gün içerisinde Fatih ile ilgilenmek dışında pek bir şey yapmıyordu.
Emirhan, babasının cenazesinden hemen sonra göreve gitmişti. Merve ne kadar 'gitme' diye yalvarsa da, Emirhan, annesinin sözünü dinlemeden gitmişti.
Selvihan her gün Mervelere gidiyordu. Yanında olup acısına destek çıkmaya çalışıyordu. Aybüke de yanında geliyor, bir ümit Fatih'i güldürebilmek için çabalıyordu.
O günden sonra Fatih durgunlaşmıştı. Oyun oynamayı istemiyor, gülmek içinden gelmiyor, yalnızca babasını istiyordu.
Babasının öldüğünü biliyordu. Ama bazen bilmek yetmiyordu. İnsan bazen bilmek istemiyordu.
Babasının bir daha ona 'oğlum' demeyeceğini biliyordu mesela. Saçını okşamayacağını da biliyordu. Destekleyemeyeceğini, gülemeyeceğini, öpemeyeceğini, yanında olamayacağını.
En acı şeyse; arkasına yaslandığında, onu dik tutacak, ona güç verecek olan babasının artık olmadığını, yaslandığı dağın yıkıldığını biliyordu.
Yine o günlerden birisiydi. Çağan'ın şahadet günü üzerinden henüz bir hafta bile geçmemişti. Fatih okula gitmiş, eve döndüğü gibi kendisini odaya kapatmıştı. Merve mutfakta yemek yapıyordu.
Her yerde Çağan vardı. Acısının biteceğini elbet beklemiyordu. Böyle bir acı nasıl biterdi ki?.. Yıllarını aynı evde, yan yana geçirdiği; hayat arkadaşı, can yoldaşı, hayatının aşkını kaybetmişti. Tarifi olmaz, kelimelerle anlatılmaz bir acıydı. Her zaman orada olacaktı.
Ancak şunu biliyordu Merve, dik durmalıydı. Dik durmalı ve çocukları için yaşamalıydı. Çağan gitmişti. O gitmişti ama onun parçaları yanındaydı. İki oğlu da benzerdi Çağan'a. Biri daha çok huy olarak, diğeri ise yüz olarak.
Fatih tıpkı babası gibiydi. Zevkleri aynıydı. En sevdikleri yemek, dinledikleri müzik, gezdikleri yerler, hareketleri... Tıpkı babası gibiydi. Merhametliydi. Yardımseverdi, cana yakındı.
Emirhan da benzerdi. Yüz hatları, bakışları, gülüşü, dudakları, kaşları, saçları, yürüyüşü, sevgisi... Babası gibi dimdik yürürdü. Onun gibi sert yüze sahip, ama yumuşacık bir insandı. Kimseye eyvallahı yoktu. Sevdiğini korur kollar, her konuda sahip çıkardı.
Çağan yoktu ama ondan kalan iki can vardı. Bundan sonraki yaşam da o iki can içindi.
Emirhan görevdeydi. Fatih gün boyu evde büyük bir hüzünle geziyordu. Düzeleceklerdi. Düzeltmek zorundalardı.
Kapının çalmasıyla ocağın altını kısıp kapıya doğru gitti Merve. Gelen elbette ki Selvihan ve Aybüke'ydi. Merve tebessüm ederek sarıldı kan kardeşine. "Hoş geldiniz," dedi ayrılırken.
"Hoş bulduk." Aybüke yüzündeki kocaman gülüşüyle içeri girdi.
"Sende hoş geldin Aybüke'm," dedi Merve gülümseyerek.
"Hoş buldum. Fatih nerede, Merve teyze?"
Selvihan kızının bu haline gülerken, Merve "Odasında," diye cevap verdi. Aybüke gülüşü daha da büyürken odaya koştu. Merve ve Selvihan mutfağa ilerlemişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Vatan Uğruna
Mystery / ThrillerVatanı uğruna aylarca göreve giden hayalet asker. Sevgilisini bekleyen sınıf öğretmeni. Saf ve zorlu aşkın hikayesi. Aybüke ve Barlas'ın yaşamını ikilinin ağzından dinlemeye ne dersiniz?